Bilimsel olmadığı iddiasıyla hiç kimse gıda ve beslenmeye dair hile, tuzak, aldatma ve yalanlara karşı eleştiri yapamayacak. Eleştiri yapan kişi ve çıktığı medya kuruluşu ceza alacağı için, yayınlar otomatik olarak sansürlenmiş olacak. Parası olan dev şirketler; 20 veya 50 bin lirayı göze alsa da, pek çok kişi için bu cezalar susturucu görevi görecek.
Anayasa’nın 26. maddesi “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” demesine rağmen, teklifin anayasanın bu hükmü ile çelişkiyi dile getiriliyor.
Kanser Mütehassısı Yavuz Dizdar, yasanın haklı ve haksız yönlerine dikkat çekerek şunları söyledi: “Birinci kesim, bir yiyeceğin sakıncası konusunda ya da bir usûlün, bir üretim yönteminin sakıncası konusunda bilgi anlatanlar. Ben bunun içerisine dâhil oluyorum. Benim açıklamamla kimse uygulamasını değiştirmez, ama bir süre sonra kendi akıllarıyla düşünüp, gözden geçirip, söylenenlerin mesnetsiz olmadığını anlıyorlar. Bunun gibi C vitamininin fazlasının alınmasının olumlu ya da olumsuz etkisinin olabileceğini gösteren her iki taraftan da yayın bulabilirsiniz. Yasa teklifini hazırlayanlar kanıt isterken, somut bir şeyin olacağını zannediyorlar herhalde. Kanıt olmadığı için biz zaten hep gıda konusunda geleneği esas alıyoruz, çünkü gelenek yüz yılların bin yılların süzgecinden geçme avantajını taşıyor. Bunun dışında da bir kanıt yok. Bir civciv kırk günde 20 gramdan 2,5 kiloya gelebiliyorsa, bu hayvanın ne bir tavuklukla alakası var, ne de yenebilir ürünle alakası var. Öte yandan verdikleri antibiyotikleri bildiğimiz için, vücudunda bol miktarda kimyasal atık taşıdığını biliyoruz. Ben buradan yoruma giderek, bunun yenmemesi gerektiğini söylerim. Bunun yenebilir olduğunu kendileri kanıtlamaları gerekiyor.”
Kimi insanların bundan nemalanmak için uyduruk bir takım ürünlerin reklamını yaptığını söyleyen Ziraat Mühendisi Erkan Şamcı,“Bugün bir elmaya 15 kez zehir atılabiliyor. Eğer gıda güvenliğini de kapsayacak bir şey çıkacaksa, her şeyden önce Türkiye’deki çiftçilerin eğitilmesi lazım. Siz zehire ilaç derseniz, bütün millet zehiri alıp hayatına uygularken ‘ilaçladım’ der. Elindeki ilaç değil zehirdir, ilaç şifa verendir. Eğer bir kanun çıkacaksa her şeyden önce hedef kitlesi; toplumu yanıltan, eksik bilgi veren, madalyonun sadece bir tarafını gösteren, etiketlerinde ne olduğunu belirtmeyen üreticilere yönelik çıkmalı. Gıda Bilim Kurulu kurulacaksa da, bütün kesimlerden insanların olması lazım. Yoksa kısıtlı, etki altında kalmış bir Bilim Kurulu’ndan Türkiye’yi kucaklayacak bir çözüm beklemek boşuna olur. Her türlü üreticiden, tüketiciden, doktordan, veterinerden, hepsinden çok sesli bir bilim kurulu oluştururlar umarım” dedi.
Kurulun; endüstriden bağımsız kurulmasını tavsiye eden Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ise, “Bu kurul, bilim adamlarından değil, yoğurdunu kendi çalan, turşusunu kendi kuran, sirkesini kendi hazırlayan, yemeğini kendi yapan ev kadınlarından, annelerden oluşmalıdır. Kurula endüstriden tek bir temsilci bile kabul edilmemelidir. Endüstrinin, insanların kendi ürettiği yiyecek ve içeceklere yönelmesinden ve onlara işlenmemiş gıdalarla ve geleneksel usullere göre, ataları gibi beslenmesini tavsiye edenlerden ciddi şekilde rahatsız olduğu bellidir. İşlenmiş ve bilhassa da aşırı işlenmiş, paketlenmiş yiyecek ve içeceklerin yerini endüstrinin elinin değmediği gıdaların alması gerekir. Geleneksel beslenme modeline göre yani atalarımız gibi beslenmemiz şarttır. Halkın işlenmemiş ‘hakiki gıdalara’ kolay ve ucuz erişimi sağlanmalıdır” dedi.