Bu operasyon, Suriye'de 2011 yılından beri devam eden ve giderek içinden çıkılmaz hale gelen krizde dengelerin ne kadar değişken olduğunun ve yeniden değiştiğinin de önemli bir göstergesi. Operasyonun ve devamında yaşanacak gelişmelerin, şüphesiz Suriye'deki denklemde önemli bir etkisi olacak. Son sözü baştan söylemek gerekirse, Türkiye'nin bu krize artık daha faal müdahil olacağı ve bilhassa sınır hattında oldu-bittilere göz yummayacağı kesinleşmiştir.
Hafızamızı tazelemek gerekirse, Suriye krizinin çözümü ve krizin ortaya çıkardığı insani trajedinin son bulması için Türkiye 2011 yılından beri ikili, bölgesel ve küresel düzeyde girişimlerde bulunmaktaydı. DAEŞ tehdidinin 2014 yılında iyice belirgin hale gelmesi, krizi ve insani trajediyi gölgelese de Türkiye DAEŞ'le mücadelede iki noktayı ön plana çıkarmıştı. Bunlardan biri DAEŞ tehdidine sadace askeri perspektiften yaklaşılmaması, kapsamlı ve gerçekçi bir politika uygulanması; diğeri ise Suriye-Türkiye sınırında güvenli bölge ilan edilerek hem insani açıdan bir ara çözüm bulunması hem de Türkiye'nin istikrarsızlıktan daha fazla etkilenmemesiydi. Ancak gelişmeler Türkiye'nin beklentilerinin aksi yönde olmuş ve Suriye'deki kriz devam ederken 911 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırının büyük kısmı DAEŞ ve PKK bağlantılı YPG olmak üzere iki terör örgütünün kontrolüne girmişti. Bu noktada sınır hattındaki oldu-bittilere itirazlarını giderek arttıran Türkiye bir yandan güvenli bölge talebini dile getirmeye çalışırken diğer yandan bu iki terör örgütünün Türkiye içindeki saldırı girişimlerini önlemeye çalışmaktaydı. Ancak gerek ülke içinde gerekse bölgede yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin daha faal adımlar atmasının önündeki en önemli engellerdi.
Cerablus operasyonu, aslında daha önceden planlanan ancak bazı iç ve dış gelişmeler nedeniyle ertelenen bir operasyondu. Operasyonun zamanlaması ve gerçekleştirilmesi aşamasında yaşananlar ise Türkiye açısından birden fazla mesaj barındırmaktaydı.
Operasyonun zamanlamasında DAEŞ ve YPG'nin attığı bazı adımlar belirleyici oldu. DAEŞ'in son Gaziantep saldırısı ve YPG'nin sınır hattında bir kuşak oluşturma girişimi Türkiye'nin harekete geçmesinde etkili oldu. 24 Kasım 2015'te sınır ihlalinde bulunan Rus uçağının düşürülmesinin ardından Türkiye'nin sınırın Suriye tarafındaki hareketliliği büyük ölçüde kısıtlanmıştı. Bu nedenle DAEŞ'le mücadele ve misillemeler daha ziyade top ve obüs atışlarıyla gerçekleştirilmekteydi. Ancak Rusya ile kriz öncesine dönülmesine yönelik adımlar atılması, Türkiye'nin farklı opsiyonları da etkili bir şekilde kullanmasının önünü açmıştır.
YPG açısından bakıldığında Türkiye, YPG'nin Fırat nehrinin batısına geçmesini bir kırmızı çizgi olarak deklare etmişti. Ancak YPG, koalisyon hava desteğini de arkasına alarak kontrol altındaki toprakları Afrin'den Doğuya Fırat nehrinden de batıya doğru genişletme girişimlerine devam etmekteydi. Türkiye'nin tepkisini dindirmek için YPG, Demokratik Suriye Güçleri (DSG) çatısı altına girse de DSG'nin bir maske olduğu ve ana omurgasının YPG'den oluştuğu açıktı. YPG'nin Fırat nehrinin batısındaki Menbiç'i alarak ilerlemesine devam etmeye çalışması kritik bir adımdı.
Operasyonun Türkiye açısından en önemli mesajı, Türkiye'nin sınır hattında DAEŞ-YPG ikilemine mecbur olmadığının açık bir şekilde gösterilmesiydi. Zira Batı kamuoyu DAEŞ terörü üzerinde yoğunlaşırken PKK'nın Suriye kolu olan YPG'nin Suriye içindeki ve PKK aracılığıyla Türkiye topraklarındaki şiddet eylemleri ve terör hareketleri görmezden gelinmekteydi. Hatta Kobani olayı “efsaneleştirilerek” YPG, DAEŞ karşısında tek yerel güç olarak lanse edilip bu örgüte sonuna kadar koalisyon hava desteği verilmekteydi. YPG'nin kullandığı bu “keyfiyet” elbette uzun ömürlü olmayacaktır ancak Batı kamuoyuna pazarlanan “sekülerlik” algısı üzerinden bir süre daha devam edeceği söylenebilir. Bu noktada Türkiye, YPG üzerinden kurgulanan algıyı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile işbirliği yaparak ciddi anlamda zedelemiştir. Zira pazarlananın aksine, Suriye'nin daha geniş bir kısmını temsil eden alternatif bir gücün DAEŞ karşısında başarılı olabileceği gösterilmiş oldu.
Cerablus operasyonu Türkiye'nin bölgesel ve küresel ilişkileri ve diplomasisi açısından da anlamlıydı. Zira ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile IKBY Başkanı Mesud Barzani'nin Ankara'da olduğu bir günde gerçekleşen operasyona yönelik bölgesel ve küresel düzeyde ciddi bir tepki gelmemiştir. Aksine, koalisyon güçleri, operasyonu hava güçleriyle desteklemiş, en ciddi itirazın gelmesi beklenen Rusya ise sadece kaygılarını dile getirmiştir. Buradan hareketle Türkiye'nin operasyondan önce bölgesel ve küresel taraflarla iletişim halinde olduğu görülmektedir. Operasyon çerçevesinde yürütülen diplomasinin ABD'ye de üstü örtülü bir mesaj içerdiği söylenebilir. Her ne kadar ABD Türkiye'nin meşru müdafaa hakkını desteklese de 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin ardından ABD ile ilişkilerin gerildiği bir dönemde Türkiye'nin ABD'nin yanı sıra Rusya ve İran gibi ülkelerle bölgesel denklemde rahatlıkla işbirliğine gidebileceği mesajı verilmiştir.
Operasyonun Türkiye açısından bir diğer anlamı 15 Temmuz darbe girişimiyle ilişkilidir. Darbenin bastırılması ve darbecilerin TSK'dan tasfiyesinin ardından TSK'nın komuta kademesine ve operasyonel gücüne yönelik bir çok spekülasyon yapılmıştı. Operasyonun planlı ve başarılı bir şekilde gerçekleştiriliyor olması bile bu spekülasyonların önüne geçmiş ve net bir mesaj vermiştir.
Cerablus operasyonu hedef olarak sadece Cerablus'un DAEŞ'ten alınmasıyla sınırlı olmayıp henüz devam etmektedir. Bununla beraber operasyonun Suriye'deki durumun tamamı üzerinde belirleyici olacağını iddia etmek güçtür. Operasyon büyük ölçüde Suriye'nin kuzeyindeki güç dengesi üzerinde etkili olacaktır. Bu noktada ÖSO birliklerinin Türkiye desteğini arkasına alarak sınır hattında DAEŞ kontrolündeki diğer bölgeleri ele geçirmeye devam etmesi beklenmektedir. Burada ise üç sorunun ortaya çıkması muhtemeldir.
Bunlardan birincisi DAEŞ'in toprak kayıplarının artmasına bir tepki olarak Türkiye'ye yönelik misilleme eylemlerinde bulunma ihtimalidir. DAEŞ saldırıları, Suriye topraklarındaki Türk kuvvetlerine yönelik olabileceği gibi Türkiye sınırları içinde terör saldırıları şeklinde de kendisini gösterebilir. Ancak DAEŞ'in Rakka'yı muhafaza etmek istemesi ve Irak'ta Musul'u kurtarmaya yönelik hazırlıklar, örgütün cepheyi genişletmekten çekinmesine neden olabilir. Ayrıca 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde ve sonrasındaki provokasyon niteliğindeki DAEŞ saldırıları dikkate alındığında istihbarat ve güvenlik güçlerinin böylesi bir saldırıyı engellemeye yönelik teyakkuz halinde olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
İkinci olarak Türkiye'nin desteğiyle DAEŞ'ten kurtarılan her bir yerleşim birimi, YPG tarafından net bir kayıp olarak değerlendirilecektir. Zira YPG'nin hem DAEŞ karşıtı etkili tek yerel güç olma keyfiyeti sona ermiştir hem de kendisinin ele geçirmeyi planladığı topraklarda artık alternatif ve kapsayıcı bir güç bulunacaktır. Bu nedenle PKK'nın tıpkı 15 Temmuz öncesi ve sonrasında olduğu gibi terör eylemlerine devam etmesi ve saldırılarının dozunu arttırması söz konusu olabilecektir. Ayrıca YPG'nin Fırat'ın doğusuna çekilmemesi, Türkiye'nin müdahalesine neden olacaktır. Zira Türkiye operasyonu başlatırken, operasyonun Türkiye'nin güvenliğini sağlamak ve sınırı terör örgütlerinden temizlemek olduğunu açıklamıştır. Bu nedenle YPG'nin Suriye'de gerilemesi, PKK'nın dikkat dağıtmak amacıyla daha yoğun saldırılarına neden olabilecektir.
Son olarak Türkiye'nin desteklediği ÖSO'nun DAEŞ ve YPG karşısında başarılı olmasının ardından Suriye'nin kuzeyindeki gelişmelerin diğer bölgeler üzerindeki etkileri de önemli olacaktır. Zira DAEŞ ve YPG krizin başından beri gri alanda bulunarak gerektiğinde rejimle işbirliği yapmaktan çekinmemiştir. ÖSO ise temel olarak rejimle ve Rusya, İran, Hizbullah gibi ortaklarıyla mücadele ederken bir yandan da bu örgütlerle mücadele etmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla ÖSO'nun bu iki örgüt karşısında ilerlemesinden sonra konsantrasyonunu Halep, Lazkiye, Şam gibi bölgelerde yoğunlaştırması, Şam-Moskova-Tahran hattı ile Ankara arasında yeni gerilimler ortaya çıkarabilecektir.
Sonuç olarak Türkiye'nin en uzun kara sınırına sahip olduğu Suriye'deki gelişmelere daha aktif müdahil olduğu ve sınır hattındaki oldu-bittilere kayıtsız kalmayacağı mesajı net bir şekilde verilmiştir. Cerablus operasyonu Cerablus'la sınırlı olmayan; ancak Suriye'deki krizin tamamını da kapsamayacak bir çerçeveye sahiptir. Operasyonun amacını kısa vadede Suriye sınırında Türkiye'ye tehdit oluşturan terör gruplarının etkisinin minimize edilmesi şeklinde ifade etmek mümkündür. Bu amaç başarıldıktan sonra ise bölgesel ve küresel gelişmelere bağlı olarak Suriye'deki bütüncül denklemi etkileyebilecek gelişmeler söz konusu olabilecektir.