Afrika kıtasındaki ülkeler, toplumlar ya da yaşanılanlar üzerine kafa yoran araştırmacıların ortak kanaat belirttikleri konuların başında kıtaya yönelik “genelleyici” yaklaşımlardan uzak durulması gerekliliği geliyor. Hiç kuşkusuz 1,3 milyar kişinin nefes aldığı, 54 ülkenin bulunduğu ve yüzlerce dilin konuşulduğu bir kıtaya dair yaklaşımlarda genelleme yapmak doğru değil ancak kıtaların da kaderleri maalesef belli doğrular üzerinden ilerliyor. Nitekim Avrupa tarihi, hepimize okutulan şekilde Antik Yunan-Roma medeniyeti, “karanlık dönem” olarak adlandırılan Ortaçağ ve akabinde Aydınlanma sürecini yaşayıp günümüzdeki şeklini aldı. Aynı şekilde Afrika kıtasının tarihi de -kültürel ve tarihi zenginliğine rağmen- kıta dışı gelişmelerin bir parçası olan coğrafi keşifler, kolonileşme ve sömürge sürecinden doğrudan etkilendi.
Dünya tarihinde Avrupa ve Amerika kıtaları gelinen süreçte daha “etken” bir konumda iken Afrika bu süreçte nispeten “edilgen” konumda oldu. Bu durum, son 60 yılda Afrika kıtasında yaşanan bağımsızlık süreçleri, fikirsel uyanışlar ya da teknolojik gelişmelerle değişse de Afrika halklarının temel meselelerinde ne kadar etkili olduğu halen tartışma konusu.
Bu tartışmaları yaparken ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere kıta dışı aktörlerin Afrika’daki kadim ve modern güç mücadelelerini de unutmamak gerekiyor. ABD merkezli düşünce kuluşu RAND Corporation tarafından geniş kapsamlı olarak hazırlanan “Great-Power Competition and Conflict in Africa” başlıklı rapor incelemeye değer. Nitekim ABD, Rusya ve Çin’i “ana aktörler” olarak tanımlayan bu rapor, Afrika’daki mücadelede güçlü ekonomiye sahip, zengin doğal kaynakları olan ve stratejik konuma sahip Güney Afrika, Fas, Sudan, Kenya ve Nijerya gibi ülkelere odaklanıyor.
Gelinen süreçte Afrika denilince akla ilk gelen kelimeler olumsuz tanımlamalardan oluşuyor. Bu durum sadece Türkiye’de değil, Batı dünyasında da uzun süre bu şekilde algılandı. Afrika’nın tarihinde yukarıda belirttiğimiz kıta dışı etkenlerin yanı sıra kıta içindeki gelişmeler de bu kaderin olumsuz şekilde seyretmesine zemin hazırladı. Nitekim bağımsızlığını kazanan Afrika ülkelerinde sivil idarelerin görevi devralmasından kısa bir süre sonra silah gücüne güvenen askeri rejimlerin iktidarı ele geçirmesi, zayıf sivil toplum yapısı ve orta sınıfa sahip olmayan ülkelerde yolsuzluk ve rüşvetin yaygınlaşması, siyasi iktidarların kendi kabile üyelerine iktidarın ekonomik ayrıcalıklarını peşkeş çekmesi sonucu kabileler arası çatışmaların körüklenmesi ya da Afrikalı elitlerin adeta toplumu hiçe sayarak iktidarın çıkarlarından faydalanıp ülke çıkarlarını göz ardı etmeleri ve kendi ülkelerine yatırım yapmamaları, Afrikalı siyasilerin ve elit kesimin kendine ve toplumlarına verdiği zararların başında geliyor.
Bu noktada son yıllarda özellikle Afrika’nın batısında yaşanan ama aslında bağımsızlık sonrası süreçte kıtanın birçok ülkesinde ardı sıra gerçekleşen askeri darbeleri de gerek ülke içindeki elitler arası güç mücadelesinin bir parçası olduğu gibi aynı zamanda Afrika ülkelerinin kıta dışı aktörlerle kurdukları ya da onların etkisi altında kaldıkları denklemin bir parçası olarak da okumak gerekir.
Burkina Fasolu Thomas Sankara, Nijeryalı Nnamdi Azikiwe, Güney Afrikalı Nelson Mandela veya Ganalı Kwame Nkrumah’ın çabaları, bugün özellikle Kenya Devlet Başkanı William Ruto’nun birlik söylemi, Ugandalı Devlet Başkanı Yoweri Museveni’nin ekonomik bağımsızlık çağrısı ya da Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame’nin Afrika’nın zenginliği vurgusunu hatırlatıyor.
Aynı şekilde Afrika’nın yerel dillerinin son yıllarda Afrika Birliği (AfB) ve bazı ülkelerce yeniden gündeme getirilmesi ve önemsenmesi, bazı Afrika ülkelerinde Fransızca’nın resmi dil olmaktan çıkarılmaya başlanması gibi dikkate değer adımlar atılmasına rağmen kıtanın merkez ülkeleri başta olmak üzere birçoğunda resmi dilin hala Afrika dillerinden biri olmaması, Afrika halklarının kültürel ve zihinsel bağımsızlığı tartışmalarını yeniden gündeme getiriyor.
Nijer ve Gabon’daki askeri darbeler tüm dünyanın gündemine girerken kıtanın doğusundaki Zambiya’da tartışmalı seçimler çok da fazla gündem olmadı. Daha da ötesi kıtada göçmenlerin çekim merkezi Güney Afrika Cumhuriyeti’nde kayıt dışı olarak ülkede kalan kişilerin barındığı bir binada 70’den fazla insanın hayatına mal olan yangın ve bu ülkedeki sosyoekonomik adaletsizlikler, askeri darbeler kadar gündemimize girmedi.
Asker ya da sivil olsun Afrikalı siyasi ve üst düzey yöneticilerin ya da varlıklı kişilerin hemen hemen hepsinin yurtdışında eğitim almaları ve dahi çocuklarını kendi ülkelerinde değil de yurtdışındaki eğitim kurumları ya da üniversitelere göndermeleri ne yazık ki sadece güç değişimi olan bir darbe kadar gündem olmuyor!
Bugün darbe yapılmış olsun ya da olmasın, asker sivil ayırmaksızın Afrikalı elitlerin ülkelerindeki yönetim biçimleri, yönettikleri insanlara verdikleri değer (ülkelerinde özellikle eğitim ve sağlık alanında yaptıkları adımlarla değerlendirilebilir) ya da kıta dışı ülkelerle kurdukları ilişkiler, güç mücadelesinde önemli aşamaları ifade etmekte. Mesela Nijer’deki darbeyi destekleyen ya da karşı çıkan Afrika ülkelerinde siyasilerin çocuklarının hangi Batılı ülkelerde eğitim aldığı; bürokratlar, siyasiler ve iş insanlarının nerede tedavi oldukları ve fakir-zengin arasındaki uçurumun neden bu kadar çok olduğu gibi soruları sormak aslında çözülmesi gereken konunun darbe olmadığını gösteriyor.
Bununla birlikte darbelerin yaşandığı bazı ülkelerde Fransa’ya karşı tepki gösterileri sırasında dalgalanan Rus bayrakları hiç kuşkusuz Soğuk Savaş döneminde Angola iç savaşı başta, kıtanın birçok noktasındaki kıta dışı devletlerin güç mücadelesini hatırlatıyor. Dolayısıyla bugün Rusya ile Fransa arasındaki çekişme olarak lanse edilen durumun Afrika halklarına faydasını konuşurken aslında Soğuk Savaş döneminde Sovyet-ABD çekişmenin Afrika halklarına sağladığı faydayı da konuşmak gerekiyor.
Sivil yönetimdeki Nijerya ile askeri yönetime geçen Gabon, petrol ve doğal gaz zengini ülkeler. Bu ülkelerdeki yolsuzluk da ülke gelirleri yüksek olduğu için bir hayli fazla. Gabon’daki darbe sonrası valizler içerisinde yurt dışına çıkarılmaya çalışılırken ele geçirilen paralar hiç kuşkusuz Nijeryalı elitlerin su depolarında unuttukları ya da konteynırlar içinde toprak altına gömdükleri paraları hatırlatıyor. Yolsuzluk ve rüşvet dünyanın birçok noktasında tabii ki yaşanıyor ancak Afrika’nın kaderi, asker-sivil farketmeksizin iktidar değişimlerine rağmen bu vakaların devam etmesi...
Nitekim petrol ve doğal gaz zengini Gabon’un doğal kaynakları Total ve Shell gibi uluslararası şirketler tarafından çıkarılırken devrik lider Bongo’nun yurtdışındaki serveti ya da Gabonlu muhalif lider Albert Ossa’nın “Bir Bongo gitti, bir başka Bongo geldi, Bongo hakimiyeti devam edecek.” sözleri çok şey ifade ediyor.
Bu denklem içinde belki de birçok Afrika ülkesi için bir süre daha iktidarda kimin olduğundan ziyade Afrikalı elitlerin, ülkelerinin kalkınması ve bağımsızlığı ile yönettikleri halklarının refahını ne kadar düşünüp düşünmediği daha fazla önem taşıyor.
Afrika’da demokrasi meselesi bugün olduğu gibi geçmişte de zaman zaman gündeme gelerek tartışma konusu oldu. Kıtanın bazı ülkelerinde demokrasi yerleşirken bazı ülkelerinde ise bugün dahi tartışmalı şekilde ilerliyor. Kıta ülkelerinde yapılan seçimler birtakım soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Mesela görece demokrasinin daha hakim olduğu Kenya ya da Senegal gibi ülkelerde seçim sonrası itirazlarını dile getiren muhaliflerin sokak gösterileri haftalarca sürdü. Ayrıca Kamerun’da 1982’den beri iktidarda olan Paul Biya, 8. kez cumhurbaşkanı olmak için hazırlanırken ağustos ayında gerçekleştirilen Zimbabve’deki tartışmalı seçimlerde sandıklar bazı bölgelere gece yarısı ulaştı ve gözlemciler gözaltına alındı. Tam da bu süreçte 50 yıldan fazladır ülkeyi yöneten Gabon’da iktidardaki Bongo ailesinin seçimleri yeniden kazandığını ilan etmesi ve ardından gelen askeri darbeyi hatırlatmak yerinde olur. Söz konusu yaşanılanlar bize, birçok Afrika ülkesinde asıl meselenin yönetim biçimi mi yoksa halkın güvenlik ve refahı mı olduğu sorusunu da beraberinde getiriyor.
Afrikalı askerler tarafından yolsuzluk ve güvenlik sorunları sıklıkla darbelerin gerekçesi olarak kullanılıyor. Bu durum ilk etapta darbecilere yönelik teveccühü artırsa da iktidar değişimiyle yolsuzluk ve güvenlik sorunlarının ne oranda değiştiğini takip etmek gerekiyor. Nitekim Afrika’nın “altın sesi” olarak anılan ve Folon parçasıyla bize Afrika dinginliği ve sakinliğini yaşatan Salif Keita’nın Afrika ülkelerinde Batı tarzı demokrasinin işleyişiyle ilgili şüphelerini dile getirmesi, demokrasinin Afrika için iyi bir şey olmadığını belirtmesi ve Afrikalıların “cömert bir diktatöre” ihtiyacı olduğunu vurgulaması dikkate değer açıklamalar olarak masada duruyor. Bu nedenledir ki Afrikalı müzisyen Keita, Mali’de 2020 askeri darbe sonrası Cumhurbaşkanı olan Assimi Goita’nın kültür işlerinden sorumlu özel danışmanı oldu.
Darbelerin yaşandığı Afrika ülkelerindeki halkın sokaklarda askerlere teveccüh göstermeleri aslında şaşılacak bir durum değil. Nitekim kıtanın birçok ülkesinde sokaktaki vatandaş için iktidarda asker ya da sivil yönetimin olup olmaması değil; evine ekmek götürüp götüremediği ve ailesiyle güven içinde bir gece geçirip geçiremediğidir.
Tarihi geçmişe sahip yeni bir tefekkür ya da hareket olmayan Pan-Afrikanizm bugün de gündeme geliyor. Afrika’nın farklı noktalarında internet aracılığıyla dünya ile kolayca iletişim kuran yeni kuşak, kıtanın geleneksel elitlerine seslerini duyurmaya çalışıyor. Ancak bunlar olurken hiç kuşkusuz Afrika’daki üniversitelerde ne üretildiği, sivil toplumun ne kadar etkili ve yerli olduğu, zihinsel ve fikirsel bağımsızlığın elde edilip edilmediği ve ekonomik bağımsızlığın ne oranda kazanıldığı gibi soruları da göz önünde tutmak gerekiyor.
Afrika’daki darbelerin nedenlerini, sonuçlarını ya da istatistiksel verilerini tartışmak konunun bir tarafı; ancak bundan daha temel ve tartışılması gereken konu hiç kuşkusuz her ülkenin kendi iç dinamikleri bağlamında sosyoekonomik yapısı, uluslararası şirketlerin söz konusu ülkelerdeki yatırımları ve Afrikalı elitlerle kurdukları ağları, entelektüel alanda tartıştıkları konular ve beyin göçünün hangi ülkelere aktığıdır…