İnsanlar yıllarla, devletler on yıllarla ve milletler yüzyıllarla yaşar derler. Buradan yola çıkarsak insan ömrüne sığmayan bazı durumları görmek devletlere nasip olabilir. Devletlerin görmeye ömürlerinin yetmediği bazı gelişmeleri de milletler görebilirler. Osmanlı’da vatan kavramını ortaya atan Namık Kemal, Londra’da Britanya Müzesi Kütüphanesi’nde kayıt formunu doldururken millet kısmına “Müslüman” yazmış. Bu kabul olmayınca “Osmanlı” ve bu da kabul görmeyince “Türk” olarak kaydettirmiş. Hangisinin diğerini kapsadığı zaman içinde değişse de bu üç kimlik üzerinden ortaya çıkan siyaset biçimleri Osmanlı’dan bugüne toplumun akışını etkiledi. Bugün cari siyasal sistem içindeki geçişkenlikleri de Namık Kemal parantezinde değerlendirmek mümkün. Zira dip dalga olarak isimlendirdiğim yeni gelişmeleri hareketlendiren fay blokları burada yer alıyor.
Osmanlı sonrası Türkiye’ye biçilen rol, ölü taklidi yaparak hayatını sürdürmesiydi. Fazla sesi çıkmazsa yaşamasına izin verilebilirdi. Bunun sürdürülemeyeceğini düşünen öncü isimlerden ikisi Nuri Killigil ve Nuri Demirağ idi. Her ikisi de yerli ve milli savunma sanayii ve havacılık alanlarında gayret gösterdiler. Bu öncü isimler farklı yöntemler kullanılarak etkisiz hale getirilip, teşebbüsleri akamete uğratıldı. Sonrasında Türkiye’nin sanayi yoluyla gelişmesini ve özellikle bağımsız savunma sanayii kurmasını arzu eden dip dalga genişlemeye başladı. Savunma sanayii olmadan yapılan her hareket başarısız kalmaya mahkumdu.
Necmettin Erbakan ve kadrosunun yönettiği siyasi irade, bu dip dalganın sonraki adreslerinden biriydi. Yerli araç ve motor teşebbüsleri kimilerince mizah konusu, kimilerince düşmanlık sebebi olarak belirlendi. Türkiye’nin ölü taklidi yapması giderek zorlaşıyordu ve bunun öncü işaretlerinden biri Kıbrıs Barış Harekatı’ydı. “Kıbrıs miladı” olarak tanımlayabileceğimiz bu çizgi, dip dalganın kendini gösterdiği alanlardan biriydi. Ambargolar, hareketlendirilen sokaklar ve sonrasında gelen darbeyle dip dalganın önüne geçilmek istendi ve suni bir kamplaşma ajandası dayatıldı. Darbe sonrası dip dalganın adresi Turgut Özal isminde mücessem hale geldi. Teknolojide dünya ile entegre olunarak aradaki fark kapatılmaya çalışıldı. Burada Batı’nın Türkiye’ye biçtiği rol, kendine bağımlı, çizilen sınırların dışına çıkmayan bir modernleşmeydi. Ancak hem içeride hem de dışarıda yaşanan gelişmeler bunun imkansızlığını gösterdi. Bosna-Hersek ve Azerbaycan’da, 90’ların hemen başında yaşanan katliamlar karşısında gösterilen cılız tepkiler dip dalgayı yeniden harekete geçirdi ve ülkenin izleyeceği yolun yerli ve milli bir istikamette ilerlemesi gerektiği ortak düşünce haline geldi.
1999 depreminde sarsılan Türkiye’de yeni bir dip dalga harekete geçti. 90’lar ağır bedeller ödenerek alınmış derslerle doluydu. İnsan hafızasının yetersiz kaldığı yerde, devlet hafızası, onun da yetersiz kaldığı yerde millet hafızası devreye girdi. İki yüzyıllık Rus kuşatmasını Moskof olarak kodlamış olan Türkiye, Namık Kemal’in mücerret vatan düşüncesine aradığı elbiseyi aramaya devam ediyordu. Elinde mavzer olsa da kendi üretmediği bir silahın aslında çok da hükmü olmadığını, karşılaşılan ambargolarla ve hatta Cihan Harbi öncesinde parası verildiği halde İngiltere’nin el koyup teslim etmediği gemilerle defalarca yaşamıştı. Bugün yaşanan F-35 krizinin de benzer bir keyfiyet taşıdığını söyleyebiliriz.
Geldiğimiz noktada millet hafızasının topladığı enerji büyük bir dip dalgayı işaret ediyor. Savunma sanayiini ve havacılık iddiasını millileştirmiş bir Türkiye artık hayal değil. Geliştirilen İHA ve SİHA sistemleri ve bu alanda öne çıkan Selçuk Bayraktar ismi yeni bir geleceği işaret ediyor. Erbakan, Özal ve Erdoğan dönemlerinden nüveler taşıyan bu yeni dip dalga sadece siyaset yapma biçimini değil Türkiye’nin geleceğe bakma penceresini de yeniden tarif edecek. Azerbaycan ve Libya’da gösterilen askeri başarılara dünyanın dört bir yanında bayrak gösteren Kızılay ve diğer insani yardım aktörlerini de eklediğimizde, toplum mukavemetinin ne denli güçlü olduğunu görebiliyoruz. Bu güç aynı zamanda, amacına dahili karışıklıklarla ulaşmayı murat edenlerin planlarını da bozuyor. Askeri casusluk faaliyetlerinin merkezinde yer alan yerli ve milli savunmayı engelleme girişimleri, sadece basit bir sanayi casusluğu değil Türkiye’nin ölü taklidi yapmasını isteyenlerin, imkansız isteklerini şahsi menfaatlerle birleştirme çabasıdır. Böylesi bir hıyanetin arka planında şahsi emeller olduğu kadar dip dalgayı görmemek de yer alıyor. 15 Temmuz’da harekete geçen ve Türkiye fikri etrafında birleşmenin ne denli büyük bir enerji ürettiğini gösteren dip dalgadan söz ediyorum. Azerbaycan ve Balkanların çoktan farkına vardığı ama merkezdeki Türkiye’nin henüz tam olarak kavrayamadığı bu dip dalganın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın zaman önce okurlarla buluşan “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” kitabındaki perspektifle örtüştüğünü görüyoruz.
Türkiye’nin yeni dip dalgası siyasetten bağımsız değil ancak sadece siyasete bağlı olduğunu söylemek de yanlış olur. Teknofest’e gösterilen teveccüh ve bu alanın siyaset üstü kabul edilmesi sadece bir iyi niyet gösterisi değil aynı zamanda dip dalganın da kabul gördüğünün işareti olarak kabul edilebilir. Farklı özellikleriyle gündeme getirilen ve ismine “Z” denilen yaş kuşağına izafe edilen bu harfin, zaferi müjdelediği bile söylenebilir. Bildiğimiz şekliyle düşünmeyi sona erdirecek ama Namık Kemal, Nuri Killigil, Nuri Demirağ, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan vizyonunda farklı parçalarını barındıran yepyeni bir dip dalgasıyla karşı karşıyayız. Nobel ödüllü Aziz Sancar’ın, Selçuk Bayraktar’ın gözlerinde gördüğü de bundan başka bir şey değil. İnsan ömrüyle ölçüldüğünde uzun zamandır beklenen ama “millet” zaman birimiyle ölçüldüğünde tam vakti olan oldukça genç bir dip dalga. Gerçek bağımsızlığın; gerçek refahı, gerçek adaleti ve gerçek kalkınmayı getireceğinin farkında olan bu dip dalganın sahibi de yarınlarımızı emanet edeceğimiz gençlerimiz.