İçeriği ve hazırlanış biçimi uzun süredir sorgulanan 1982 Anayasası, Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un adli yılın açılışında yaptığı konuşmayla daha ciddi biçimde tartışılmaya başlandı. Aykırı sesler dışında hemen herkes, bu Anayasa'nın Türkiye'nin demokratik gereksinimlerini karşılamadığı görüşünde birleşiyor. Hatta özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir Anayasa'nın oluşturulması gerektiğini düşünenler de çoğunlukta. Ancak bu noktada bazı sorunlar ortaya çıkıyor. Bunlardan ilki ve en önemlisi hazırlanacak yeni anayasanın hangi yöntemlerle oluşturulacağı ve yine hangi esaslar üzerine oturacağı. Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Erdoğan'la 82 Anayasası'nı ve onun yerine konulabilecek Anayasa'nın özelliklerini konuştuk.
Ferhat ÜNLÜ
Sayın Başkan'ın 82 Anayasası'na ilişkin görüşlerine büyük ölçüde katılıyorum. Bir kere, bu Anayasa'nın yapılışı bakımından önemli bir meşruluk noksanlığına sahip olduğunu söylemesi dikkat çekicidir. Yine Anayasa'nın muhtevası bakımından da kusurlu olduğunu, bu Anayasa ile getirilen rejimin anayasal bir rejim sayılamayacağını, yani devleti insan hakları ve hukukla sınırlayan, yargı bağımsızlığını tam olarak tesis eden bir Anayasa olmadığını söylemesi önemlidir. Sayın Başkan'ın eleştirilerinden bağımsız olarak söylemek gerekirse, ben zaten 82 Anayasası'yla demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir rejimin yürümeyeceğini uzun zamandır söylüyorum. Bu anlamda yeni bir Anayasa yapılması ve devletin gerçekten insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olması için önlemler alınması gerekiyor. Ayrıca temel hak ve özgürlüklerin evrensel düzeyde güvence altına alınmasına aşırı derecede ihtiyaç var. Zaten şu anki biçimiyle 82 Anayasası'na Anayasa demek bile zor. Buna nominal bir Anayasa diyebiliriz.
Tabii, Anayasaları Anayasa yapmayan şey onların sadece devletin kurumları arasındaki yetki ve görev dağılımını, devletin ana ilkelerini göstermekten ibaret olan metinler olmalarıdır. Buna karşılık; iktidarın kullanımını insan hakları ve hukuk ilkeleriyle sınırlamamalarıdır. Böyle olan metinlere adları Anayasa olsa bile felsefi anlamda Anayasa demek mümkün değildir. 82 Anayasası işte bu bakımdan anayasal bir devlet kurmuş sayılamaz. Başlangıç kısmına yansıyan felsefe itibariyle böyledir. 1985 değişikliğinden beri de böyledir. Hâlâ otoriter, devletçi ve türdeşçidir. Düşünce yasaklarına peşin gerekçe çıkaran bir giriş içermektedir. Bütünü de bu mantığa uygun olarak düzenlenmiştir. Yani 82 Anayasası'nda yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ve insan haklarıyla ilgili ciddi sorunlar vardır. Dolayısıyla bu Anayasa'da yapılması gereken değişikliklerin sayısal olarak üç beş maddeye indirgenmesi mümkün değildir. Ya da belli bir bölümündeki ifadelerin düzeltilmesiyle bu Anayasa'nın demokratik bir niteliğe bürüneceği düşünülmemelidir. Çünkü ifadelerin arkasında saklı olan dünya görüşü, toplum ve siyaset felsefesi demokratik değildir.
Evet, öyle diyebiliriz. Bu anlamda Anayasa'nın yeniden yapılması lazım. Tabii bu, kolay bir iş değil. Çünkü Anayasa'yı yeniden yazmak demek toplumun yeni bir konsensus üretmesi demektir. Şimdi konsensus üretmenin hukuki yolları aşağı yukarı evrensel olarak bellidir. Ancak bu Türkiye'de ne ölçüde başarılabilir o da tartışmaya açıktır.
Hukuki açıdan düşündüğümüzde evrensel yöntem şudur: Bir kere çoğulcu ve özgürlükçü bir ortamda oluşturulacak Kurucu Meclis olmalıdır. Ve bu Meclis'in tam anlamıyla temsili olması gerekir. Yani az veya çok taraftarı olan bütün görüşleri temsil etmesi lazım. Ondan sonra Kurucu Meclis'in -baskı ve telkinlere maruz kalmadan- yeni Anayasa'nın hangi esaslara dayanması gerektiğini tartışması gerekiyor. Böylece ilkeler belirlenir. Sonra Anayasa halk oylamasına sunulur. Bu tam anlamıyla referandum olmalıdır. Kabaca bu yöntemle yapılmış bir Anayasa'ya demokratik bir Anayasa diyebiliriz. Gerçi böyle bir Anayasa'nın bütün grupların taleplerini karşılaması sözkonusu olmayabilir. Ama en azından burada herhangi bir baskı altında olmaksızın serbest müzakere yöntemiyle Anayasa'nın oluşturulması insanlara psikolojik bir rahatlık sağlar. Böylece Anayasa benimsenmiş olur.
Tabii, bu konuda titiz davranmak lazım. Anayasa yapmanın bir uzmanlık tarafı vardır. Ama Anayasa'yı yapan uzmanlar değildir. Demokratik bir Anayasa'yı halk yapar. Uzmanlar oluşan konsensusu hukuki bir metin haline dönüştürürler. Ama son sözü halkın demokratik olarak seçtiği temsilciler söyleyecektir. Türkiye'de işi sadece uzmanların işi olarak görmenin vesayetçi tarafları vardır. Yargıtay Başkanı da, "Başkası düşünemez, ben düşünürüm' yaklaşımının tehlikelerine dikkat çekerek bunu dile getirdi. Özetle Anayasa hazırlanmasında uzmanlara ihtiyaç vardır, Anayasa hazırlamak uzmanların işi değil, toplumun işidir. Bu anlamda Kurucu Meclis seçimle işbaşına gelmelidir. Hiçbir sınırı olmaksızın bütün yurttaşların katılacağı bir seçimle olmalıdır bu. Tabii böyle birşey için Seçim Kanunu'nu da değiştirmek gerekiyor. Yüzde on barajın sözkonusu olduğu bir yerde kurulacak Meclis'in gerçek anlamda Kurucu Meclis sayılması sözkonusu olamaz. Çünkü bu, çok büyük bir meşruluk gediğine yol açar. Şimdi yüzde on barajın olduğu bir sistemde bunu yapamazsınız.
82 Anayasası gözönüne alınırsa yeni oluşturulacak Anayasa'nın demokratik nitelikli olabilmesi için hangi hukukî esaslar üzerine oturması gerekiyor.
Burada şöyle bir zorluk var. Teorik olarak bizim şöyle olsun dememiz önemli olmakla birlikte asıl önemli olan toplumun ne istediğidir. Ve metnin, toplumun oluşturduğu konsensusun ihtiyaçlarına cevap vermesidir. Toplum bütününe katılmasa bile, bu Anayasa'yı kendi eseri olarak düşünmelidir. Temel hak ve özgürlükler evrensel ölçülerde gerçekleştirilmelidir. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatları gözönüne alınabilir. Sonra demokratik katılımın önündeki engeller ortadan kaldırılmalı ve devletin ideolojik tercihler benimsemesine fırsat verilmemelidir. Yani yeni Anayasa devletin ideolojik bakımdan tarafsız olmasını sağlamalıdır.
Evet, taraflı. Zaten Türkiye'nin en temel sorunu budur. Devlet vatandaşları karşısında tarafsız değildir. Devletin kendi ideolojik tercih sıralamaları yurttaşlarınkinden farklı veya yurttaşların yalnızca bir kısmına yakın olduğu için toplum içinden gelen birtakım talepler devlete karşı bir tepki olarak algılanmaktadır. İşte bu nedenle yeni Anayasa'nın ideolojik olmaması gerekiyor. Ayrıca yasama ve yürütme arasındaki ayrılığı gerçek anlamda tesis etmesi, hukukun üstünlüğünü güvence altına alması ve yargının ideolojik tarafsızlığını temin etmesi gerekiyor. Yine en önemlisi bu Anayasa'nın devleti toplumdan korumak için değil aksine toplumun önünü açmak için yapılması lazım. 82 Anayasası toplumu devlete karşı tehdit olarak algılayan bir bakışın ürünüdür. Ama yeni Anayasa devletin hem varlığını, hem de işlevini toplumla temellendiren bir Anayasa olmalıdır. Ayrıca teknik anlamda da mümkün olduğunca kısa tutulması lazım. Ve hepsinden önemlisi laiklik anlayışının yeniden düzenlenmesi gerekiyor.
Yeni Anayasa laik olmalıdır. Ama bu laiklik, 82 Anayasası'nın anladığı anlamda bir laiklik değil, ondan epeyce uzak evrensel modele uygun bir laiklik olmalıdır. Çünkü bugün Türkiye'de devletin laiklik adına uygulamaya koyduğu birçok şey paradoksal bir durumu yansıtıyor. Bir yandan din özel alana hapsedilmek isteniyor, diğer taraftan kontrol edilmeye çalışılıyor. Devlet, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kuruyor, İmam Hatip Okulları'nı kuruyor. Böylece dinin içeriğini kendisi belirliyor. İşte bu, laiklik değildir. Yeni Anayasa'da din ve devlet işleri demokratik esaslar çerçevesinde birbirinden ayrı olarak düzenlenmelidir. Mesela bugünkü anayasal düzenlemeye göre devrim yasaları diye birşey var. Bu, teknik açıdan yanlıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin yerleşik içtihatları var bu konuda. Bunlara yansıyan temel görüş şudur: Düşünce özgürlüğü herkesin vakıf olduğu konuda benzer görüşleri ifade etmek değildir
Zaten bu, olağan birşeydir. Değişim için işlevsel olan düşünce muhalif ve farklı düşüncedir. İşte düşünce özgürlüğü bunların ifade edilebilmesidir. 82 Anayasası'nı yapanlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni örnek aldık diyorlar ama gerçekte durum böyle değil. Orada fevkalade çarpıtmalara gidilmiştir.
Sözgelimi 'Temel hakların kötüye kullanılması yasaktır' gibi maddeler konmuş Anayasa'ya. Bu, zaten evrensel bir ilkedir. Bunu Anayasa'ya yazmanız gerekmez. Hiçbir yerde yazılı olmasa bile yargıçlar bunu müeyyidelendirirler. Diğer taraftan devlet, Anayasa'da kendi ideolojik niteliklerini sıralıyor ve bunun dışında düşünmeyi kısıtlayan hükümler içeriyor. Temel haklara ilişkin bu hükümler, vatandaşların sivil haklarının bir kısmının kullanımını engelliyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde buna ilişkin düzenleme sadece bireyler için değil, devlet için de vardır. Böyle sorunların önüne geçilmesi lazım.
Evet, büyük ölçüde bundan kaynaklanıyor. Uzun yıllar öncesinden belirli bir kuşağın iradesini bağlamak hakkaniyete uygun değildir zaten. Tersinden söylersek 100 sene önceki iradenin bizden bir talepte bulunması yanlış bir şeydir. Onun için Anayasalar toplumun değişen ihtiyaçlarına uygun olarak tesis edilmelidir. Ve değişimin önünü tıkayan hükümler içermemelidir. ------- Geri OKU ------------------