İsrail’in soykırıma giriş ünitesine bir serlevha verecek olsak bu herhâlde “Levander” olurdu. Bilindiği üzere “AI/yapay zekâ” soykırımcıların da envanterine dâhil oldu. Yapay zekâ sistemler, kan içicilerin daha fazla insan katletmesinde kestirme yollara müsaade ediyor. Her ne kadar bu sistemin Hamas üyelerinin mevzi tespiti için kullanıldığı yalanına sığınsalar da bir yandan da daha fazla sivil öldürme tutkularını gizlemiyorlar. Levander vb. sistemler, sivilleri izole etme gayesine hizmet etmiyor, onları en kalabalık hâlde hedefe koyabilme pratiğini destekliyor.
Ezber ettiğimiz üzere İsrail Gazzellilere hangi bölgeden ayrılmaları gerektiğini deklare ettiyse; ayrıldıkları bölgeleri değil göç yollarını ve vardıkları yeni menzilleri yerle bir ettiler. İsrail istihbarat görevlisinin, soykırımın iptidai evresinde sıklıkla başvurdukları bu Levander adlı sistemle gerçekleştirdikleri saldırılara dair insanlık dışı beyanını da hatırlayalım. AI sistemi tarafından işaretlenen bölgeye yapılan saldırılarda, sadece akıllı/hassas bombaların kullanılmadığı, atıldığı binayı topyekûn yıkıp ciddi can kayıplarına sebebiyet verecek aptal bombalar olarak da adlandırılan güdümsüz füzelerin tercih edildiği biliniyor. İstihbarat görevlisinin açıklaması ise şöyle: Önemsiz insanlara pahalı bombalar harcamak istemezsiniz. Bu ülke için çok pahalı olur.
Evet… İsrail, bir Hamas mücahidini öldürebilmek için yüzlerce sivilin öldürülmesini normal bulduğunu saklamıyor. Ama burada yine sahte evrak kokusu seziliyor ki; İsrail siviller üzerine bomba atarken, bir camiyi ya da okulu hedef alırken ve hatta hastaneleri yerle bir ederken orada Hamas’ın gölgesinin bile bulunmadığını herkesten daha iyi biliyor. Bu barbarlar, bir Hamaslının ölümü için öldürülen onlarca Filistinliyi “yan hasar” olarak adlandırıyor. Bu arada dikkate değer bir satır olarak tahayyüllere arz ederim ki; İsrail’in –sivilleri katletmede hiçbir insanî ve ahlakî alana sahip olmadığı gibi– Hamas üyelerini öldürmek gibi bir hakkı da bulunmamaktadır. Zira Hamas kendi topraklarında, kendi halkını, kendi vatanını korumak için son derece meşru bir mücadele vermektedir.
Süregelen zulmün bir de loş odalarına girelim. Bu odalara girişteki hakikat perdesini araladığımızda dolambaçlı, girift ve vicdan deşen bir derinliğe ulaşıyor gözlerimiz. Ölüm-sürgün ve açlık sarmalının çok daha ötesinde yıkımlar var. Konturları kâinatla boy ölçüşecek kadar merkezden uzak kalmış yoklukların diyarı Gazze. Buradaki yokluklar öyle bir mevcutla kapatılabilecek cinsten değil. Buralarda ekmek yok, un kısıtlı ve bulunabilen kırıntılardan ekmek yapabilmek için hayvan gübresi ve samandan ocaklar kuruluyor. İnsanlar her gün kilometrelerce ötedeki bir kaynaktan temiz su taşıyabilmek için mücadele ediyor. Binaların temiz su depoları ve içme suyu taşıyan şehir şebekeleri İsrail’in hedefe aldığı yaşam organlarından yalnızca biri. Susuzluk, bütün risklerine rağmen yeraltı katmanlarından elde edilen suyu kana kana içiriyor kursaklara. Bu sularda lağım atıkları da var deniz suyu da… İçme suyu deposuna sahip birkaç bina kaldı bölgede. Bir de arada bir zemini serinleten su tırları… İnsanlar acılarca uzayan kuyruklarda bir yudum temiz suya kavuşabilmek için saatlerce bekliyorlar. Çok şanslı bir azınlık ancak 7-10 günde bir duş alabiliyor. Gazze Şeridi’nin büyük bir kısmında elektrik yok. Baştan beri bunun için bütün kaynaklar harcandı, hepsi tükenmek üzere. Araba aküleri ve ufak jeneratörler son nefeslerini verdiler bile. Birçok evde bulunan güneş panelleri bu ihtiyacı kısmen karşılasa da binaların büyük bir kısmının yerle bir edildiği gerçeğini hesaba katınca, onun da sınırlı bir enerji tedariki sağladığını söylemek mümkün.
Gazzelilerin büyük bir kısmı birden fazla sürgüne maruz kaldı. Oradan oraya sürüklenen çoluk çocuk kafileler, bazen gıda atılan paraşütlerden bozma çadırlar kurarak konaklıyorlar. Bu çadırlar devasa bir mülteci kampı havasında ve neredeyse dip dibe. Ortak kullanılan tuvalet ve duş alanı ise yoğunluktan hem yetersiz hem de hastalık saçan bir tehdit olarak yaşamı daha da zora koşuyor. Kişisel bakım malzemeleri, temizlik ürünleri ve ilaç da Gazzelilerin yoklukları arasında. İnsanlar bakımsızlıktan ve gerekli tedavi imkânlarına erişememekten hasta düşüyor, can veriyor. Kanser hastaları kemoterapiye erişebilmek için çok daha büyük bir zorbalıkla karşı kaşıya. Bu hastalar, İsrail’le iş birliği yapmaya zorlanıyor; şantaja ve baskıya maruz kalıyorlar.
BM Uydu Merkezi, Gazze’de yapıların yüzde 55’inin hasara uğradığını veya tamamen yok edildiğini söylüyor. Kültürel ve dinî yapılardan sağlık ve eğitim binalarına kadar Gazze’de yaşama ve insanlığa dair her şeyin hedef alındığını canlı canlı izliyoruz. Tüm imkânsızlıklar ve yokluklar bir yana, Gazze’de telafisi çok uzun yıllar alacak hasarların da altını çizmeli. Kimyasal silahlarla, fosfor bombalarıyla yıkılan binaların moloz yığınları öyle birkaç yılda temizlenebilecek boyutta değil. Ayrıca bu bomba ve yıkıntıların hem ekilebilir alanları öldürdüğü hem de ekosistemi tahrip ettiği yönünde tespitler mevcut. Yeraltı sularına kadar sirayet eden kirlilik de göz önüne alındığında, saldırıların bugün noktalandığını varsaydığımızda bile, şehrin yaşanabilir bir seviyeye gelmesi çok uzun yıllar alacak gibi görünüyor. İsrail, Gazze’de solunan havayı bile oksijensiz bıraktı. İnsanlar ciğerlerine bütün bu yıkımın, kimyasalların saçtığı zehri soluyup duruyor.
Gazze’de tarımı da öldürdüler, yeraltı sularını da… Eğitim sistemini ve kültürel bütün kımıldanışları katlettiler. Kaydedilen soykırım kareleri içinde parçalanmış vücutların plastik torbalar içinde taşınan kalıntıları var. Toplu mezarlar tekrar kazılıyor, yeni şehitler defnediliyor. İsrail’in Gazze’ye saldırdığı on yıllar boyunca benimsediği öldür-ağla stratejisinde de büyük bir mutasyondan söz ediliyor ki artık IDF unsurları sadece öldür-övün şiarıyla hareket ediyor.