ABD Kongresinde ilk kez Trump'ın DTÖ hamlesi küresel ticareti sarsabilir.
Amerikan hükümetinin Çin ve Meksika gibi ciddi ticari açık verdiği ülkelere karşı sert tedbirler almasının önündeki en büyük engel Dünya Ticaret Örgütü’nün Amerika’nın da uymakla yükümlü olduğu kuralları. Trump yönetiminin Meksika veya Çin’den gelen tüm ürünlere yeni gümrük vergileri getirmesi durumunda bu ülkeler Dünya Ticaret Örgütü'ne başvuruda bulunup bu uygulamaların iptalini isteyecektir. Trump yönetimi bu durumda ya Dünya Ticaret Örgütü üyeliğini askıya almayı ya da üyelik koşullarını tekrardan görüşmeye açmayı teklif edecektir. Her iki durumda da böyle bir hamle global ekonomide yeni bir krizi tetikleyebilir.
ABD'de göreve başlayan Trump yönetiminin seçimlerden önce de dillendirdiği korumacılık söyleminin ne kadar gerçeğe dönüşeceği dünya ekonomisini doğrudan ilgilendiren önemli bir konu.
Başkan Trump seçimlerden önce korumacılık tedbirlerinin Dünya Ticaret Örgütü kurallarına takılması durumunda bu örgütle olan anlaşmaların yeniden tartışmaya açılabileceğini söylemişti. Özellikle göreve gelir gelmez Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması'nı iptal etmesi bundan sonraki hamleleri hakkında da fikir veriyor. Ancak Dünya Ticaret Örgütü'nden çıkılması Trans Pasifik Anlaşmasına göre daha sert tepki çekecek bir konu.
Dünya Ticaret Örgütü serbest ticaretin gelişmesi ve ülkeler arasındaki ticareti düzenleyen bir kuruluş. 1995 yılında faaliyete başlayan Dünya Ticaret Örgütü'nün en önemli işlevlerinden birisi de ülkeler arasındaki ticari anlaşmazlıkları çözmek ve uluslararası ticaretin gelişimini sağlamak. Amerika'nın en fazla cari açık verdiği ülke olan Çin, Dünya Ticaret Örgütü'ne 2001 yılında üye oldu. Bilindiği üzere Amerika da Çin'in Dünya Ticaret Örgütü'ne üyeliğini destekleyen ülkelerden biriydi. Batı ülkeleri özellikle Çin'in global ekonomiye entegre olmasını iki açıdan çok önemsediler.
Batı'nın Çin hesabı tutmadı
Birincisi Çin, Batı'nın kontrol edemediği ve dev nüfusuyla ileride tehdit oluşturabilecek bir güç olduğu için Batılı normlara ve ekonomik düzene entegre edilip kontrol altında tutulmalıydı. İkinci olarak Çin'in kendi iç pazarı Batı ekonomileri için çok cazip ve geniş yatırım imkanları sunmaktaydı. Bu iki ana sebeple Çin'in bu örgüte girmesi desteklendi. Ancak, bunca yıl sonunda Çin global ekonomiye belli ölçüde entegre oldu olmasına ama gelinen noktada kimin kime daha çok bağımlı hale geldiği de oldukça tartışmalı.
ABD ve Avrupa ülkelerinin gelişmekte olan ülkeleri kontrol edeceği beklenirken Çin hesapta olmayan bir şeyleri başardı. Aradan gecen onca yıla rağmen Çin ekonomisi bağımlı hale gelmek söyle dursun tam tersine hemen her şeyi kendi başına üretebilen bir ekonomik güç haline geldi, hatta yüksek teknoloji ürünlerinde de Batı ülkelerine rakip oldu. Bu nedenle global ekonomik sistemi kuran güçler artık sistemin kendi çıkarları lehine işlemediğini görünce yaygara çıkarmaya başlamış durumdalar.
Batı, küresel ekonomide belirleyici gücünü kaybediyor
Son yıllarda karşılaştığımız yoğun korumacılık söylemleri ve hatta Avrupa'da yükselişe geçen aşırı sağcı söylemler iktisadi olarak Batı'nın global ekonomik düzene yön verme kabiliyetinin sona ermesi ve kendi toplumlarının ekonomik sorunlarının artması sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Çin'in gittikçe, en azından Asya Pasifik ölçeğinde, rakipsiz ekonomik güç haline gelmesi ve artan şekilde Batı'nın egemen olduğu her türlü ürünü daha ucuza satıyor olması tüm dünyada deprem etkisi yaratmakta.
Örneğin Çin son yıllarda otomobilden yolcu uçağına kadar her pazara girmiş durumda. Bunun anlamı Avrupa ve Amerika'da daha fazla işsizlik ve memnuniyetsiz bir orta sınıf. Bu orta sınıf aşırı sağ veya Amerika'da olduğu gibi kurulu nizama karşı çıkan siyasetçilerle kendini ifade etmekte.
Bununla birlikte kurulu nizamın neredeyse tüm kurumlarına karşı olan Trump yönetiminin korumacılık tedbirleri yine Amerika içerisinde ciddi direnç görecektir. Amerikan hükümetinin Çin ve Meksika gibi ciddi ticari açık verdiği ülkelere karşı sert tedbirler almasının önündeki en büyük engel Dünya Ticaret Örgütü'nün Amerika'nın da uymakla yükümlü olduğu kuralları.
Mevcut durumda Trump yönetiminin orantısız ve haksız rekabete yol açacak şekilde Meksika veya Çin'den gelen tüm ürünlere yeni gümrük vergileri getirmesi durumunda bu ülkeler Dünya Ticaret Örgütü'ne başvuruda bulunup bu uygulamaların iptalini isteyecektir. Trump yönetimi bu kurallara uymak istemezse ya Dünya Ticaret Örgütü üyeliğini askıya almayı ya da üyelik koşullarını tekrardan görüşmeye açmayı teklif edecektir. Her iki durumda da böyle bir hamle global ekonomide yeni bir krizi tetikleyebilir.
Nitekim Trump yönetiminin, ticari ihtilaflarla ilgili olarak Dünya Ticaret Örgütü'nü devre dışı bırakacak, Çin ve diğer ülkelere tek yanlı yaptırımlar uygulamasına imkan verecek seçenekler ve bunların hukuki zemini üzerinde çalıştığına ilişkin uluslararası basında yer alan haberler, yeni yönetimin bu yönde bir arayış içinde olduğuna işaret ediyor.
Cumhuriyetçiler de muhalefet edebilir
Peki Trump yönetimi gerçekten global ticareti sarsacak şekilde Amerika'nın Dünya Ticaret Örgütü'nden çıkması için karar çıkartabilir mi?
Trump yönetimi Amerikan orta sınıfı için yeni iş imkanları yaratmak istiyor ve bu amaçla Amerikalı firmaları yatırımlarını Amerika'ya çekmek için zorluyor. Öncelikle böyle bir karar alınabilmesi için Amerika içindeki muhalefetin de ikna edilebilmesi gerekecek ki Cumhuriyetçi Parti'nin bile böyle bir karara destek vermesi pek olası görünmüyor. Trump henüz kendi istediği ekibi göreve getirmekte bile çok başarılı oldu denilemez.
Böyle bir siyasi çekişme ortamında çok riskli hamleler Amerika içinde hem Demokratlardan hem de Cumhuriyetçilerden sert tepki görebilir. Dolayısıyla Amerika'nın Dünya Ticaret Örgütü'nden çıkmasının pek muhtemel olmadığı ancak bazı ticari dengesizlik yaratan konuların yeniden görüşülmesinin gündeme gelebileceği öngörülebilir. Bu durumda Amerika içinde siyasi desteğin sağlanması da daha kolay olabilir. Sonuç olarak Trump yönetimi bir şekilde Çin gibi cari dengesizliklerin olduğu ülkelere karşı öyle veya böyle çeşitli tedbirler almaya çalışacak. Bu kadarı bile hassas olan global ekonomik büyümeyi sekteye uğratabilir.
Türkiye açısından bakıldığında korumacılık rüzgarının getirdiği ve kullanılması mümkün bir fırsat da söz konusu. Kendi piyasalarını Gümrük Birliği ile Avrupa ve diğer birçok ülkenin haksız rekabetine açmış olan Türkiye, ABD'nin de benimsemekte olduğu korumacılık söylemini kendi lehine değişikliklerin çıkması için kullanabilir.
Çin ve Japonya gibi Asya Pasifik ülkeleriyle ikili anlaşmaları arttırarak ticari alımlarını Asya Pasifik ülkelerine kaydırmak bu bakımdan isabetli bir tercih olabilir. Benzer şekilde bu ülkelere kendi ürünlerini satmak için de yeni fırsatlar elde edip, yeniden kurulan müzakere masasında taze bir başlangıç yapma imkanına kavuşabilir.
#ABD
#Trump
#DTÖ
#Küresel ticaret