Bir dönem Türkiye'nin önüne duvar gibi örülen ve Avrupa Birliği (AB) üyesi olabilmenin ekonomik koşulu olarak gösterilen, Maastricht Kriterleri yerle bir durumda. Soğuk Savaş'ın sona ermesinin sıcaklığıyla hazırlanan Maastricht'in en önemli maddelerinden biri, kamu borcunun gayrisafi yurt içi hasılaya (GSYH) oranının yüzde 60'ı geçmemesi koşulunu içeriyor. Oysa ki, yılın ilk üç ayında bu rakam Avro Bölgesi'nde yüzde 92,9'a, AB'de ise yüzde 88,2'ye yükseldi.
Bu oran, 2002 - 2014 yılları arasında AB'de yüzde 60,6'dan yüzde 88,2'e ulaşırken, Türkiye'de yüzde 74'ten yüzde 35'e kadar düşürüldü. Avrupa koşullarından bağımsız, kapalı kapılar ardında ve sadece sanayileşmiş Kuzey ülkelerinin çıkarlarını baz alarak hazırlanan AB ekonomik alanı, bir bakıma toplum mühendisliğinin bedelini ödüyor. Maliyeci zihniyetiyle bugüne gelen ve sosyal yönü önemsenmeyen Avro bölgesinde bir şeyin eksikliği şimdi daha iyi anlaşılıyor: 'Halk nasıl yaşayacak?' AB bürokrasisi; 1992 tarihli Maastricht Anlaşması'ndan günümüze serbest dolaşım, ortak para, AB vatandaşlığı gibi teknik konular dışında, bölgeler arasındaki ekonomik dengesizlikleri gideremedi.
Avro'ya geçişle birlikte eski Doğu Bloku ve Güney Avrupa ülkeleri, ertesi gün fiyatların en az iki katı yükseldiği yeni bir düzene uyandı. 'Refah dolu bir Avrupa' söylemi kısa sürede gerçeklerle yüzleşti. Yani, Estonyalı bir kasabın, Hollandalı bir esnafla aynı alım gücüne sahip olması istendi. Fransa, Lüksemburg, İsveç gibi 'Yaşam maliyeti yüksek' toplumların standardına uymaya çalışan küçük ekonomiler bunu sürdürebilmek için daha fazla borçlandı. Bu da zaman içinde kamu borcunu artırdı. Avrupa İstatistik Ofisi verilerinin söylediği gibi, Avro Bölgesi'nde ve AB'de kamu borcunun GSYH'ye oranı 2014 yılının ilk çeyreğinde sırasıyla yüzde 91,9 ve yüzde 86,2 düzeyine çıktı.
Aslında rakamlar, son yıllarda AB içinde süregelen tartışmaların küçük bir özeti niteliğinde. En kötü durumdakilere bakıldığında tahmin edileceği üzere yüzde 168,8 ile ilk sırada Yunanistan karşımıza çıkıyor. Onu yüzde 135,1 ile İtalya ve yüzde 129,6 ile Portekiz izledi. Geçen yılın son çeyreğine göre bu yılın ilk çeyreğinde 15 ülkenin kamu borcu/GSYH oranında artış, 12 ülkede ise azalış görüldü.
1-Toplulukta en düşük enflasyona sahip üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalaması ile, ilgili üye ülke enflasyon oranı arasındaki fark 1,5 puanı geçmemeli.
2-Üye ülke devlet borçlarının GSYİH'sına oranı %60'ı geçmemeli.
3-Üye ülke bütçe açığının GSYİH'sına oranı %3'ü geçmemeli.
4-Uzun vadeli faiz oranları 12 aylık dönem itibariyle, fiyat istikrarı alanında en iyi performans gösteren 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmayacak.
5-Son 2 yıl itibariyle üye ülke parası diğer bir üye ülke parası karşısında devalüe edilmiş olmamalı.
İnsani boyutu unuttular
İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Hasan Eken, Maastricht'i “Konunun insani boyutu düşünülmedi" sözleriyle özetliyor. Eken, Avrupa'nın zengin ve fakir ülkelerindeki gelişmişlik farkının artmasına bağlı olarak kamu borçlarının da avro bölgesi genelinde yükseldiğini belirtiyor. Eken, AB üyelerinin kötüye gidişlerini şöyle anlatıyor: “Almanya'da kişi başına düşen gelir 36 bin; Yunanistan'da 20 bin dolar. Aradaki farkı kapatmaya çalışan ülkeler giderek daha fazla borçlandı. Avroya geçiş sonrası, fiyatlar yükselirken, eski paraya göre vatandaş daha pahalıya tüketmek zorunda kaldı. Paranın yönetimi zaten Avrupa Merkez Bankası'nda. Almanya gibi ülkelerin çıkarları düşünülerek hazırlanan bu kriterler, Estonya'dan Portekiz'e tüm ekonomileri etkiledi ve refah yerine halkın alım gücünü düşürdü."