Üçüncü dünya savaşı çıkar mı?

00:0016/11/2021, Salı
G: 15/11/2021, Pazartesi
Yeni Şafak
 İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Soğuk savaşın sona ermesiyle Fukuyama’nın “sürekli barış” söylemi pek de uzun sürmedi. Aksine Huntington’un adeta senaryo yazarcasına dünyada “fay hatları” boyunca yeni savaşların ve çatışmaların çıkacağı kehaneti gerçekleşti ve literatüre yeni giren savaş türleriyle dünya yine çatışmadan uzak kalamadı. Peki topyekun bir savaş mümkün mü?

Prof. Dr. Celalettin YAVUZ

İstanbul Ayvansaray Üniversitesi İİSB Fakültesi Dekanı

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden ilk NATO zirvesinde tehdit olarak Çin’i işaret etti ama Avrupalı NATO üyeleri bu görüşü ciddiye almayınca olaylar çorap söküğü gibi gelişti. ABD’nin Afganistan’dan Ağustos 2021 sonlarında kaçarcasına çekilmesi Avrupa ülkelerinde şok etkisi yarattı. Üstelik 20 yıl eğitilen Afgan Silahlı Kuvvetleri de Taliban karşısında kâğıttan kaplan gibi parçalanınca…

Eylül 2021 ayı içerisinde ABD-İngiltere ve Avustralya arasında “AUKUS” adlı askeri ittifak kurulduğu duyulunca, durumun ciddiyeti daha iyi idrak edilmeye başlandı. Anlaşılan ABD, 20’nci yüzyılın güvenlik ittifakı NATO’yla 21’nci yüzyılda güvenlik endişelerini aşamayacağını görmüş, ekonomik alanda küresel rakip haline gelen Çin’e karşı yeni önlemler alma ihtiyacını hissediyordu. İngiltere de çoğunlukla ABD ile örtüşen güvenlik endişeleri ve ekonomik çıkarlarının korunması noktasında AB’deki yol arkadaşlarını yüzüstü bırakmıştı.

ABD; AUKUS’a ilaveten Ekim 2021’de Hindistan, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ekonomik “dörtlü” mekanizmayı devreye soktu. Daha önce de ABD, Japonya, Hindistan ve Avustralya arasında “Denizcilik İşbirliği” (Maritime Cooperation) ağırlıklı “Dörtlü” (QUAD) kurulmuştu.


Bu gelişmelere Ekim 2021’de Çin’in bir hipersonik füze denemesi gerçekleştirdiği bilgisi eklendi. Bu özetlenenler ve birbirlerini Covid-19 pandemisini çıkartmakla suçlayan ABD ve Çin arasındaki gerilim üzerine “3. Dünya Savaşı mı çıkacak?” sorusu yeniden tetiklenince bu yazı kaleme alındı.

FUKUYAMA MURADINA EREMEDİ

Soğuk savaşın sona ermesiyle Fukuyama’nın “sürekli barış” söylemi pek de uzun sürmedi. Aksine Huntington’un adeta senaryo yazarcasına dünyada “fay hatları” boyunca yeni savaşların ve çatışmaların çıkacağı kehaneti karabasan gibi çöktü. Zaten soğuk savaş sona ererken ABD ve müttefiklerinin “Körfez Krizi” vardı. Bunu takiben dağılan Yugoslavya’da, Bosna-Hersek’te “soykırım” derecesinde kıyımlar yaşandı. Bunu Kosova’daki daha düşük yoğunluklu çatışmalar izledi. Kuzey Kafkasya’da ise Çeçenler bağımsızlıkları için Dudayev’in liderliğinde Ruslarla mücadeleye tutuşmuşlardı.

Milenyuma girilirken 11 Eylül 2001’de New York’taki ikiz kulelere ve Savunma Bakanlığı’na intihar saldırıları düzenlendi. Soğuk savaş sonrası adeta “dokunulamaz” saydıkları ülkelerine gerçekleşen saldırılar neticesinde Amerikan kamuoyu şoka girmişti.

El-Kaide’nin üstlendiği bu terör faaliyetleri üzerine dünya çapında küresel teröre karşı seferberlik başlatıldı. Tüm uluslararası uçuşlara açık hava alanları ve limanlarda çok sıkı güvenlik önlemleri yürürlüğe girdi. Doğu Akdeniz’de, Süveyş Kanalı’ndan Avrupa’ya yönelik şüpheli gemilerde terörist veya kaçak silahları araştırmak üzere NATO bünyesinde “Aktif Çaba” (Active Endevour) adlı- Türkiye’nin de yer aldığı- çok uluslu bir görevin icrasına başlandı.

George W. Bush yönetimi, “el-Kaide” elebaşlarına yardım ve yataklık yapmakla suçladığı Taliban hükümetinden olayın faillerini istedi. Ama Taliban reddetti. Bunun üzerine ABD ve müttefik ülkelerin kuvvetleri Aralık 2001 sonunda Afganistan’a indiler. Taliban çekilince de yerine ABD’nin istekleri doğrultusunda yeni yönetimler kuruldu.

Afganistan’ı takiben ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, 2003 yılı başlarında BM Genel Kurulu’nda adeta tüm dünyanın gözünün içine baka baka yalan söyleyerek, Irak’ta kitle imha silahlarının yerlerini slaytlar halinde gösterdi. Neticede 20 Mart 2003’te ABD ve yandaşları Almanya ve Fransa’ya rağmen Irak’a girdiler. Ama Irak’ta iddia edilen silahların olmadığı anlaşıldı.

Fukuyama’nın özlemi soğuk savaşın bitmiş olmasına rağmen bir türlü gerçekleşememiş, aradan 12 yıl geçmeden iki kutuplu denge halinin bile ABD’nin tek kutuplu düzensizliğinden daha istikrarlı olduğu anlaşılmıştı.

HUZURSUZ ORTADOĞU

Irak işgaliyle Saddam Hüseyin’in Sünni Baas rejimi yerine, Şii ağırlıklı hükümetler kuruldu. Cumhurbaşkanı ise Amerikan yöneticilerinin “Onlar soframızın en iyi yerinde oturmayı hak ediyorlar!” dedikleri Iraklı Kürtler arasından seçiliyordu. Şii yönetimlere rağmen ABD işgaline karşı ilk direnenler Iraklı Şiiler idi. Daha sonra da Saddam yanlıları, ABD karşıtları ve radikal Sünnilerden oluşan gruplar; ABD ve yeni kurulan Irak güvenlik güçlerine karşı mücadeleye başladılar. Bu arada ABD’nin Powell’dan sonraki Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’ın ortaya attığı “Büyük Ortadoğu Projesi” çoğunlukla “ABD’nin Ortadoğu’ya demokrasi getireceği” şeklinde yorumlandı. Ama gerçekte ABD’nin çıkarları için bölgeye yerleşmesinin bahanesiydi.

ABD’nin Irak müdahalesi İsrail’in rahatça at oynatmasına fırsat verdi. Ancak Ağustos 2006’da Lübnan’daki Şii Hizbullah-İsrail çatışmasında İran kaynaklı füzeler İsrail yerleşim yerlerini hedef alınca, yapılan ateşkesle İsrail ilk kez girdiği bir savaştan galip gelemeden ayrılmıştı. Ağustos 2008’de Güney Osetya’ya karşı “orantısız güç kullandığı” iddiasıyla, Rusya Gürcistan’a girdi. NATO ülkeleriyle bölgeye üşüşen ABD, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni delmeye çalıştı.

2008 sonlarında İsrail füzelerle, Gazze Şeridi’ne karadan, havadan ve denizden 22 gün boyunca saldırdı. 31 Mayıs 2010 tarihinde, İsrail kuvvetleri abluka uygulanan Gazze Şeridi rotasındaki Mavi Marmara gemisine karasularının 70-80 mil mesafesinde, sabah alacakaranlığında baskın yaparak gemiyi ele geçirip 9 sivili katletti. Ortadoğu’da İsrail’in devlet terörüne karşı Filistinlilerin zayıf direnişi sürerken, İran-İsrail gerilimi “sınırlı hava harekâtı” kehanetleri altında yükseliyor ama gerçekleşmiyordu.

ARAP BAHARI KIŞA DÖNDÜ

2010 yılı sonlarında işsiz bir üniversite öğrencisinin kendisini yakmasıyla Tunus’ta insanlar “Arap Baharı” adı verilen gösterilerle sokağa döküldüler. Masum olmayan yöneticilerine karşı sürdürülen protestolar Libya, Mısır ve Suriye’ye de sıçradı. Tunus ve Mısır’da yöneticiler alaşağı olurken, NATO ülkelerinin askeri müdahaleleri ile Libya parçalandı. Bahreyn ve Yemen’de de “Arap Baharı” başladı. Bahreyn’deki çalkantı Körfez ülkelerinin destekleriyle durdurulurken, Yemen’deki Arap Baharı Şii Husilerle Sünni yönetimin çatışmalarına sahne oldu. Husilerin arkasında İran, Sünni Yemen yönetiminin yanında Katar hariç Körfez ülkelerinin desteği vardı. Suriye’de başlayan rejim karşıtı gösteriler de iç savaşa dönüştü. 2013’ten itibaren Irak’ta gelişen DEAŞ da savaşa katıldı. 2014 yazından itibaren ise Avrupa ve ABD’den “yabancı terörist savaşçılar” DEAŞ’a katılarak bölgeye doluşmaya başladılar.

Esed rejiminin giderek Akdeniz kıyılarına sıkışmasıyla Suriye’nin parçalanacağı konuşulduğu gibi, “Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıktığı” da ileri sürülüyordu. DEAŞ, Türkiye’ye de zarar vermeye başlamış, hatta 24 Kasım 2015’te Hatay’da sınırı geçen bir Rus uçağının düşürülmesi üzerine Rusya ile Türkiye oldukça gerilimli bir atmosfere girmişlerdi.

Aynı dönemde ABD de, DEAŞ ve rejim kuvvetlerine karşı daha önce Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) elemanları için başlattığı “eğit-donat” programını, ÖSO’dan verim alamayınca PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD/YPG’yle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında icra etmeye başlamıştı.

Bu gelişmelerin hemen yakınındaki Karadeniz de karışmaya başladı. Rusya-Ukrayna krizi Ukrayna’yı karıştırırken, Kırım’ın ilhakıyla Rusya’nın emperyal dürtülerinin canlandığı düşüncesiyle Avrupa endişelendi. Bölgede küresel güçler arasında yeni oyunların sahneye konulmasına zemin hazırlandı.

BOZULAN TUZAKLAR

Aynı dönemde “Çözüm Süreci” ile sonuç alamayan Türkiye, Suriye’ye yakın yerleşim yerlerinde şehir yapılanması kuran ve 2015 Temmuz itibarıyla terör şiddetini hendek ve barikatlar kurmak suretiyle şehir merkezlerine taşıyan PKK’ya karşı “Hendek Operasyonları” gerçekleştirmiştir. Operasyon sırasında teröristlerin üzerinde ABD silahları ele geçirilmişti.

2016’da ABD’nin SDG ve YPG’ye verdiği eğitim/silah desteği artarken, 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de FETÖ darbe girişimi yaşandı. FETÖ elebaşının takımı ya ABD’ye sığındılar ya da Almanya ve Yunanistan’a. Bu gelişmeler üzerine Türkiye’de çeşitli kesimlerden “3. Dünya Savaşı vesayet savaşı şeklinde icra ediliyor!” şeklinde kehanetler yükseldi. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), ÖSO ile birlikte 23 Ağustos 2016’da Suriye’nin kuzeyine girdi. Görünürdeki hedef DEAŞ olmakla beraber Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e uzanacak terör koridorunu önlemekti. Bu harekât Esed rejimi, Rusya ve ABD’nin hoşuna gitmedi. Ama TSK ve ÖSO, hedefteki el-Bab’ı ele geçirdi. Tabii terör koridoru da büyük bir darbe yedi.

Türkiye İdlib’de askeri kontrol noktaları için Rusya ile anlaştı. Ardından Afrin’e Zeytin Dalı Harekâtı ile girerek bölgedeki PKK/YPG’li teröristleri Tel-Rıfat’a kadar püskürttü. Rusya’ya rağmen yapılan bu harekattan bir süre sonra bu defa ABD’ye rağmen Fırat’ın doğusundaki “Barış Pınarı” harekâtıyla, PKK/YPG güneye püskürtüldü. Böylece Suriye’nin kuzeyindeki terör koridoru riski azalırken, ABD’nin de YPG’ye desteği “DEAŞ’la mücadele” adı altında artarak devam etti.

YENİ SİLAH: YAPTIRIMLAR

ABD ile Trump’ın başkanlığı döneminde Rahip Brunson krizi yaşandı. Duruşmada salıverilmediği gerekçesiyle Türkiye’ye ABD yaptırımları uygulanınca TL, dolar ve avro karşısında yüzde 70’lere varan kayıplar yaşadı. O günlerde “ABD, Türkiye’ye saldırır mı?” diye soranlara verilen cevap şuydu: “ABD’nin klasik silahlarla saldırmasına gerek yok ki! Bu yaptırımlarla kaç tane Boğaz Köprüsü, rafineri ve fabrika yok oldu sayılır!”

Aynı dönemde ABD’nin Çin’e yaptırımları sonucu “Ticaret Savaşı” adı konan ama aslında “Yaptırım Savaşı” denebilecek bir savaş türü duyuldu. ABD; Çin’e, Rusya’ya, İran’a hatta 2. Kuzey Akımı projesi sebebiyle Alman firmalarına bile yaptırım uyguluyordu. Türkiye’nin payına da CAATSA kapsamındaki yaptırımlarla, ortağı olduğu F-35 uçakları projesinden çıkartılmak düştü.

ABD ile Çin arasında Uzakdoğu’da adı konmadık bir savaş var. Her iki ülke de askeri güçleri ile birbirlerini dirsek mesafesinde izliyorlar. Herhangi bir kıvılcımla adeta birbirlerine düşmanca saldıracaklar. Üstelik bu savaş sadece karada, denizde ve havada değil, uzayda da gerçekleşecek gibi. Bu ise oldukça maliyetli ve hiç de akıllıca değil.

KIYAMET SAVAŞI

Son yıllarda Çin’in önemli bir ekonomik güç haline gelmesi, ABD’nin Çin ve diğer gelişen potansiyel küresel güçler karşısında göreceli olarak gücünden kaybetmeye başlamasıyla yeni yeni ittifaklar kurulmaya başlandı. ABD’nin bir taraftan Çin’i, diğer taraftan Rusya’yı çevreleme politikaları devam ederken, dünya da gerilmeye başladı. İşte bu gerilim sonucunda “Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı?” sorusu sıkça gündeme geldi.

Soğuk savaş sona erdikten sonra da dünya çatışmalardan uzak kalmadı. Özellikle Türkiye’nin yakın coğrafyasında ve ilgi alanlarında neredeyse kesintisiz çatışmalar yaşandı. Bazılarına “vesayet savaşları” dendi. Hatta bu çatışmalara başta ABD’nin uyguladığı veya müttefiklerine de uygulattığı “Yaptırım Savaşları” da eklendi. ABD’nin Çin’le ilişkilerinde “Ticaret Savaşları” da literatüre girdi. Ama bunların hiçbiri her iki dünya savaşında yaşanan çok sayıda güçlü ülkenin birbirleriyle kıyasıya giriştiği “topyekun” savaşlar gibi değildir. Şayet “Üçüncü Dünya Savaşı” çıkacaksa, adı “Kıyamet Savaşı” olacaktır. Çünkü eninde sonunda bu büyük güçlerden birinin nükleer silah kullanması, diğerlerini de harekete geçirir bu da kıyametin kopması demek olur. Dilerim kimse böyle bir deliliğe kalkışmaz!

#Amerika Birleşik Devletleri
#Joe Biden
#NATO
#AUKUS
#İngiltere