Türkiye’nin kararlılığı devam edince NATO üyeliği için resmen müracaat eden İsveç, bir taraftan da Türkiye’yi ikna çalışmalarına başladı. Ancak Andersson’un hükümeti tam anlamıyla bıçak sırtındaydı. Bir oyun eksilmesi bile Sosyal Demokrat Parti hükümetini düşürmeye yetiyordu. Bu oy ise İran asıllı ve PKK’lı terörist olduğu halde bağımsız milletvekili seçilen Aminah Kakabaveh’e aitti. Bir tek milletvekili, İsveç’in NATO üyeliği için Türkiye’nin isteklerine eğilim gösterince “desteğimi çekerim!” diyerek, bir hükümeti, hatta bir devleti adeta tek başına parmağında oynatmıştı. Zira 349 sandalyeli İsveç Meclisi’nde asgari 175 oya ihtiyacı olan Başbakan Andersson’un Sosyal Demokrat Partisi Kakabaveh ile sahip olduğu bu bir oy karşılığında YPG/PKK’ya destek anlaşması imzalamıştı. Bir milletvekili ve iplerini adeta elinde tuttuğu İsveç devleti! Oysa Almanya’da Türkiye kökenli 18 milletvekili var. Acaba Belçika’daki, Danimarka’daki, Hollanda’daki ve diğer ülkelerdeki Türkiye kökenli milletvekilleri Türkiye için neler yapabilirler, neler yaptılar? Bilindiği kadarıyla hiçbir şey…
Türk medyasında “Ermeni diasporası”, “Rum/Yunan diasporası”, “Yahudi diasporası” gibi terimler sıkça duyulur. Aslında diaspora kelimesi Yunanca kökenli olup, “sağa sola dağılmış, saçılmış” anlamına gelmektedir. Kamuoyunda özellikle dünyaya dağılmış (sürgün edilen) Yahudiler için kullanılan diaspora kavramı, zamanla Yahudiler gibi ana yurdundan ayrılan diğer milletler veya gruplar için de kullanılmaya başlandı. İlk eklenenler Ermeniler, Rum-Yunan ve Afrikalılar olurken, giderek artan ölçüde Hintliler, Çinliler, Kürtler, Filistinliler ve son yıllarda Suriyeliler ile Afganlar da diaspora ile anılmaya başlandılar.
Bu açıklananlara bakarak ülkesinden uzakta yaşayan her milletin bir diasporası olduğu da anlaşılmamalıdır. Yani hali hazırda uzun süreden beri Ortadoğu’da çok sayıda ABD’li görevli varsa da bölgede Amerikan diasporası bulunduğu söylenemez. Hatta Hindistan’da hala İngilizler var ama bunlar da diaspora değildir. Yani Batı’dan gelip Doğu’ya göçen her millete diaspora denilmemektedir. Avustralya Ortadoğu’ya göre doğuda olmasına rağmen, Avustralya’da bir Yunan-Rum diasporasının varlığı söz konusudur.
Yukarıda adı geçen ilk üç milletle (Yahudi, Ermeni, Yunan) ilgili “Diaspora” kavramı ise 20. ve 21. yüzyıllarda birbirini bütünleyecek şekilde ve iki anlamla birlikte algılanmaktadır. Göç ve “masum” algısı! Diasporalar sonuç itibarıyla göçler sonunda ortaya çıkmışlardır. Burada dikkat çeken husus, tarihin ilk çağlarından beri genelde göçlerin doğudan batıya doğru gerçekleşmesidir. Genellikle de göçe maruz kalanlar ya “masum” kitlelerdir, ya da bu masumiyet algı yönetimiyle çok iyi kullanılmaktadır.
Yahudi diasporasının ortaya çıkışı Filistin bölgesinde isyana kalkan Yahudilerin Roma İmparatorluğu tarafından Hazar Denizi’nden İber yarımadasına kadar sürgün edilmesiyle şekillenmiştir. Birinci Dünya Harbi öncesinde Osmanlı Devleti’nin karşı çıkması sebebiyle Yahudilerin “vaat edilmiş toprakları” Filistin’e dönüşleri büyük ölçüde gerçekleşmese de, özellikle Hitler Almanya’sının Almanya ve işgal ettiği ülkelerde Yahudilere karşı uyguladığı soykırımı, Yahudilerin dünyanın çok çeşitli coğrafyasına dağılmasına sebebiyet vermiştir.
Bir zamanlar Yahudilerin, Rum-Yunan ikilisinin ve Ermenilerin dağılması yönünde hatırlanan diaspora sözcüğü, daha sonra “göçmen”, “vatansız”, “mülteci”, “misafir işçi”, “sürgün topluluğu”, “yurt dışı topluluğu”, “etnik topluluk” gibi terimlerle sürdürülmüş olsa da her üç diasporanın ortak özelliği; her üç milletin de dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olmaları ve bulundukları ülkelerde bir şekilde ülke yöneticilerini etkileyebilecek siyasi, medya ve parasal imkanlara sahip olmalarıdır. Özellikle ABD olmak üzere, bilhassa Batı ülkelerinde kendi devletleri ve milli çıkarları ile doğrudan bağlantılı lobicilik faaliyetleri yürütmeleridir. Gelinen günde Yahudi diasporası denildiğinde, İsrail dışında yaşayan Yahudiler akla gelmektedir.
Bir diğeri ise Ermeni diasporasıdır. Bu diasporanın ortaya çıkmasında Osmanlı İmparatorluğu döneminde başta Amerikalılar olmak üzere, Batılı misyonerlik kurumlarının büyük payı vardır. Zira Türk coğrafyasında açılan sayısız misyoner okullarında eğitilen Ermeni çocuklar içerisinde zekâ ve çalışkanlığı ile dikkat çekenler, misyonerler tarafından kendi ülkelerinde eğitime devam ettirilmişlerdir. Bu arada Osmanlı topraklarında yaşayanlar arasında yabancı dil bilenler de gene çok sayıdaki Batılı ülkelerin konsolosluklarında ve okullarında görev almışlardır.
Göçmenlerin en önemli özellikleri ülkenin siyasi, ekonomik ve medya kuruluşlarına yakınlık yanında, birbirlerine karşı had safhadaki tutkunluklarıdır. Yahudi, Rum-Yunan ve Ermeni diasporaları siyasi partilere de girmek suretiyle eyaletlerin ve devletin meclislerinde isteklerini yerine getirmekte pek hünerli olmuşlardır. Gene bu üç milletin diasporaları ABD’de kurmuş oldukları çok çeşitli dernek, düşünce kuruluşu ve hayır cemiyetleri vasıtasıyla güçlü lobicilik kurumlarına erişerek Amerikan Kongresi’ni ve yönetimleri etkilemeyi sürdürmüşlerdir. Bu lobilerin sürüklediği ABD yönetimlerinin Türkiye aleyhtarı faaliyetleri anlatmakla tükenmez…
Türkler doğudan batıya göç ederken, doğudaki varlıklarını da korumuşlardır. Çin Seddi’nden itibaren Adriyatik Denizi’ne ve Viyana’ya, Mısır ve Hicaz’dan Ukrayna steplerine kadar uzanan bu göçler sırasında da geçtikleri yerde genellikle Türk unsurunu kalıcı olarak da bırakmışlardır. Son 60 yılda ise Avrupa’nın hemen her ülkesine kadar “işçi” olarak başlayan serüvenle bu göçü sürdürmeye devam etmişlerdir.
Gelinen gün itibarıyla çoğunluğu Almanya’da olmak üzere 6 milyona yakın Türkiye kökenli insan Avrupa’da yaşamaktadır. ABD’deki üç diaspora ile Fransa’daki Ermeni diasporalarının nüfus sayısıyla kıyaslandığında dört milyona yakın nüfusuyla Almanya’daki Türklerin, Türkiye konusunda pek de başarılı olduğu söylenemez. Eylül 2021’deki genel seçimler sonucunda Almanya’da 18 Türkiye kökenli milletvekili meclise girmiştir. Avrupa Parlamentosu’nda ve eyaletlerde de Türk görevliler mevcuttur. Buna rağmen 2016 yılında sözde “Ermeni soykırımı” yasa tasarısı Federal Alman Meclisi Bundestag’ta kabul edildi. Oylamada sadece bir Alman (CDU) Milletvekili ret oyu ve aynı partiden gene bir Alman milletvekili çekimser oy kullanmıştı. 11 Türkiye kökenli vekilin destek verdiği tasarı ise Yeşiller Partisi’nin Türkiye kökenli Eş Başkanı Cem Özdemir tarafından getirilmişti. Bu nasıl olabilir?
Mayıs 2020’de İsveç’te gerçekleştirilen genel seçimlerle parlamentoya giren dört Türk asıllı Sosyal Demokrat İşçi Partili milletvekili Mayıs 2020’de “Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkı’” başlığı ile parlamentoya sunulan öneriye destek verdikleri gibi, PKK terör örgütünü de ‘Kürt İşçi Partisi’ şeklinde nitelendirdiler. Kürdistan adlı bir devletin Türkiye, İran, Irak, Suriye coğrafyasında kurulması için verilen önergeye sahip çıktılar.
Benzer “Türkiye karşıtlığı” hareketler Avrupa’nın diğer ülkelerinde de mevcuttur. Bu ülkelerden Hollanda’da Mart 2022’de gerçekleştirilen Temsilciler Meclisi’ne beş Türkiye kökenli milletvekili girdi. Belçika’da Mayıs 2019’daki genel ve bölgesel seçimlerde ikisi federal milletvekili olmak üzere yedi Türk kökenli kişi milletvekili seçildi. Danimarka’nın 2019 genel seçimlerinde ise Türkiye kökenli üç kişi milletvekili seçildi. Türkiye karşıtlığı tavan yapan ülkelerden Avusturya’da ilk kez 2013 yılında, biri önceki dönemde de milletvekili olan üç Türkiye kökenli kişi milletvekili olarak seçildiler. İsviçre’de de zaman zaman bir ile beş kişi arasında Türkiye kökenliler meclise girmeyi başarsalar da İsviçre’nin de Türkiye karnesinin pek iyi olmadığı bilinmektedir. İngiltere ve İtalya’da Türkiye kökenli milletvekili yok iken, Almanya’dan sonra açık ara da olsa Türklerin sayısal olarak en çok yaşadığı Fransa’da ise Türk milletvekili seçilememektedir.
Bilhassa Almanya olmak üzere, Avrupa’da iş ve aş imkanı buldukları gibi, yaşadıkları ülkelerin sosyal ve ekonomik hayatlarına da entegre olan Türkiye kökenliler arasında PKK terör örgütü sempatizanlarının da Ermeni, Rum-Yunan ve Yahudi diasporaları gibi masum ve mazlum algısı yaratmaya veya gösterilmeye çalışıldığı doğrudur. Ancak bu kitleler, hiçbir şekilde yaşadıkları ülkenin ekonomik hayatına Türkler kadar katkı verememektedirler.
Avrupa ülkelerindeki Türkiye kökenliler genellikle siyasi partilere üye olarak ve mevcut sosyal ve kültürel dernekleri kullanmak suretiyle özellikle de tercihli oyları alarak seçilmektedirler. O halde bu sosyal ve kültürel derneklerin ileri gelenleri Türkiye konusunda aydınlatılamaz mı? Bu aydınlatma ille de o ülkedeki diplomatik misyonlara yüklenmemelidir. Hemen her ülkeyle ticaret yapan iş adamları, iş dünyasının giderek sayısı artan odaları bir şeyler yapamazlar mı?
Unutulmasın ki, Türkiye kökenli milletvekillerini seçen tercihli oyların çoğunluğu bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçmiş olsalar da gene bu milletin evlatları tarafından verilmektedir. İsveç’te bir İran kökenli PKK sempatizanı milletvekilinin yaptığını, aynı ülkedeki 4-5 Türkiye kökenli milletvekili yapamıyorsa, Almanya’da 18 Türkiye kökenli milletvekili söz konusu Türkiye olunca kraldan çok kralcı olup, Türkiye aleyhindeki tasarılara oy veriyorsa, bu işte bir yanlışlık var demektir. Hiçbir kimse kolaycılığa kaçarak, “zaten seçilen milletvekilleri ya solcu ya bölücü!” diyerek bu önemli sorunu hasıraltı yapmaya çalışmamalıdır. Bu işi çözmek devletçe, milletçe, Avrupa’daki Türk diasporasının dernek yöneticilerince, Türk işadamlarınca ve diasporanın Türkiye’deki akrabaları tarafından yapılacak iş birliği ile mümkün olabilir.