Türkiye’nin BRICS blokuna katılma girişimi, son yıllarda ülkemizin küresel politikada yeni dengeler kurma arayışının somut bir göstergesi. Bu hamle, sadece Türkiye’nin ekonomik ve ticari çıkarlarını değil, aynı zamanda jeopolitik hedeflerini ve diplomatik vizyonunu da yeniden şekillendiriyor. Türkiye’nin BRICS’e katılma isteği, Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıllar boyunca başarıyla uyguladığı “denge siyaseti” anlayışının modern dünyadaki yansıması ve ülkenin küresel güçler arasındaki pozisyonunu yeniden belirleme çabasının bir göstergesidir.
BRICS, 2009 yılında kurulmuş ve gelişmekte olan ekonomiler için alternatif bir iş birliği platformu olarak tasarlanmıştı. Blok, günümüzde hem kapsadığı nüfus açısından hem de küresel ekonomik güç açısından her geçen yıl genişliyor ve etkisini arttırıyor. Bu büyük ekonomik potansiyel, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için hem ticari hem de siyasi açıdan cazip fırsatlar sunuyor. Türkiye, BRICS’e katılarak dünya ekonomisinde daha büyük bir rol oynamayı, ticari ortaklıklarını çeşitlendirmeyi ve özellikle Anglo-Amerikan sistemin hâkim olduğu uluslararası arenada daha bağımsız hareket edebilmeyi hedeflemektedir.
İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE UZANAN STRATEJİ
Tarihsel bir atıfla ifade edilmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Osmanlı’dan miras kalan denge siyaseti anlayışını süreklilik arz eden bir dış politika stratejisi olarak benimsemiştir. Tarih boyunca büyük güçler arasındaki rekabetten faydalanarak ülkenin çıkarlarını koruma amacı güden bu yaklaşım, modern dönemde de Türkiye’nin dış ilişkilerinde kendini göstermektedir. Nitekim NATO üyesi olan Türkiye, bir yandan Batı ile stratejik ilişkilerini sürdürürken, diğer yandan Rusya, Çin ve Orta Doğu’daki bölgesel aktörlerle dengeli ve çok yönlü bir diplomasi yürütmektedir. BRICS’e katılım süreci de bu politikanın bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Zira Ankara, küresel güç dengeleri içinde bağımsız bir aktör olarak konumunu sağlamlaştırma çabasındadır. Bu süreklilik, Türkiye’nin uluslararası alandaki etkisini artırırken, aynı zamanda küresel ve bölgesel krizler karşısında esnek hareket edebilme yeteneğini güçlendirmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde uygulanan denge siyaseti, büyük güçler arasındaki rekabetten faydalanma üzerine kurulmuştu. Devlet erkanı, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi büyük güçlerle diplomatik ilişkilerini dikkatli bir şekilde yöneterek hem bölgesel hem de küresel etkisini uzun yıllar korumayı başarmıştı. Türkiye, bugün benzer bir strateji izleyerek NATO ve AB ile olan ilişkilerini sürdürürken, aynı zamanda BRICS gibi Batı dışı güçlerle de ittifaklar kurmaya çalışıyor. Bu denge politikası, Türkiye’nin çok yönlü bir dış politika izlemesini ve küresel arenada özgül ağırlığı daha yüksek bir aktör olarak hareket etmesini sağlıyor.
FIRSATLAR VE ZORLUKLAR
Şurası bir gerçek ki, Türkiye’nin BRICS’e katılma süreci, ekonomik açıdan da büyük fırsatlar barındırıyor. Özellikle Çin ve Hindistan gibi hızla büyüyen ekonomilerle ilişkilerini derinleştirmek, Türkiye’nin ihracat potansiyelini artırabilir. Ayrıca BRICS’in sunduğu finansman olanakları, Türkiye’nin büyük altyapı projelerine yeni bir kaynak sağlayarak Batı merkezli finansal kurumlara olan bağımlılığını azaltabilir. Türkiye’nin enerji güvenliği açısından da BRICS üyeliği önemli bir rol oynayabilir. Rusya, Brezilya ve Güney Afrika gibi enerji üreticisi ülkelerle kurulacak stratejik ortaklıklar, Türkiye’nin enerji ihtiyacını daha istikrarlı bir şekilde karşılamasına yardımcı olabilir.
Ancak bu süreç, fırsatların yanı sıra zorlukları da beraberinde getiriyor. Türkiye’nin NATO üyesi olması ve Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin devam etmesi, Batı ile BRICS arasında dikkatli bir diplomatik denge kurmasını gerektiriyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun denge siyaseti benzeri bir yaklaşımla, Türkiye’nin hem Batı hem de BRICS ile ilişkilerini dengede tutması hayati önem taşıyor. Ankara’nın BRICS’e katılma isteği, Batı’dan bağımsız hareket edebilme kapasitesini artırsa da bu sürecin dikkatli yönetilmesi gerektiği açık.
DİPLOMATİK BİR KÖPRÜ
Jeopolitik açıdan bakıldığında, Türkiye’nin BRICS’e katılımı, sadece ekonomik fırsatlarla sınırlı kalmayacaktır. Türkiye, Orta Doğu, Avrupa ve Asya arasında bir köprü görevi gördüğü için BRICS içindeki konumunu stratejik bir avantaja dönüştürebilir. BRICS üyeliği, Türkiye’nin uluslararası arenada daha fazla söz sahibi olmasına ve bölgesel etkisini artırmasına katkı sağlayacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin NATO üyesi olması, BRICS ile Batı arasında bir diplomatik köprü kurma fırsatı yaratabilir. Bununla birlikte Türkiye’nin BRICS’e katılma süreci, çok kutuplu dünya düzenine uyum sağlama çabası olarak da değerlendirilebilir. Türkiye, Batı ile mevcut bağlarını koparmadan, Batı dışı güçlerle ilişkilerini güçlendirmeyi hedeflemektedir.
Türkiye’nin BRICS’e katılımı, küresel siyasette yeni bir dönemin habercisidir. Ekonomik, ticari ve jeopolitik fırsatlar sunan bu süreç, Türkiye’nin çok yönlü dış politika hedeflerine ulaşmasında önemli bir rol oynayacaktır. Ancak bu süreç, dikkatli bir diplomasi ve denge siyaseti gerektiren zorlu bir yol olacaktır. Türkiye, BRICS gibi uluslararası oluşumlara katılarak, küresel güç dengeleri içinde daha etkili bir aktör haline gelmeyi ve kendi çıkarlarını en üst düzeye çıkarmayı hedefleyecektir. Bu bağlamda, BRICS üyeliği, Türkiye’nin küresel siyasette daha bağımsız ve güçlü bir konum elde etmesine olanak tanıyacaktır.