15 Temmuz iç savaş, bölme, parçalama ve Türk Yurdu'nu köleleştirme travmasını atlatmaya çalışıyoruz. Henüz koca koca insanlar 15 Temmuz'un ne olduğunu anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorlar. Bir gün otursanız da farklı televizyon kanallarındaki onlarca farklı insandan 15 Temmuz'un ne olduğunu ve sebeplerini dinleseniz başınız döner. Aynı hadise nasıl da farklı ele alınıyor. İnsanlar aynı meseleyi birbirine taban tabana zıt argümanlarla nasıl da inanarak açıklıyorlar.
Böyle olunca aklıma hemen iki şey gelir. Birincisi dünya haritası anlayışı. Arz edeyim. Bilirsiniz bizim için dünya haritasında Türkiye tam ortada, Avrupa solumuzda, Amerika solda uzakta ve Asya sağdadır. Japonya'dan dünya haritasına bakarsanız bu sefer Japonya ortadadır, Türkiye taa en solda, Amerika hemen Japonya'nın sağında… Ya Avustralya zaviyesinden dünya haritasına ne demeli? Hayatımda gördüğüm en ilginç haritadır bu. Bu sefer Güney kutbu yukarıdadır, Kuzey Kutbu aşağıda; Avustralya bizim alıştığımızın tam tersi ile yukarıda ortada ve Türkiye sağda ve en alttadır. Bu haritayı ilk gördüğümde çok şaşırmıştım. Öyle ya, hiç olur mu ki, Güney Kutbu yukarıda olsun ve Kuzey Kutbu aşağıda… Ama işte bu kısa misal bile algının ne kadar önemli ve farklı olduğunu göstermeye yetiyor.
Aklıma gelen ikinci şey ise Hz. Mevlana'nın bir hikayesinde gözü bağlı insanları bir filin yanına getirilmesi ve fili tarif etmelerinin istenmesidir. Malum, herkes filin neresini tutuyorsa fili o olarak anlatıyor. Kimi fili hortum olarak, kimi yelpaze…
İşte bu iki örnek bize bakış açısının ve algının ne kadar önemli olduğunu anlatmaktadır.
İnsanlar gerçeği algılayabildikleri kadar anlayabilirler. İşte 15 Temmuz meselesinde de bu geçerli. Ama dikkat etmemiz gereken bir şey var ki, herhangi birimizin haklı çıkmak için sesini yükseltmesinden daha önemli bir şey ortak aklın doğru tespitlerde buluşup milletin lehinde kullanmasıdır. İnşallah en iyi tespitlerle en iyi tedbirleri alırız da bir daha başımıza böyle hadiseler gelmez.
Biliyorsunuz 15 Temmuz, sadece o gün ve ondan sonra olanlarla kısıtlı değil. Kademe kademe her alanda devleti felç edip bitiren bir kalkışmanın son ve şükürler olsun ki başarısız hamlesi.
İşte bu kademelerden biri de PKK ile mücadelede devletin başarısız olmasını temin için devletin mücadele gücünün tahrip ve imha edilmesiydi. Bu maksatla terörle mücadelede başarılı olan unsurlar pasifize edildiler ve koca Türk devleti üç beş çapulcunun karşısında başarısızmış gibi gösterildi. Bundan sonra umulur ki, tekrar haysiyetli ve akıllı insanların işbirliği ile PKK ve diğer terör örgütleri ile başarılı bir mücadele verilir.
Bunun için tecrübeye de ihtiyaç var. İşte bir zamanlar PKK ile mücadelede etkin rol almış bir güvenlik görevlisinin tavsiyeleri:
“Halen PKK terör örgütünün terörist faaliyetlerini sürdürdüğü coğrafi alanla 1985-2000 yılları arasında daha yoğun bir şekilde yürütülmüş coğrafi alan arasında bir fark var mıdır? Tabii olarak yoktur. Teröristler yirmi yıl önce nerede faaliyet göstermişlerse bugün de aynı kırsal alandalar. Onlar o bölgeleri avuçlarının içi gibi bilmektedirler.
Başarılı olunan yıllarda mücadeleye katılan arkadaşların büyük çoğunluğu FETÖ'cülerce pasifize edilip emekliye sevk edildi. Emniyet....MİT...Jandarma boşaltıldı. Coğrafya değişmedi. Eski arkadaşların bir kaç aylığına eski bölgelerine gönderilmesi mücadeleye öyle bir etki yapacaktır ki... MİT, Emniyet ve Jandarmadan birer kişi tespit edilip eski görev yerlerine gönderilmeli. Mesela ben 1990-1997 yıllarında Kars'ta görev yaptım. O bölgeler hiç aklımdan çıkmaz. Bölgeyi orada bulunanlardan daha iyi biliyorum. Onlara ustalar lazım O gençleri bana bir ay teslim edin bakın neler oluyor.”
Sanırım, bu tür samimi seslere kulak vermek gerekiyor. Bu insanlar devletten para, makam, mevki istemiyorlar. Sadece görev istiyorlar. Zamanında teröristlerle mücadele etmiş bu insanlara verilecek vazifeler barışa çabuk kavuşmamızın önünü açmayacak mıdır?