Partilerin, anayasaları tüzükleridir. Bir partinin işleyişine dair ilk izlenimi, yapısını bu metinlerden öğrenebilirsiniz. Kuruluş gerekçesi, programı ve amaçları bu metinlerde belirtilir. Bir hukukçu olarak partilerin söylemleri ile tüzükleri arasındaki ilişki hep ilgimi çekmiştir bu sebeple… Partilerin tüzüklerinde olmayan kısıtlamaları yani teamülleri de olabilir pek tabii. Bu parti içi siyasi bir çekişmedir, partileri dinamik tutan da bu unsurdur. Ancak bir çerçeve tüzükle ne kadar geniş çizilmiştir bence tüm mesele burada yatmaktadır.
Sorunları bunlardan ibaret değil. 2018 tüzüğü ortaya çıkarken, gelişen itirazları hepimiz hatırlayalım. MYK’nın belirlenmesi, “Büyük kurultayın parti meclisi ve genel başkan seçimine” indirgenmesi, “önseçimin kısıtlanması ve kaldırılabilmesi” ve bir lider partisine dönüştüğü eleştirileri… Bunu seçimlerde ve kurulan masada Kılıçdaroğlu’nun devraldığı yetkilerde gördük. Kılıçdaroğlu hakkındaki başarısızlık gerçekliğinin ağırlıklı payının altında yatan tüzüğe dayanarak, yetkili organlardan aldığı yetki devri ile süreci ilerletmesi aslında. Pek tabii ekip olarak bir kaybediş var. Ama süreci yapılan değişiklilerle oluşan ve aslında ilk adımını orada gösteren parti içi “otoriterleşme” etkisi esas tartışma konusu. Ve bunun dayanağı tüzük. Hukuki açıdan bakarsak meseleye ortada genel başkan krizinden daha çok CHP’nin söylemlerine ters bir yapı ihdas eden tüzük gerçeği var. Bir yandan “çoğulculuk” ve “tek adama karşıyız” deyip öbür yanda kendinize tüzükten kaleler oluşturmak, bunu alt metinlerle desteklemek.
Parti içi demokrasi ülkemizde az veya çok tüm partilerin ilgi alanına girer. Tüzükler partilerin güçlü ve dinamik yapısını tesis için vardır. Lider odaklılık bir tercihtir. Önemli olan söylem ile eylemin uyumu yani tutarlılık! Kazananın listelerini, parti bürokrasisini, bakanlarını, organlarını yenilediği ancak kaybedenin sorunu sadece genel başkanda aradığı bir düzlem. Ana muhalefetin daha yapısal dönüşüm çağrılarına ihtiyacı yok mu?