Bölgemizdeki gelişmelerin sosyolojik bir arka planı vardır. Bölge devlet ve toplumlarının istikrarını bozmaya ve çatışma üretmeye yeterli bir sosyolojik güç bizatihi bu bölgeden devşiriliyor. Farklı kimliklerin ayrıştırılarak çatıştırılması olarak özetleyebileceğimiz doğası sosyolojik bir strateji söz konusu. Bu stratejiyi, “sosyolojik savaş”, mukabeleyi ise “sosyolojik güvenlik” kavramı ile ifade etmek ve güvenlik literatürümüze bir tehdit ve güvenlik bileşeni olarak dahil etmek artık kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
HEDEF, KATALİZÖR DEVLET TÜRKİYE
Türkiye neden yıllardır sosyolojik savaşa maruz kalıyor? Çünkü Osmanlı jeopolitiğinin katalizör kimliği İslam’dır. Türk ve İslam ülkelerinin katalizör devleti ise Türkiye’dir. Nasıl ki kimlikler ayrıştırılarak Türk-Balkan ve Türk-Arap kopuşları ile Osmanlı jeopolitiği yıkılmış ise, günümüzde de aynı strateji izleniyor. İslam’ın ve Türkiye’nin bu katalizör özelliği hedef alınıyor.
İşte terör örgütü PKK ve türevleri, bu sosyolojik hedeflerden geriye doğru planlanmış bir strateji ve irade tarafından, İslam’ın ve Türkiye’nin katalizör etkisini kırmaya yöneltilen fonksiyonel bir sosyolojik silah olarak üretilmiştir. İslam’ın merkez bölgesinde bir ulus devlet kurma yemi ile ajite edilen bir Kürt kimliği patlayıcı olarak kullanılmak istenmektedir. Böylece Türkiye’nin katalizör devlet rolünü temelinden yıkacak; İslam’ı ve İslam dünyasının geleceğini can damarından vuracak ve İslam dayanışmasına ölümcül bir darbe indirecek bir Türk-Kürt kopuşu, PKK terör örgütü ve versiyonları kullanılarak inşa edilmek istenmektedir.
Sosyolojik savaş bağlamında organize edilen terör örgütlerinin ortak özelliği, mevcut toplumsal bütünlüğü ve onu temsil eden demokratik iktidarın dayandığı güç noktalarını etkisiz bırakarak bir iktidar boşluğu oluşturmaktır. Suriye, Irak ve Türkiye’nin, hatta İran’ın toprak bütünlüğünü hedef alan strateji, istikrarsızlaştırılan bölgede oluşan yönetim boşluğunun bir “vekalet iktidarı” ile doldurulmasını hedeflemektedir. Bu amaçla etnik kimlikler ve dini alt kimlikler etrafında örgütlenen terör örgütleri PKK, DAEŞ ve türevleri olan yapılar, bu iradenin üretimi olan birer aparattır. Bu stratejinin hedefi, askeri başarı değil, sosyolojik başarıdır. Çünkü siyasal alan hakimiyeti buna bağlıdır.
Suriye’de ABD üretimi DAEŞ geniş bir sahada ortaya çıkıp aniden kaybolmuş, bu sahada PKK yeni bir isim altında ortaya çıkmış, PKK ile uyumlu olmayan demografik kitle mülteci olarak bu sahayı boşaltmıştır. İşte Türkiye bu gelişmelerin arkasında terör örgütü PKK’ya yapay bir sosyolojik alan hâkimiyeti oluşturma hedefi güden strateji ve iradeyi görmüştür. Bu strateji ve iradenin uzun yıllar boyunca yönettiği söz konusu sosyolojik sürecin nereye varacağını ve Suriye sınırında bir güvenlik koridoru oluşturabilmek için seri askerî harekâtlar yapmanın kaçınılmaz olduğunu görmüştür. Türkiye’nin gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceği harekatlar sadece kendi güvenliği için değil, aynı zamanda Suriye, Irak ve bu coğrafyada emperyalist emeller için kullanılmak istenen Kürtlerin hatta İran’ın güvenliği için de hayati bir zarurettir. Türkiye, bu kapsamlı oyunu bozmanın tek başına mücadelesini veriyor.
MUKABİL STRATEJİ
Askeri süreçler ve ekranlarda yapılan analizler, bölgemizde uygulanan sosyolojik savaş taktik ve tekniklerine karşı mukabil bir sosyolojik strateji bağlamında olmazsa, fonksiyonel olmak bir yana, tersten karşı stratejinin hedeflediği sosyolojik süreci besler. Bu sebeple, olayı bölgede bizatihi terörü destekleyen devletlerin istismar söylemi olan terörle mücadele söylemi ile sınırlandırmamak gerekir. Elbette ülke güvenliğine, toplumsal bütünlüğe yönelmiş böylesine tehlikeli bir strateji ve iradenin yönettiği olayların polisiye, adli ve askeri boyutları da olacaktır. Ancak bizim burada vurgulamak istediğimiz şey, sosyolojik strateji karşısında sadece askeri stratejilerle ve analizlerle karşılık verilmesi, bir askeri gücü, mukayese kabul etmeyecek bir biçimde üstün de olsa, sosyolojik güvenliği sağlayamayan kısa vadeli bir etki ile sınırlar.
Terör örgütü PKK ve arkasındaki güçler silahlı terörü etnik sosyoloji bağlamında ve bir kimliğin bileşeni olarak gerçekleştirmektedir. Böylece ilgili ülkeleri ulusalcı güvenlik anlayışı doğrultusunda reflekslere ve kamuoyu tartışmalarına sürüklemek ve kimlikleri kutuplaştırmak gibi tersten kimlik inşasına hizmet ettirecek bir taktik izlemektedir.
Terör örgütünün bu bağlamının imha edilmesi, beslendiği etnik sosyoloji bataklığını kurutacak mukabil bir sosyolojik strateji ile mümkündür. Mukabil olarak, Türk ve Kürt kimlikleri arasında katalizör etkisi doğuracak ortak paydaları temsil ederek, askeri gücünü bu ortak paydalar bağlamında ve bu ortak paydaların bir bileşeni olarak kullanan bir Türkiye hem etnik kopuşları önleyecek hem de Suriye ve Irak’ı da hedef alan bu geniş bölücü ve ayrıştırıcı stratejinin boşa çıkarılmasını sağlayacaktır. Sosyolojik bir bağlamda gerçekleştirilen askeri müdahalelerle açılacak güvenlik koridoru, PKK için oluşturulan yapay sosyolojik alan hakimiyetine son vermekle kalmayacak, ülkemizdeki mültecilerle bu bölgede inşa edilecek dost bir sosyolojik alan hakimiyetine süreklilik kazandıracaktır.
Böyle bir başarı için askeri operasyonların mukabil sosyolojik bağlamı net olarak belirlenmeli ve emperyalist hedefler için manipüle edilmek istenen ve kafası karışık bölge devlet ve toplumlarına, Türkiye’nin bölgedeki askeri tutumu ve hedefleri, doğru bir iletişim stratejisiyle fonksiyonel şekilde anlatılmalıdır.