Esed rejiminin beklenmedik çöküşü, başta Suriye halkı olmak üzere tüm Müslüman toplumlarda sevinç ve gururla karşılandı. Esed’in iktidarını sürdürebilmek için 13 yıl boyunca Suriye halkına uyguladığı terörün, Suriye muhalefetinin askeri baskısı ile son bulması, kayda değer bir gelişmeydi. Ancak, rejim devrilmiş olsa da Suriye halkı ve komşu devletler hala önemli bir gerçekle yüzleşmek zorunda: Suriye’nin yeniden inşası ve yıkılan altyapısının ayağa kaldırılması.
Bugüne kadar gelişen olaylara bakıldığında, Suriye’de rejimin çökmesinde ve ülkede yeni bir düzenin kurulmasında belirgin bir Türk devlet aklı görülüyor. Ancak Suriye’nin imarı ve yeniden ayağa kaldırılması için daha fazlasına ihtiyacımız bulunuyor. Bu yazıda, Suriye’nin geleceğinde başta Körfez ülkeleri olmak üzere bölgesel aktörlerin oynayacağı rolün, Suriye’nin politik sistemini nasıl şekillendirebileceği analiz edilecektir.
DEVRİMİN BÖLGESEL YANKILARI
Orta Doğu’daki devletlerin politik sisteminin iki temel problemi bulunuyor. Bu problemlerin ilki; yönetilenlerle yönetenler arasındaki derin uçurumdur. İkincisi ise gücün pürüzsüz bir biçimde el değiştirmesini garanti edebilecek kurumsal yapının yokluğudur. Türkiye, bu genel kuralın tek istisnasıdır. Güç pürüzsüz bir şekilde el değiştiremeyince, mevcut yönetimden dışlanan geniş kitleler, değişim taleplerini askeri darbeler, iç savaşlar ve halk ayaklanmaları aracılığıyla gerçekleştirmeye yönelirler. Arap Baharı sürecinde ortaya çıkan sokak hareketleri de, bu değişim taleplerinin halk hareketleriyle sağlanmasına yönelik bir girişimdi.
2010 sonrası yaşanan Arap Baharı sürecinde Batılı ülkeler ve bölgedeki statüko karşıtı güçler, bu değişim taleplerinin önünü geçici de olsa kesmeyi başardılar. Ancak yarım aşırı aşkın bir süredir Suriye’de iktidar olan Esed rejiminin beklenmedik çöküşü, statükocu güçlerin Suriye sahasında başarısız olduğunu gösteren bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.
Suriye’deki devrim, bölgesel düzeyde önemli yansımalar yaratacaktır. İlk olarak, muhalefetin askeri baskısı ile bir Arap rejiminin devrilmesi, bölgedeki diğer statükocu rejimlerin benzer akıbetlerle karşılaşma endişesini artıracaktır. Tüm bölge genelinde yönetimden dışlanan geniş kitlelerin varlığı ve gücün pürüzsüz el değiştirmesine yönelik kurumsal yapıların eksikliği, bu endişeyi körüklemektedir.
İkinci olarak, Suriye'de kurulacak yeni rejimin kimliği, bölge ülkeleri açısından önemli bir endişe kaynağıdır. Ülkede ister demokratik, kapsayıcı bir yönetim veya İslami temelli bir rejim kurulsun, bölgedeki statükocu aktörlerin endişeleri değişmeyecektir. Çünkü demokratik bir rejim, bölgede yönetimden dışlanan kesimlere cesaret verebilir; İslamcı bir rejim ise sekülerleşme eğilimleri güçlü olan rejimlere radikalizm ihraç edebilir.
Türkiye açısından bakıldığında, Ankara’nın önceliği toprak bütünlüğü sağlanmış, üniter yapıda ve tüm Suriyelileri kapsayan demokratik bir Suriye yönetiminin kurulmasıdır. Bu yaklaşım, Türkiye’nin güney sınırları boyunca ulusal güvenliğine yönelik potansiyel tehditlerin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir. Ayrıca, Türkiye’nin bu hedefi gerçekleştirmesi, bölgedeki Arap dünyası ile daha yakın ilişkiler geliştirmesine olanak sağlayacaktır. Türkiye, Suriye’de demokratik ve kapsayıcı bir yönetimin inşasını destekleyerek, hem kendi güvenlik endişelerini gidermek hem de bölgesel etkileşimi artırmak istemektedir. Bu, Türkiye’nin Suriye’nin yeniden yapılanma sürecine dahil olarak, bölgedeki rolünü güçlendirmesine ve Arap dünyası ile ilişkilerini iyileştirmesine yardımcı olacaktır.
KÖRFEZ'İN KAYGILARI
Bölgedeki statükocu Arap rejimlerinin endişelerinin en çok yansıdığı alan, Suriye’nin yeniden inşası olacaktır. Uzun süren iç savaş nedeniyle ülkenin altyapısının büyük hasar görmesi, Suriye’nin yeniden inşası için büyük finansal kaynaklara ihtiyaç duyulacağını ortaya koymaktadır. Bu finansal kaynaklara sahip olan başlıca aktörler ise devrimci dalgadan en çok endişelenen Körfez ülkeleridir. Bu durum, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde ciddi gerilimler yaratabilir.
Suriye’nin, Körfez ülkelerinin fonları olmadan kısa sürede yeniden ayağa kalkması olası gözükmüyor. Körfez ülkeleri ise devrimci dalgadan ciddi rahatsızlık duyuyorlar. Bu durumda Suriye’nin yeniden ayağa kaldırılması için gereken fonların sağlanabilmesi, Körfez’in endişelerinin giderilmesiyle mümkün olacaktır. Peki, Körfez ülkelerinin Suriye devrimine dair endişeleri nasıl giderilebilir?
İlk olarak, Körfez ülkeleri, Suriye’deki yeni yönetimin bölgedeki statükocu aktörlere tehdit oluşturmayacak şekilde, Batı ile ılımlı ilişkiler geliştiren ve İsrail’in güvenliği için tehdit olmayan bir biçimde şekillenmesini bekleyeceklerdir. Bölgede radikalizm ihraç etmeyen, demokratik dönüşüm için bölge halklarına ilham kaynağı olmayan ve bölgedeki herhangi bir aktörün nüfuz alanına girmeyen, Batı ile iyi ilişkiler geliştiren ılımlı bir Sünni yönetim, Körfez ülkelerinin Suriye’ye ilişkin en önemli beklentisi olacaktır. Bu beklentiler karşılanabilirse, Körfez ülkeleri, Suriye’nin inşasında ve yeniden ayağa kaldırılmasında finansal destek sağlayacaklardır. Aksi takdirde, Körfez fonlarının Suriye’ye yatırım yapması ve inşasında rol alması pek mümkün gözükmemektedir.
Bugün Suriye’nin geleceğinin önündeki en önemli sorun devrimin gerçekleşmesinde önemli rol oynayan Türkiye ile Körfez ülkelerinin Suriye sahasında farklılaşan vizyonlarıdır. Şayet Türkiye ile Körfez ülkeleri ortak bir planda uzlaşabilirlerse Suriye’nin imarı ve yeniden ayağa kaldırılması oldukça kolay olacaktır. Şayet iki aktörün vizyonları arasında bir uyuşmazlık olursa Suriye’nin kısa vadede imarı mümkün gözükmemektedir.