Hal böyle olunca hem küresel düzlemde hem de bölgeler düzeyinde krize giren liberal-güvenlikçi sistem kendini küresel terörle mücadele adına yeniden kurgulama yoluna giderken önleyici bölgesel savaşları bir çıkış yolu olarak görüyordu. Bu minvalde koalisyon güçleri Afganistan'a girerken ABD güneyde Irak'ı işgal edecek ve akabinde Ortadoğu'da bir dizi jeopolitik tasarımlar ve projeler tedavüle sunulacaktır. Fakat sınırları belirsiz olan bu küresel terörle mücadele retoriği ve onu besleyen askeri ve siyasi pratikler ve işbirlikleri 21. yüzyılın ilk onuncu yılında çatırdamaya başlayacak ve post-11 Eylül küresel düzen çok yönlü meydan okumaların muhatabı olacaktır.
Bugün DAEŞ kendisine biçilen rolü en iyi oynayan rasyonel bir örgüt olmuştur. Kendisini İslam Devleti olarak ilan eden örgüt aslında ne İslami ne de devlet olmasına rağmen gördüğü işlev ve üstlendiği bölgesel rol nedeniyle hem müslümanları hem de bölge devletlerini hedef alan bir yapıya bürünmüştür. Daha önce de ifade edildiği gibi terör bir olayın gerçek yüzünü saklayan bir örtü olarak karşımıza çıkmakta ve bu örtü kaldırılmadan da terörün ne gerçek yüzü ne de kim için ne yapmak istediği tam olarak anlaşılmayacaktır. Bu açıdan bakıldığında karşımıza çıkan gerçek, terörün hız kazandığı dönemler ile uluslararası siyasal ilişkiler, jeoolitik ve jeo-ekonomik stratejiler, bölgesel ve ülke düzeyindeki ekonomik, siyasi ve toplumsal gelişmeler arasında yakın ilişkilerin olduğudur. 2000'lerde güçlenen ekonomileriyle öne çıkan gelişmekte olan ülkelerin gerek terörle gerekse toplumsal olaylarla hizaya getirilme çabaları bu manada daha da anlaşılır olacaktır. Bu bağlamda Türkiye ve Brezilya daha derin incelenmeyi bekleyen iki örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda çizilen çerçeveden Türkiye'nin terörle mücadelesine baktığımızda ise Türkiye'nin dünya haritasındaki yeri ve bölgesindeki rolü bilinmeden bu meselenin kapsamlı bir okunmasını yapmak mümkün olmayacaktır. Terörün dünya tarihinde yeniden küresel aktörlerin bölgesel stratejilerini pratiğe geçirmede kullanışlı bir araç haline geldiğini görmeden yapılan anlama ve tanımlama Türkiye'nin muhatap olduğu terörü tarif ve tasnifte de bizi doğru yere götürmeyecektir. Bugün PKK terörü literatürde tarif edildiği gibi ne zayıfın bir silahıdır ne de sosyo-siyasal hakların elde edilmesi için araçsallaştırılan bir şiddet/iletişim stratejisidir. Bugün PKK, tıpkı FETÖ, DAEŞ, PYD ve türevleri gibi küresel aktörlerin bölgesel amaçlarını gerçekleştirmede rol alan terör yapılanmalarıdır. Bu bağlamda Türkiye'nin muhatap olduğu terör jeopolitiktir, stratejiktir ve konjektüreldir.
Türkiye'nin terörle mücadelesi hiç bir zaman Türkiye'nin sınırlarında cereyan eden kriminal bir mesele olarak asla okunmamalıdır. Ortadoğu'da henüz Sykes-Picot hesabı bitmemiş aktörlerin sinirine dokunmuş ve maliyeti ne olursa olsun Türkiye'nin yeniden kontrol edilir bir ülke konumuna getirilmesi gerektiği düşünülmüştür. İşte tam da bu noktada terör son derece kullanışlı bir araç olarak devreye girmiş ve küresel aktörler tarafından dektek bulmuştur.
Türkiye'nin bu bağlamda terörle mücadelesi iki farklı kulvardan fakat simültane yürütülmek koşuluyla yeni bir boyut kazanmıştır. Birincisi Türiyenin kendi coğrafyasında yürütmek zorunda olduğu terörle mücadeledir. İkincisi ise Türkiye'nin uluslararası düzeyde yürüteceği etkin terörle mücadeledir. Türkiye'nin terörle mücadelesinde birinci aşama hiç kuşkusuz kendi coğrafyasını ilgilendiren ve üç yönde yürütülen bir aşamadır. Bunlardan ilki terörün polisiyeyi ilgilendiren alanlarda kriminal merkezlere yapacağı operasyonlar ve baskınlar neticesinde sürdürülen bir mücadeledir. Bu özellikle son dönemlerde Suriye'den sızan yabancı uyruklu DAEŞ unsurlarının PKK ve FETÖ bağlantılı unsurlardan aldığı lojistik desteklerle sivil hedeflere gerçekleştirdiği eylemleri minimize etmeye veya tamamen önlemeye dönük bir çalışma olacaktır. Bu ancak FETÖ ve diğer tehlikeli virüslerden ayrıştırılmış bir emniyet gücüyle mümkün olacaktır. İkincisi Türkiye'nin sınır bölgelerinin hatta sınır hattının dışında kalan bölgelerin kontrolüne yönelik askeri operasyonların derinleştirildiği bir güvenlik hamlesiyle gerçekleştirilecektir. Bu Türkiye'yi asimetrik terör saldırılarının hedefi olmaktan çıkaracak ve içeride teröre taşeronluk yapan unsurların hamlelerini zorlaştıracaktır. Üçüncüsü ise Türkiye'nin tüm sivil siyasetinin ve toplumunun dahil olacağı Türkiye'de terörü besleyen sosyo-siyasal ve ekonomik unsurların bertaraf edileceği uygun şartların yaratılması mücadelesi olacaktır. Bu sivil ve medeni katkı teröre kayan sosyolojinin durdurulmasında kilit rol oynarken Türkiye'nin terörle mücadelesini sadece güvenliği ilgilendiren bir boyut olmaktan çıkaracak ve terörle mücadelenin tüm boyutlarıyla sahiplenilmesinin yolunu da açacaktır. Aksi halde sadece polise ve askere tasnif edilen terörle mücadele yeni mağduriyetler ve mazlumlar sosyolojisi yaratacak ki bu da Türkiye'nin uluslararası ölçekte teröre karşı söylem gücünü zayıflatacaktır.
Türkiye'nin terörle mücadelesinin ikinci boyutu ise uluslararası düzeyde yürüteceği diplomasiyi ve politik ekonomiyi ilgilendiren retoriksel ve pratiksel alanlarda olacaktır. Bu türde yapılan terörle mücadelenin arka planındaki ve Mahir Kaynak'ında sıkça üzerinde durduğu rasyonalite şudur: terörizm olgusu emperyalist devletlerin uluslararası arenada oynadıkları hakimiyet oyununda sahneye koyduğu ve figüran olarak kullandıkları terör örgütlerine uygulattırdıkları kanlı bir taktiktir. Eğer günümüzün çağdaş asimetrik terörün arka planındaki amacı ve sponsorunu tam olarak kavramadan terörle mücadeleye kalkarsak yapılacak mücadele nafile bir çaba olacak ve başarısız olmaya mahkum kalacaktır. Türkiye bu çerçevede gerek diplomasisinin gücüyle gerekse uluslararası sivil unsurlarıyla kapsamlı bir terörle mücadele yürütmek zorundadır. Bir başka ifadeyle Türkiye terörle mücadelesine Diyarbakır'dan değil Moskova'dan, Washington'dan, Paris'ten, Berlin'den, Lahey'den ve Londra'dan başlanmak zorundadır. Bilinmelidir ki küresel aklın 15 Temmuz'da FETÖ terör örgütü üzerinden alamadığı sonucu Moody's gibi küresel finans kredilendirme şirketlerinin yumuşak saldırılarıyla peyderpey alınmaya çalışılacaktır. Ayrıca DAEŞ'in Türkiye'de yumuşak hedeflere yapacağı saldırılar ve FETÖ'nün uluslararası kamuoyunda yürüteceği Türkiye karşıtı algı yaratma terör faaliyeti de yine bu bağlamda Türkiye'yi hizaya getirme ve teröre teslim etme siyaseti olarak değerlendilmelidir. Türkiye'nin küresel düzlemde terörle mücadelesi uluslararası güçlerin bölgesel politikalarıyla çatışacağı için Türkiye'nin bu konuda işi çokta kolay olmayacaktır.