Türkiye ve gelişmekte olan piyasalar dediğimiz gelişmekte olan ülkeler son bir senedir bir finansal kur atağı altındalar. Bu kur atağının ortaya çıkmasının çeşitli sebepleri var. Amerika Merkez Bankası 2016 ve 2017 yıllarında üçer defa faiz artırımı yaptı. Bu yıl içinse 4 defa faiz artırımı yapacağı anlaşılıyor. Nitekim daha dün 0.25’lik bir faiz artırımı daha yaptı. Bu da Amerikan dolarına, dolar temelli tahvillere değer kazandırdı ve sermaye gelişmekte olan ülkelerden Amerika’ya doğru akmaya başladı. Bu süreçten biz de diğer ülkeler gibi olumsuz etkilendik.
İkinci olarak Trump yönetimi Mart ayının ortalarından itibaren önce dış dünyadan ithal ettikleri çelik ürünlerine yüzde 25, alüminyum ürünlerine yüzde 10 ek gümrük vergisi koyma kararı aldı. Hemen akabinde de önce Çin’den yaptığı 34 milyar dolarlık, sonra 50 milyar dolarlık, en sonunda 200 milyar dolarlık yeni ürünlerin ithalatına ek vergi koydu. Çin de misilleme yaptı. Mart ayından bu yana olan bu süreç dünya ekonomisinde mali piyasalarda bir belirsizlik ve sarsıntı meydana getirdi ve bu da doların değer kazanmasına, gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin değer kaybetmesine yol açtı. Biz de bu süreçten etkilendik.
Ben bu teze katılmıyorum. Türkiye ekonomisinin beton ekonomisine döndüğü suçlamaları sadece retoriktir. Türkiye’de milli gelirin 3’te birinden fazlasını sanayi üretimi karşılıyor. Türkiye’nin sanayi üretimi artmış olmasa 180 milyar dolar milli gelirden 860 milyar dolar milli gelire nasıl çıkabilirdik? İnsanların 16 yılda refah göstergeleri olan konut satışları, otomotiv satışları ve diğer yaşam standartlarının gelişmesi, kamu hizmetlerinin kalitesinin ve miktarının çok iyileşmesi sadece inşaatla sağlanabilir mi? Mümkün değil. İnşaat sektörü belirginleşti ama sanayi sektörü de ihmal edilmedi. Sonuçta inşaatı yapmak için 250 alt sektör sanayi üretim yapıyor. Türkiye sanayisiyle, tarımıyla, hizmetler sektörüyle bir bütün olarak büyüdü. Bu bir gerçek.
Ekonomide bazı dönemlerde bazı sektörler yükselir bazı sektörler düşer. 2002- 2013 yılları arasındaki kurun düşük kaldığı ve Türk lirasının aşırı değerlendiği dönemde, inşaat sektörüne yatırımlar çok daha fazla karlıydı ve prim bırakıyordu. O yüzden tekstilcisi, kuyumcusu, gıdacısı, mücevheratçısı herkes inşaatçı olmaya kalktı. Ama biz emir komuta ekonomisine sahip değiliz ve bunlara “Hayır bu sektöre girmeyin” denilemez. O yatırımları yapanlar kazanırken “biz kendimiz kazanıyoruz” diye büyükleniyorlardı. Bugün sıkıntı olunca suçlu başkası mı görülecek? Kaldı ki bugün de imalatçılar özellikle ihracata yönelik olarak imalat yapanlar kur artışından olumlu etkilendiler, durumlarından memnunlar. Ekonomi böyle bir şey, bazı dönemlerde bazı sektörler büyür bazı sektörler sıkıntı çeker. Başka dönemlerde sıkıntı çekenler daha iyi noktaya gelir, dün yükselen sektör sıkıntı çekmeye başlar. Ekonomi dengesini zaman içinde bulur.
Ağustos ayının ilk 15 gününde olan finansal kur atağı karşısında milli birlik ve kenetlenme oluştu. Çünkü halkın dörtte üçü bunun yurt dışı kaynaklı, Türk lirası ve Türkiye ekonomisini çökertme amacıyla yapılan bir finansal kur saldırısı olduğuna inanmıştı. Araya 9 günlük Kurban Bayram tatili girince bu ruh, kenetlenme biraz çözüldü ve söndü. Bayramdan sonra bir anda büyük bir fırsatçı kesim zam yağmuru başlattı ve bir anda piyasalar allak bullak oldu. Tüketici bu zam yağmurundan dolayı tüketimini düşürdü ve tepki gösterdi. Zam yağmurunu yapanlar mevcut stoklarını katlayarak fırsatçılık yaptılar ve döviz kuruyla ilgisi olsun olmasın fahiş kar elde etme arayışına girdiler. Bankacılık kesimi bu süreçte reel sektöre finans musluğunu kapatmaya, yeni krediler vermemeye başladı. Özellikle borcu borçla döndürmeye çalışanlar ve çekinin vadesi gelenler bir anda finansman sıkıntısı içine düştüler. Firmalar çek ödemelerini erteletme arayışına giriştiler. Piyasada ödemeler sisteminde bir kilitlenme bir tıkanma süreci meydana geldi. Bu süreç maalesef devam ediyor. Hükumet yeni bir sürece girerek Yeni Ekonomi Programı adıyla orta vadeli programı iddialı bir şekilde ortaya koydu.
Bu programın özelliği dengeleme, disiplin ve değişim olarak açıklandı. BDDK bankacılık sistemi üzerindeki kontrollerini arttırdı özellikle yurt dışı kaynaklı finansal tetikçiliğin aracı haline gelen Türk Lirası ile swap işlemlerini sınırlandırdı. Merkez Bankası politika faizini 6.25 gibi dramatik şekilde yüksek bir faiz artırımı ile sıkı para politikası uygulayacağını ve enflasyonu düşürme hedefine odaklandığı mesajını verdi. İşte bu atılan adımlarla bir yeni ekonomik sürece girdik.
Devlete önemli bir görev düşüyor. Kamu kesimi özel sektöre yaptırdığı yapım hizmetleri ve tedarik hizmetlerinin karşılığını aylardır ödemiyor. Özel sektör firmaları yapım işleri ve tedarik hizmetlerini kendi cebinden ödeyerek ve borçlanarak yapıyor. SSK primi, gelir vergisi, KDV ödüyor, hammadde ve yardımcı malzemeleri için döviz bazında alımlar yapıyor. Kamu kesimi ve belediyeler özel sektöre yaptırdıkları, hak edişleri yapılmış işlerin bedelini ödemezlerse bu firmalar nasıl dönecek, nasıl ayakta kalacak? Bundan sonra bu işleri yaptırmayabilir, yatırımları bir müddet durduracağını da ilan etti. Bunlar olması gereken şeyler ama yapılmış işlerin bedelini de ödemesi gerekir. Aksi takdirde bu firmaları iflas ettirirler. Bu firmalar da alt taşeronlarına ödeme yapamazlar, bu zincirleme olumsuz etki oluşturur.
Bankacılık kesimi de hızlı bir şekilde finans kesimine finans akışını başlatmalı. Bir ay içinde yüzde 20’den yüzde 40’a çıkardıkları kredi faiz oranlarını makul seviyelere indirmeleri gerekiyor. Hükümetin ekonomi yönetiminin, BDDK’nın, hazinenin bütün gücüyle bankacılık sistemi üzerinde bu operasyonu, bu işlemleri yaptırması önemli. Finans musluğu kapalı kalmaya devam ederse bu birçok firma açısından zincirleme iflasları beraberinde getirebilir. Kur geriye gitmeye başladı, paniğe kapılmaya gerek yok. Firmalar birbirlerine ödemelerini bir miktar ertelemeye çalışıyorlar ama acilen kamu kuruluşları ve belediyelerin borçlarını ödemesi ve finans kesiminin reel sektöre kredi muslukları bir an önce açması piyasalara adeta can suyu olacak.
Bir kere hepimiz üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Şahıslar olarak israf olan harcamalarımızı, giderek konformizme kaçan veya kredi kartı ya da tüketici kredisi borçlanması ile yapılan harcamaları kısmak zorundayız. Şirketler yine aynı şekilde daldan dala atlayarak hesapsız yatırımlarla yaptıkları borçlanmaları azaltmak zorundalar. Kamu da hesapsız harcamalarını azaltmak zorunda. Lükse kaçan binalar, lükse kaçan araçlar, fazlasıyla yapılan idari harcamalar gibi kalemleri tasarruf etmek zorunda. Nitekim hükumet 2019 programı için 76 milyar liralık bir tasarruf rakamı hedefi koydu. Bir miktar daralacağız ama borçlarımızı düzenli şekilde ödeyecek bir yapılandırmayı ortaya koyana kadar.
Ne Türkiye ekonomisi bu çalkantılı dönemi hak etmişti ne Türk Lirası 7.20’leri hak etmişti. Nitekim su yolunu bulacak, önümüzdeki birkaç ay içinde güven ortamının yeniden tesis edilmesiyle kur gerçek değerine gelecek. Bankalar para satmak için finans kredi musluklarını açmaya ve faiz oranlarını düşürmeye başlayacaklar. Sonuçta ellerinde biriken sıcak para likit varlıklar onların da canını yakmaya başlayacak. Ümit ederim ki yıl sonuna doğru olumsuz etkiler yavaş yavaş geçecek. Panik yapmayalım, ülkemize olan güveni kaybetmeyelim. Belki borçlarımızı ötelemek zorunda kalacağız, belki alacaklarımızı bir müddet tahsil edemeyeceğiz, belki borçlarımızı yeniden yapılandırmaya çalışacağız… Ama Türkiye ekonomisi öyle bir ekonomidir ki 1970’li yıllardaki krizleri, 1994’teki bankacılık ve döviz kuru krizini, 2001’deki bankacılık döviz kuru krizini, 2008-2009’daki ABD ve AB kaynaklı dünya ekonomik krizini bile kısa sürede atlatmayı başardı. Krizlere şerbetliyiz. Bir de burada en önemli hususlardan biri de dedikodu yapılmaması. İnsanlar sabahtan akşama kadar bankalar hakkında, rakip firmalar hakkında, sektör hakkında dedikodu üretiyor, kısa bir süre sonra bu dedikodulara kendileri inanmaya başlıyorlar. Ekonominin en sıkıntı duyacağı şey budur. Onun için dedikodu yapmayı, başka firmalar hakkında “iflas ediyor, batıyor” söylemlerini bırakıp işimize bakmamız lazım.