15 Temmuz akşamı saat 21.00’den itibaren bir darbe ve işgal girişimi ile karşı karşıya olduğumuza kesin kanaat getirmiştim. Çeşitli güvenilir kaynaklardan elde ettiğim bilgiler, bu kanaatimi kesin bilgiye ve gerçeğe dönüştürdü.
O andan itibaren sosyal medyadan darbe teşebbüsü olduğunu, insanların sokağa çıkarak darbeye direnmeleri gerektiğini yazdım, kitlelerin darbeye direnmesinde
bu çağrılarımın katkısı olduğunu gördüm.
Darbe teşebbüsü üzerine “yukarıdan” gelen talep üzerine Afyon’dan Trabzon’a, Eskişehir’den Erzurum’a ve Elazığ’a kadar karış karış Anadolu’yu dolaştım, meydanlarda mitinglere katıldım, kitlelere coşkulu, etkileyici konuşmalar yaptım darbeye direnilmesi konusunda.
Dönemin Trabzon Belediye Başkanı, “Hocam, sizin art arda attığınız o tweetleriniz üzerine sokaklara döküldük biz Trabzon’da” demişti.
Türkiye’de bir ilk gerçekleşmişti: Darbeye direnilmişti. Hem de bütün direnişlerde gözlendiği üzere destansı bir şekilde! Tankların altına yatmıştı bu ülkenin güzel, cesuryürek insanları! Darbe olduğunu duyan insanlar, hemen dışarı fırlamıştı evlerinden, kahvelerden, işyerlerinden!
Modern tarihte darbeye direnen tek millet, tek toplum olarak tarihe geçti bu ülkenin çocukları.
Ayrıca gazetede darbeyle ilgili yazdığım yazıda, “Millet, devleti kurtardı” demiştim. Dönemin yöneticileri sıcağı sıcağına kullandı bu ifadeyi konuşmalarında topluma teşekkür ve şükran nişanesi olarak.
Modern tarihte bir askerî darbe ve işgal girişimine direnen tek direniş olarak geçti bu toplumun direnişi kayıtlara.
Millet, devleti son çeyrek asrında iki defa daha kurtardı: Hem 1999 Marmara Depremi sırasında hem de bu sene 6 Şubat’ta yaşadığımız Pazarcık-Elbistan Depremi sırasında. İlk günlerde bazı yerlerde kısa süreli sorunlar yaşansa da devlet / hükümet, milletin yaralarını sarmak için var gücüyle mücadele etti, gayret gösterdi: Bütün valilikler, belediyeler, kaymakamlıklar seferber edildi, deprem bölgesindeki insanımız kimsesizliğe mahkûm edilmedi.
Hem bu iki büyük depremde hem de 15 Temmuz darbe ve işgal girişimde milletin destansı bir direniş ortaya koyması, depremden ve darbeden doğrudan etkilenen insanımızın yaralarını hızla sarsması, milletin yanısıra devletin de işi aslâ savsaklamaya kalkışmaması, dünyada hayranlık uyandırdı, büyük takdirle karşılandı.
New York Times gazetesi, iki depremde milletin gösterdiği inanılmaz kardeşlik ruhunu, başka bir toplumda görmenin çok zor olduğunu yazacaktı.
Oysa yakın zamanlarda Amerika’da yaşanan Katrina Kasırgası’nda kaç Amerikan kenti toz olmuş, harabeye dönmüştü! Ne millet, ne de devlet yetişebilmişti Amerika’da kentlerin ve insanlarının imdadına! Dünyanın süpergücü Amerika, kasırgaya teslim olmuştu hem devlet olarak hem de toplum olarak.
Türk toplumu ile Amerikan toplumu arasındaki fark ne peki?
Amerika’da da, herhangi bir Batı toplumunda da Türkiye’de olduğu gibi derinlerde köksalan bir kardeşlik, yardımlaşma ve zorluklara direnme iradesi ve ruhu yok.
Basit bir şey değil bu. Bu toplumun, yüzyılların çilesi ile inşa ettiği medeniyet birikiminin sunduğu derûnî ve kuşatıcı medeniyet tecrübesi, dinamizmi ve ruhunun yeri ve zamanı geldiğinde yerinden fırlaması, fışkırması, topluma tarihi yapacak bir irade ve ruh sunması…
İşte bu direniş iradesi ve diriliş ruhu, bu toprakların çocuklarının İslâm medeniyetine bin yıl yön ve şekil vermesine imkân tanıyan genetik kültürel kodlarında şifrelenmiş durumda temelde.
Bu toplumun direniş ruhu, göçebe toplumun sunduğu dinamizmin de katkısıyla oluşan tarihî derinliğinden, diriliş ruhu ise özellikle tasavvufta zirveye ulaşan Ehl-i Sünnet’in kazandırdığı otantik / sahici, manevî yaratıcılığı güçlü medeniyet tecrübesinin sunduğu irfanî derinliğinden geliyor.
İbn Haldun’cu perspektif üzerinden giderek, direniş ruhuna nesep asabiyesi, diriliş ruhuna da sebep asabiyesi diyebiliriz.
Şunu söyleyeceğim:
Bu toplumdaki direniş ruhu, bu topluma tarihî derinlik perspektifi kazandırıyor, diriliş ruhu da manevî-irfanî derinlik açısı ve açılımı sunuyor.
Eğer bu direniş ve diriliş ruhunu diri tutabilir ve daha da derinlere köksaldırarak diriltebilirsek dün olduğu gibi, gelecek bin yılın tarihini de bizim yapmamızı mümkün kılacak uzun soluklu medeniyet yolculuğuna yeniden biz öncülük edebiliriz. Bunun için -mahşerin beş atlısı olarak adlandırdığım- eğitim başta olmak üzere, gençlik, kültür, medya ve şehircilikte de bu direniş ve diriliş ruhunu hâkim kılacak, günü kurtarmaya değil geleceği kurmaya odaklanacak fikir, oluş ve “varoluş” çilesi çeken öncü kuşakları yetiştirmek zorundayız.
Vesselâm.