Bizanslı bürokrat Mihail Attaleiates’in Historia adlı eseri Malazgirt Savaşı öncesi durumu ve bilhassa savaşın cereyan edişini ortaya koyması ve bir Bizans entelektüelinin gözünden; dönemin Selçuklularını, Türk savaş taktik ve stratejisini, Sultan Alp Arslan’ın kişiliğini, galip bir sultan olarak tavrını ve düşmanlarına karşı yaklaşımını tasvir etmiş olması bakımından önemli bir çalışmadır.
Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın Bizans imparatoru IV. Romanos Diogenes’i mağlup ederek elde ettiği, bugün 950. yıldönümünü kutladığımız Malazgirt Zaferi, Türk ve İslam tarihinin en şanlı zaferlerinden ve Türkiye’nin oluşumunun en mühim adımlarından birisidir. Bu büyük zafer erken dönemden itibaren muhtelif yüzyıllarda yerli ve yabancı yazarların kaleme aldığı kroniklerde bazen bir cümle ile bazen de uzun uzun anlatılmıştır. Modern dönemde ise pek çok tarihçi veya edebiyatçı tarafından bu savaşa yahut Sultan Alp Arslan’a dair eserler kaleme alınmış olup, halen de devam etmektedir. Sayıları daha fazla olmakla birlikte bu yazıda dikkati çekmek istediğim eser, savaşın görgü tanığı, hukukçu ve tarihçi Mihail Attaleiates’in Historia’sıdır. Bu eser Malazgirt Savaşı’na dair bilgi veren en eski kaynak olma özelliğine sahip olup, mağlup bir ordu içerisinde yer alan Bizanslı bir bürokratın gözünden dönemin Türk ve Selçuklu imgesini ortaya koyması bakımından hayli dikkate değer bir eserdir. Bu eser, Bilge Umar tarafından dilimize tercüme edilerek yayımlanmış, savaş ile ilgili kısmı da Carole Hillenbrand’ın Malazgirt Muharebesi başlıklı eserinin ekler kısmında verilmiştir. Mihail Attaleiates’in Historia’sı savaş öncesi durumu ve bilhassa savaşın cereyan edişini ortaya koyması ve bir Bizans entelektüelinin gözünden; dönemin Selçuklularını, Türk savaş taktik ve stratejisini, Sultan Alp Arslan’ın kişiliğini, galip bir sultan olarak tavrını ve düşmanlarına karşı yaklaşımını tasvir etmiş olması bakımından önemli bir çalışmadır.
Malazgirt Savaşı sadece Selçuklular açısından değil Bizans açısından da önemli bir dönüm noktası, imparatorluk içi çekişmelerle boğuşan ve karşısında güçlü bir muhalefet bulunan Romanos Diogenes’in kendisini ispat ve otoritesini daha sağlam bir şekilde tesis etmek için mutlaka kazanması gereken bir savaştı. İmparatorun emrindeki hayli kalabalık Bizans ordusunun bir mensubu olarak Mihail Attaleiates’in de bu savaşın kendileri lehine sonuçlanmasını istediği muhakkaktır. Bu nedenle eserinde kendisinin gayretlerinden söz etmiş, Bizans ordusundaki bazı zaafları dile getirmiş, yenilgisinin sorumlusu olarak ordu içindeki panik havasını, istihbarat eksikliğini ve Türklerin yıpratıcı saldırılarını göstermişti.
Attaleiates eserinde Türkler hakkında pek de hoş olmayan ifadeler kullansada verdiği bilgiler daha savaşın başından itibaren Bizans ordusu içerisinde yaşanan korku ve endişeyi, Selçuklu askerlerinin cesurca hücumlarını ve yıpratma saldırılarını ne derece başarılı uyguladıklarını göstermektedir. Attaleiates’in, “olağanüstü bir korku ve kötü kader beyanları, karışık bir çığlık ve anlaşılmaz bir gürültü ortalığı kapladı, her yer tehlikeyle doldu. Ve herkes böyle koşullarda yaşayacağına ölümü yeğler oldu… Türkler gece boyunca Romalıların kampı çevresinde gürültüyle dönmeyi, her yandan ok atmayı, zarar vermeyi ve vızıldamayı sürdürüp onları korkuttular ve herkes geceyi gözleri açık ve uykusuz geçirdi, zira tehlike kılıcını çekmiş kendini gösterirken, kim uykuya dalabilir ki?” cümleleri savaşın hemen arifesinde Türk birliklerinin Bizans ordusu içerisinde uyandırdığı korkuyu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu korku savaşın başlamasıyla daha da artmış; bazı stratejik hataları, imparatorluk ordusu içerisindeki iç çekişmeler takip etmiş nihayetinde de Türklerin ani hücumuyla Bizanslılar mağlup olmuştu.
Attaleiates, kitabında kendisinin bilhassa kaçan Bizans askerlerini engellemek için nasıl gayret gösterdiğini anlatmakta, Selçuklular’ın savaşı kazanması sonrasındaki hissiyatını ise, “İş çok acı verici, herhangi bir yakınma ve ağıtı aşacak nitelikteydi.
Tüm imparatorluk ordusunun vahşi ve acımasız barbarlar tarafından kaçmaya ve yenilgiye sürüklenmesi, imparatorun barbar silahlar tarafından çevrilmesi, imparatorun, komutanlarının, askerlerinin ve çadırlarının bu adamların eline geçmesi, Roma Devleti’nin harabeye dönmesi ve imparatorluğun çöküşün eşiğine gelmesinden daha acıklı ne olabilir ki?” sözleriyle dile getirmişti.
Bu sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla Attaleiates, kaybettikleri Malazgirt Savaşı’nı Roma’nın çöküşü olarak görüyordu. Cesurca savaşan imparator elinden yaralanmış, geceyi şanına yakışmayacak şekilde yerde yatarak geçirmiş akabinde esir edilmiş ve Sultan Alp Arslan tarafından kimliği tespit edilince, imparatorluk için bir anlamda yeni bir umut ışığı belirmişti. Attaleiates’in Romanos Dieogenes ile Alp Arslan arasındaki buluşmayı tasvir ettiği kısım, mağlup bir ordu mensubunun, efendisine şefkatli davranan düşmanına dönük övgüsü olarak değerlendirilebilir: “Onu daha önce görmüş elçilerden, karşısındakinin Romalıların imparatoru olduğu bilgisini alınca, hemen ayağa kalktı ve ona sarılarak, ‘korkuya kapılma ey imparator, iyimser ol, çünkü bedensel bir zarara uğramayacak, gücünün gerektirdiği şekilde onurluca muamele göreceksin. Çünkü kaderin beklenmedik cilvelerine karşı tedbirli olmayan aptaldır’ dedi. Daha sonra bir çadır ile imparatora uygun yardımcılar tayin edilmesini emretti ve hemen onu masasında bir yoldaş ve davetli bir misafir yaptı, onu ayrı değil,
saygıdeğer rütbede ve onunla eşit kimselerle oturttu”. Attaleiates, Malazgirt’ten bahsettiği kısmın sonunda ise; “Allah’ın takdirinin burada, her şeyde olduğu gibi nasıl da adil ve sarsılmaz olduğu görüldü. Çünkü sadece başkaları değil esir imparator da zafere layık olduğunu beyan etti. Her şeyi gören göz, zaferi mağrur olana değil, tevazu gösterene ve şefkatli olana bahşeder. Aziz Pavlus’a göre; Tanrı insanlar arasında ayrım yapmaz” cümleleriyle de savaşa ve sultana dair düşüncelerini aktarmıştı.