Putin’in Batı’ya mesajı: Rövanş mı taviz mi?

04:0020/02/2024, Salı
G: 20/02/2024, Salı
Yeni Şafak
Vladimir Putin.
Vladimir Putin.

Dr. Elnur İsmayıl / İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi

Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinden sonra ABD önderliğindeki Batı dünyasının amacı sadece Rusya’yı değil, Rusya Devlet Başkanı Putin’i de dünya gündeminden bir şekilde tecrit edebilmekti. Batılı devletlerin bu konuda yaklaşık iki sene boyunca başarılı olduğu düşünülebilirdi ta ki, ABD Başkanlarından Trump’a yakınlığıyla bilinen aşırı sağcı gazetecilerden Tucker Carlson’un Moskova’yı ziyaret etmesine kadar. Carlson’un Putin’le mülakat gerçekleştirmesi, uluslararası gündemi etkileyen olaylardan sayılabilir. Batılı liderler Putin’in propaganda amacıyla söylediği görüşlerin, Rusya’yı tecrit politikası için olumsuz olabileceğini düşünmektedir.

MÜLAKATTAN SATIR ARASI NOTLAR

Putin’in bu mülakatıyla Batı’ya nasıl bir mesaj verdiğine ilişkin yaklaşımlar farklıdır. Batı ile rekabetin sürdürülmesinden mi yana, yoksa karşılıklı güzeşte gitmekle ülkesini tecrit edilmekten kurtarmak mı istemektedir? Beklenildiği üzere, Putin’in Ukrayna’ya saldırısına ve almış olduğu karara ilişkin tezleri öncesinde de birkaç defa duyulmuştu. Özellikle, Ukrayna’nın bir devlet ol(a)madığına ilişkin mesajları, Putin’in hatalı “tarih bilgisi” üzerinden daha net anlaşıldı. Rusya’nın; Ukrayna’nın tarihine, geçmişine ve batısı üzerinde hakları olduğuna vurgu yaptı. Soğuk Savaş’tan sonraki süreçte Rusya’nın izlediği politikaları ve çıkarlarını masumane göstermeye çalışarak, ABD ve CIA’in hep Rusya’nın arkasından iş çevirdiğini Carlson’la mülakatında birçok defa tekrarlayan Putin, Ukrayna’da 2014 darbesinden sonraki süreçte Kırım’ın işgalinde ve bugünkü Ukrayna’ya askeri müdahalesinde kendisini haklı göstermeye çalışmaktadır.

Bununla yetinmeden, Ukrayna’nın diğer bölgeleri üzerinde Doğu Avrupa devletlerinin de tarihi hakları olduğu imasında bulunması, aslında Ukrayna’nın bir devlet olarak ortadan kaldırılması için bir kısas olarak da düşünülebilir. Fakat konuşması sırasında, bir tarafta Ukrayna milliyetçiliğini neo-Nazi ideolojisine benzeterek eleştirmesine rağmen, Ukrayna topraklarını işgalini, Hitler’in 1939 yılında Polonya’yı işgaline benzetmesi ve Hitler’in Polonya’yı işgalini haklı çıkarmaya çalışması belki de uluslararası camiada Putin’i ve görüşlerini daha zayıf düşürdüğü kesindir.

ÇİN İTİRAFI

Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonraki dönemde, ülkesinin, medeni uluslar olarak adlandırdığı Batı dünyası veya ABD tarafından kandırıldığını söyleyen Putin’in, Doğu’ya genişlemeyeceği sözü vermiş NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemesinin bir hata olduğunu ifade etmesi de dikkat çekicidir. Hakeza 2000’li yılların ortasından itibaren birçok defa NATO’nun Soğuk Savaş’ın bitmesiyle tarihe kavuşması gerektiğini vurgulayan Putin’in, genişlemenin aksine Rusya, Avrupa ve ABD’yi içine alacak bir güvenlik sistemi kurulmasının yeni bir Soğuk Savaşı önleyebileceğini iddia etmesi de…

ABD ve CIA’in Rusya’nın arka bahçesi olarak nitelendirdiği coğrafyalardaki eylemlerini itiraf etmesinde bir hata olmayabilir. Fakat öncelikle Putin’in, Rusya’nın da emperyalist bir ülke olarak yüzyıllardır halkları sömürdüğünü, topraklarını işgal ettiğini, katliamlar ve soykırımlar gerçekleştirdiğini düşünmesi gerekiyor.

Putin’in, Batılı ülkelerin Rusya’yı değil, 1,5 milyar nüfusa sahip ve ekonomisi her yıl yaklaşık yüzde 5 yükselen Çin’i bir tehlike olarak görmesi gerektiğini söylemesi de dikkat çekmektedir. Belki de bu, içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve demografik sorunlardan kurtulamayan Rusya’nın gerçek anlamda ABD için artık bir tehdit olamayacağının en üst düzeyde itirafı olarak da düşünülebilir. Son 10 yıllık bir süreçte kendi savunma sanayisini yeniden ayağa kaldırarak ABD’nin önünde üst düzey füze savunma sistemleri geliştirmekle gururlanmasına rağmen, Ukrayna savaşındaki askeri başarısızlığı da Rus askeri gücünün zayıf olduğunu göstermektedir. Putin, hem ikili ilişkilerinde hem de BRICS kapsamında Çin’le iş birliğinin pozitif taraflarından bahsetmeye zorlanmaktadır. Belki de bu, birçok konuda Çin’e bağımlılığı artan Rusya’nın kendisinin, Çin’i bir tehdit olarak gördüğünün, Putin’in iç sesinin dışa yansıması olarak okunabilir.

KAHRAMAN MI KALACAK, CANİ Mİ OLACAK?

90’lı yılların zayıflamış Rusya’sını iktidara geldikten sonra ayağa kaldıran, uluslararası sistemin tek kutupluluğuna meydan okuyarak ABD hegemonyasını eleştiren Putin, Rusya’nın bugün birçok alanda yalnızlaştırıldığının farkında. Her geçen zamanın hem kişisel olarak kendi aleyhinde hem de Rusya için bir dezavantaj olduğunun da farkında. Fakat geri dönülemez bir yoldan somut bir sonuca varmadan çekilmenin de hayalini kurduğu Büyük Rusya sloganıyla örtüşmediğini anlayarak, taviz vermenin bir hata olacağına inanmaktadır. Otoriter liderlerin en zayıf yanlarından birisi de, zamanında ülkesi için zararlı olduğunu görmelerine rağmen kendi kişisel çıkarını devletin çıkarından üstün tutmalarıdır. Rusya’nın bu anlamda uzun vadede bir çöküşün eşiğinde olduğunu görmek zor olmasa gerek. Bir dönem ülkesi için kahraman bir lider olarak anılan Putin’in, tarihin geri kalan kısmında Rusya’yı felakete, belki de Çarlık Rusya’nın işgallere başladığı 16.yüzyıl öncesi sınırlarına kadar sürüklemiş biri olarak anılacağı tarih de çok uzak değil gibi görünüyor. Belki de nükleer silahları kullanma tehdidiyle yetinmeyip “düşmanlarına” karşı gerçekten kullanarak insanlık için bir cani olarak anılacağı bile düşünülebilir…



#Politika
#Putin
#Trump
#ABD
#Rusya