Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı son büyüme rakamlarına göre Türkiye ekonomisi 2021 yılında yüzde 11,4 büyüdü. 1966 yılındaki yüzde 11,6’lık büyümeden sonraki 55 yıllık büyüme rekoru kırıldı.
2022’nin 2. çeyrek büyüme rakamında yüzde 7,6 gibi çok yüksek bir büyüme oranına ulaşıldı. Yılın geri kalanı kısmında da benzer bir büyüme trendi ile 2022 yılını yüzde 6-7 gibi çok yüksek bir büyüme rakamı ile yaklaşık 14 trilyon TL’lik (850 milyar dolar) ekonomik büyüklük ile kapatacağız.
Büyüme rakamlarının sonuçlarına baktığımızda, kamu yani devlet vergi gelirlerinde yüksek bir gelir elde ediyor. 2022’de ilk 8 aylık bütçe takriben 150 milyar TL üzerinde bir fazla vermiş olacak. Devletin iç ve dış; yerli ve yabancı toplam borcu 3,5 trilyon TL. Bunun da gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 25’ler civarındadır. Bu kadar düşük borçlanma oranına sahip bizim büyüklüğümüzde bir ülke bulunmamaktadır. Maastricht kriterlerine göre ideal borçlanma oranı yüzde 60 seviyelerinde olmalı, AB ve ABD gibi gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 100’ler civarındadır. Yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin borcunun GSYH’ya oranı batılı ülkelere göre 4 kat daha düşük seviyelerdedir.
Peki bu kadar güzel makro ekonomik verilere rağmen halkın yüzde 70’lik kısmı neden ülkedeki birinci sorunu ekonomi olarak görüyor ve herkes ekonomik krizden bahsediyor?
Asıl sorun burada ortaya çıkıyor. Ekonomik kriz için teknik olarak ekonominin küçülmesi ve işsizliğin artması gerekiyor. 2020-2022 dönemine baktığımız toplamda yüzde 20’den fazla büyüme ve yaklaşık 5 milyon ilave istihdam artışı görüyoruz. Yani kriz için gereken iki argüman, ekonomik küçülme ve işsizlik artışı yok tam tersi durum söz konusu. Öyleyse halkın hissettiği sıkıntı ne anlama geliyor?
Bu sorunun cevabını yine Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) açıkladığı son büyüme rakamlarına baktığımızda çok net görüyoruz.
2020’nin 2. çeyreğinde çalışanların GSYH’dan aldığı pay yüzde 36, sermayedarların yani işletmelerin payı yüzde 42 seviyelerinde iken 2022’nin çeyreğinde çalışanların GSYH’dan aldığı pay yüzde 25 seviyelerine düşmüş, sermayedarların yani işletmelerin payı yüzde 54’e yükselmiştir.
Bu tablodan çok net görüyoruz ki Türkiye’de bir ekonomik kriz yok, diğer tarafta gelir dağılımında bir adaletsizlik var. Üretimin sonuçları adil paylaşılmıyor. Sermayedarlar ve onlar adına hareket eden onların tetikçiliğini yapan ekonomistler, yazarlar, çizerler, uzmanlar, uluslararası kuruluşlar vs. her kimse hepsi toptan “Sakın memura, işçiye yüksek zam verme. Asgari ücrete artış yapma bizim pastadan aldığımız payı küçültme. Memura işçiye yüksek zam verilir, asgari ücrete yüksek artış yapılırsa biz de döviz kuru ve faiz oranları üzerinden size saldırırız” diyerek hükümeti tehdit ediyor.
Ekonomik tetikçiler sahipleri için çalışırlar, kim onları besliyorsa kalemlerini onlara satarlar; bu onların karakteri burada şaşılacak bir şey yok. Ama AK Parti hükümeti 20 yıl boyunca hem Türkiye’de hem de dünyada olan tüm yanlışlıklara, haksızlıklara karşı dik durarak halkının, garibanın yanında yer alarak en az 20 seçim ve referandumdan halktan aldığı onay ile ülkeyi yönetmektedir.
Burada bir sorun var ve çözümü de çok kolay. 2023 ocak başında hükümet, memur ve emekliye 2022 yılı ikinci yarısındaki 6 aylık enflasyon farkına ilave olarak 2020-2022 yılları arasındaki büyüme kadar refah payı zammı vermeli. Asgari ücretliye de 2022 yılı enflasyon oranından temmuzda verilen yüzde 30 zammı çıktıktan sonra kalan kısım kadar zamma ilave olarak 2020-2022 yılları arasındaki büyüme kadar refah payı verilmeli. İşçi, memur ve emekli her kesimin gelirini ve refah seviyesini yükselterek toplumdaki sorunu kolaylıkla çözebilir.
Hemen şu itirazlar gelecektir. Efendim bu zamlar yapılırsa enflasyon patlar, bütçe açıkları kapatılamayacak seviyelere çıkar ülke felakete sürüklenir.
Çalışanın üretimden aldığı pay yüzde 25 seviyelerinde, burada ilave her yüzde 10’luk zam ancak fiyatlarda yüzde 2,5 gibi bir artış yani ilave yüzde 2,5 enflasyon oluşturur. Şu anda oluşan yüzde 70’lerin üzerindeki enflasyonun yükünü çalışanlar zaten taşımakta, ilave 2,5 puanlık yükü de taşıyacaktır.
Bütçe açığına gelince zaten ülkenin borçlanma oranı çok düşük, bütçe performansları çok iyi. Buradan gelecek ilave yük oluşacak büyüme rakamları sonucu elde edilecek hasıla üzerinden alınacak vergiler ile rahatlıkla finanse edilebilir.
Sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma ve büyüme için gelir dağılımındaki bu adaletsizliği bir an önce çözmemiz gerekiyor. Büyümeden gelen pastanın tüm kesimler tarafından adil bölüşülmesi en önemli konudur.
Hükümet her seferinde bu ekonomik dalgalanmanın geçici olduğunu ve bu yıl sonundan itibaren bunu atlatacağımızı söylüyor. Ben de böyle olduğunu düşünüyorum. Bunun somut sonucu olarak da:
İnşallah 2023 ocak ayında hükümet memur, işçi ve emekliye enflasyon farkları ve büyümeden gelen pastadan daha fazla pay almalarını sağlayacak şekilde refah payı da vererek maaş zamları yapıp tüm kesimlerin gelirlerini artırıcı çözümler bularak toplumda kalıcı bir rahatlama sağlayacaktır.