Bu ülkenin gerek askerî darbeler, gerekse siyâsî ayak oyunlarıyla her on yılda bir birikimlerini eritme ve puslu havada avlanmayı seven kurtların sofrasına yemek olma lüksü yoktur.
General Allenby'nin "Askerleriyiz” diye bir cümle kurgusal bir cümledir. Ancak bu cümle, kendisi ya da bir yakını askerlikten “yırtsın” diye okul uzatan, o da çâre olmayınca “bedelli” için adaklar adayan ama nedense sandıktan kendi istedikleri çıkmayınca bir anda “asker” kesilenlerin fark etmeden söyledikleri bir cümledir. Aslında onlara bu cümleyi söylercesine hareket ettirenlerin değirmeninden gelen sudur asıl mesele.
General Allenby, Şam eyâleti Osmanlı'nın hâkimiyetinden çıkınca bölgeyi işgâl eden İngiliz ordusunun komutanıdır. Allenby, Şam Emevi Câmii'nin hemen yanında medfun olan Selahaddin Eyyûbî'nin kabrine muzaffer bir komutan edâsıyla girer ve alaycı bir şekilde “Yine geldik Selahaddin” der.
Selahaddin Eyyûbî, büyük Türk komutan Nureddin Zengi'nin yetiştirdiği büyük bir Kürt komutandır. Cennetin Krallığı adlı filmde Amerikalı yapımcıların bile faziletini gizleyemediği bir komutandır. Kudüs'ü Haçlı zulmünden ikinci kez kurtaran komutandır. Alman imparatorunun hayranlığını göstermek için mezarına anıtsal bir mozele gönderdiği devlet adamıdır.
Selahaddin Eyyûbî'nin ismi, Batı'nın zihnine ve hatta ruhûna öyle bir işlemiştir ki, General Allenby, kendince zafer ilânını, mezarında yatan Selahaddin Eyyûbî'ye giderek yapınca tatmin olmuştur.
İngiliz general, Amerikalı diplomat ya da İtalyan gazeteci. Hiç farketmez. Hepsinin ruh derinliklerinde bu büyük komutan ve onun temsil ettiği inanç ve güçten duyulan korku vardır. Bu korku, derinlerdedir ama çıkıp rahatlamak için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Tıpkı İtalyan La Republica gazetesinin attığı başlıktaki gibi. Batı dünyâsı, ne kadar laik veya seküler olduğunu iddia ederse etsin, en büyük korkusu, İslâm'ı mefkûre edinmiş zihniyettir. Yanı başındaki Endülüs Emevî Devleti'ne Haçlı seferi düzenlemeyen Avrupa, binlerce kilometre ötesindeki Kudüs'ü kurtarmak için ortalığı ayağa kaldırır, varını yokunu harcar. Zîra Kudüs onların Ortadoğusu'dur ama İslâm'ın ilk kıblesi, üç kutsal şehrinden biri ve Mîrac'ın basamağıdır. Fakat unutulmamalıdır ki, Kudüs Hz. Ömer zamânında fethedilince değil, Selahaddin Eyyubî fethedince (1187) Haçlı seferi düzenlenmiştir.
Kudüs'te Selahaddin Eyyûbî'den önce de Müslümanlar vardı ama Kudüs'ü onlar yönetmiyordu. Hristiyanların dediği oluyordu. Müslümanlar, onların düzenlerine uyduğu sürece makbuldü. Ama Selahâddin Eyyûbî'nin gelişi herşeyin değişmesi demekti. Yakın zamâna kadar Türkiye'de başörtülü kadınların kapıcılık, gündelikçilik, overlokçuluk yaptığı sürece birilerini rahatsız etmemesi de bu anlayışın bir tezâhürüydü. Onlar kendi yalanına inanırcasına gökten indiğini zannettikleri Nutuk'un inananları ve “Kemalizm'in ümmeti” olarak kurdukları düzenin hâkimiyetindeki denge aleyhlerine değişince ve Türkiye normalleşmeye başlayınca hedefe birini oturttular: Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan'ı hedefe oturtan üst akılların derdi başkaydı. Ama bu üst akılları idâre eden demokrasi havarilerine “sandık her şey değildir” demek yakışmazdı. Tıpkı Filistin'de Cuma hutbesi veren Diyânet İşleri Başkanı'nın makam arabası üzerinden dövülmesi gibi arkadan dolanarak oynuyorlardı.
İslâm, onların düzenini bozmadığı sürece güzeldi. Vatikan'da sema gösterileri, New York'ta, Paris'te, Londra'da Muhteşem Süleyman sergileri âdeta bâzı şeylerin sâdece târihte kaldığını gösterircesine destekleniyor ve finanse ediliyordu. Ama üçüncü havaalanı ile dünya sivil havacılık dengeleri, Kanal İstanbul ile Montrö'de kurulan düzen bozulacaktı. Şam'daki kabrinden yatan Selahaddin Eyyûbî'nin rolünü başka biri üstlenmişti. Bundan âlâ “diktatör” mü olurdu. 7 Şubatlar, Geziler, 17-25 Aralıklar, Kobaniler birbirini izledi. Ama istedikleri bir türlü olmuyordu, çünkü saldırı dışarıdan geliyordu. Taktik değiştirildi; oyun içeriden vurma şekline dönüştürüldü. “Diktatör”e oy vermiş olanlar bu sefer “ülkenin iyiliği” için ona küçük bir ders verecekti.
Bunlar bir yana Kudüs, barış dini İslâm için dünyâdaki barış pergelinin sâbit ucudur. Kudüs huzurluysa dünyâda barış ve huzur vardır. Dünya barışı 1917'de Osmanlı'nın bölgeden çıkmasıyla bozulmuştur. 1518'de bölgedeki başta Türk ve Kürt halklarının ittifâkını sağlayan Yavuz Sultan Selim tarafından kurulan barışın bittiğini General Allenby, Selahaddin Eyyûbî'nin huzûrunda ama dünyânın huzûrunu bozarcasına ilân etmiştir.
Hiç şüphe yok ki General Allenby'nin Kudüs'e girmesinde İstanbul'da mutluluk duyanlar olmuştu. Tıpkı 7 Haziran akşamı ortaya çıkan tablodan mutluluk duyanlar gibi. Her şerde bir hayır vardır, ama General Allenby'nin Kudüs'e girmesinden sonra yaşanan zulmün hesâbını, İstanbul'da sevinenler vermemişti. 7 Haziran seçimlerinden çıkan tablonun, tâkip eden sâdece iki gün içinde ülke ekonomisine 83 milyar liralık mâliyetini de şimdi sevinenlerin sâdece küçük bir azınlık ödemeyecek. Zâten bu ülkede son bir iki yılda kopartılan “diktatör” fırtınasının sebebi de bu küçük azınlığın işine gelmeyen şeylerin yapılmasıdır.
Bu ülkenin gerek askerî darbeler, gerekse siyâsî ayak oyunlarıyla her on yılda bir birikimlerini eritme ve puslu havada avlanmayı seven kurtların sofrasına yemek olma lüksü yoktur. Çünkü bu kurtlar karınlarını sâdece Türkiye'deki avlarıyla değil, yere düşürdükleri Türkiye sebebiyle korumasız kalan Kudüs'te, Bosna'da, Halep'te, Kerkük'te yaptıkları avlarla doldurmaktadır.