Katar’ın Körfez ve Arap dünyasının dışındaki bölgesel güç olarak gördüğü Ankara ile işbirliklerini, Türkiye’de daha çok yatırım yapması ve ticari hacmini artırması gibi birçok alanda kuvvetlendireceği görülebilir. Bu bakımdan Katar’ın bölge ülkeleriyle işbirlikleri, uzlaşması ve anlaşmalar imzalamasının Türkiye ile ilişkilerine olumsuz refleks vereceğini söylemek doğru olmaz.
Uluslararası düzlemde ve Orta Doğu’da yaşanan güncel gelişmeler, bir yandan yeni denge ve rekabet alanlarını oluştururken diğer yandan fırsatları da beraberinde getirmektedir. 2020 yılında tüm dünyayı sarsan yeni tip Korona virüsü (Covid 19) salgınının yayılması küresel olarak var olan dengeleri dönüştürürken, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 46. Başkanlık seçimlerinin son derece ihtilaflı cereyan etmesi ve sonrasındaki Joe Biden yönetiminden siyaset/güvenlik çerçevesindeki beklentiler yeni ittifak ve dengeleri etkileyecek potansiyele sahiptir.
Bölgesel arenada değerlendirildiğinde; 3 Ocak 2020 tarihinde Bağdat havaalanı yakınlarında İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’nin suikastı, Türkiye’nin İdlib’de Bahar Kalkanı Harekâtı’nı başlatması, ABD 45.Başkanı Donald Trump’ın girişimiyle başlatılan İsrail-Körfez/Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesi (Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas), ve 27 Kasım’da Tahran’ın yakınlarında Tel-Aviv’in düzenlediği suikastla İran’ın nükleer çalışmasının mimarı olarak nitelenen Nükleer Fizik Uzmanı Muhsin Fahrizade’nin öldürülmesi gündemi belirleyen temel gelişmeler olarak nitelendirilebilir.
Söz konusu gelişmelere ek olarak, 2021 Ocak ayında dengelere etki edecek önemli bir oluşum gözlemlendi. 5 Ocak’ta Suudi Arabistan’ın el Ula kentinde Düzenlenen 41.Körfez İşbirliği Konseyi Zirvesi’nde Washington ve Kuveyt’in çabalarıyla; Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Mısır ve Katar arasında 5 Haziran 2017’den bu yana devam eden Körfez krizinin çözüme kavuşturulması noktasında ilerleme kaydedildi. Bu analizde; genel çerçeve olarak yukarıda sayılan tüm gelişmeler ışığında Katar ile Körfez ülkeleri arasındaki anlaşmaların Ankara-Doha ilişkilerine nasıl yansıyacağı irdelenecek ve bu gelişmeler bağlamında ‘Katar Türkiye’den uzaklaşır mı?’ sorusuna yanıt aranacaktır.
Türkiye-Katar ilişkilerine bakıldığında; ilişkinin dinamiklerinin çok boyutlu ve çok kulvarlı bir konuma sahip olduğu gözlemlenmektedir. Katar, Türkiye’yi hem bölgesel politikalarında hem Arap/Körfez ülkeleriyle münasebetlerinde bir rekabet ve güç mücadelesi kapsamının bir tarafı olarak da değerlendirmektedir.
Ankara-Doha ilişkileri, özellikle Aralık 2010’da Arap ülkelerinde başlayan ve Orta Doğu’ya yayılan halk isyanlarıyla birlikte tedrici bir biçimde diplomatik, ticari ve askeri alanlarda pekişti. Dolayısıyla ilişkilerin temelini Katar’ın Körfez ülkeleriyle yaşadığı kriz döneminin bir unsuru olarak görmek yerine bütünsel olarak okumak yerinde olacaktır. Şüphesiz ki Katar’ın Körfez ülkeleriyle yaşadığı krizlerde Ankara’nın Katar’a destek vermesi, özellikle askeri alanda Riyad, Abu Dabi, Mename ve Kahire tarafından uygulanan kara, deniz ve hava ablukalarına Türkiye’nin uçaklarla destek olması Türkiye-Katar ilişkisinin askeri, ticari ve ekonomik yönünü güçlendirmiştir.
İlişkiler 2014 yılında Ankara-Doha arasında Yüksek Düzeyli İşbirliği Komitesi’nin kurulmasından sonra; askeri, savunma ve ekonomik alanlarda derinleşmeye başladı. Özellikle 2014 yılının Aralık ayında iki ülke arasında imzalanan Askeri İşbirliği Anlaşmasıyla Türkiye’nin Katar’da askeri üs kurması Ankara-Doha ilişkilerinde dönüm noktası olarak nitelenebilir. Bütün bu gelişmeler ışığında diplomatik alanda 6 yıl 10 ayda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani 28 kez görüşmüş ve Yüksek Düzeyli İşbirliği Komitesi’nin 2015 yılından bu yana düzenlediği 6 toplantıda tam 62 anlaşma imzalamışlardır. Bu durum Türkiye-Katar ilişkilerinin tarihi arka planı açısından ehemmiyetli aşama olarak anlamlandırılabilir.
Öte yandan 2020 yılındaki verilerine göre; Türkiye-Katar arasındaki ticaret hacminin son 3 yılda yüzde 13,6 artarak 1.6 milyar dolar olduğu belirtilmektedir. Katar’ın Ankara Büyükelçisi Salim Mübarek al Şafi’nin 29 Aralık 2020 tarihinde Hürriyet Gazetesine verdiği mülakatında Katar’ın dünyada 400 milyar dolar yatırımı olduğunu ve bu miktarın 22 milyar doları Türkiye’ye yönelik olduğunu vurguluyor. Katar’da çeşitli alanlarda çalışan 553 Türk şirketine 18.5 milyar dolar yatırımı vardır. Katar’da 11 bin Türk vatandaşı çalışmakta olup Türkiye’de 179 Katarlı şirket yatırım yapmıştır. Bunlara ilaveten 2016’da Türkiye’yi 30 bin Katarlı ziyaret ederken bu sayı 2020’de 110 bini aşmıştır.
Bütün bu gelişmeler ışığında, özellikle Katar’ın 41. KİK zirvesinde imzaladığı anlaşmadan sonra Türkiye ile olan ilişkilerinin ne yönde seyredeceği sorusu akıllara gelebilmektedir. Bu minvalde dış politikada ‘daimi dost ve düşman yoktur’ ilkesinden hareketle; ikilinin ulusal çıkarlarının örtüşmesi ve Ankara-Doha ilişkilerinin bölgesel anlamda Suriye, Libya, Yemen ve Irak gibi ülkelerde birbirlerine yakın görüşlerde olmaları ve iki ülkenin her geçen gün çeşitli alanlarda işbirlikleri imzalaması iki ülkenin ‘‘Stratejik Ortak’’ olarak nitelendirilmesinin makul bir yanıt olacağı söylenebilir.
Yukarıda belirtildiği gibi; Türkiye-Katar ilişkilerinin özellikle 2010 yılından sonra Arap ülkelerinde cereyan eden hadiselerle paralel olarak geliştiği görülse de, iki ülkenin yaşadığı bölgesel ve küresel krizlerde birbirilerine verdikleri destekle karşılıklı olarak çok büyük bir güven tesis edildi. Bu açıdan bakıldığında; Katar’ın üç buçuk yıl Körfez ülkeleri tarafından her türlü abluka ve ambargoya maruz kalması, Doha yönetimini kendi dış politikasını bağımsız bir şekilde inşa etmesini de sağladı. Arap medyasında sıklıkla Körfez krizinden en çok müstefit olan ülkelerin başında Türkiye ve İran’ın olduğu yorumları yapılmaktadır. Aslında bu tür yorumların doğruluk payı olsa da Katar’ın Suudi Arabistan veya Körfez ülkelerinin etki ve nüfuzundan çıkmak istediğini izlediği bölgesel-küresel politikalarıyla yansıttığının altını çizmekte fayda vardır. İzledikleri bölgesel ve uluslararası siyasetlerini dikkatlice okunduğunda Katar ve Umman gibi Körfez ülkesi zoraki bir KİK birlikteliğini sürdürmektedir.
Şu hususa dikkat çekmek gerekir ki; Katar’ın, bölgesel-küresel gelişmeler bağlamında tehditlere, fırsatlara ve risklere bakışı Körfez ve diğer Arap ülkelerinden artık çok farklıdır. Örneğin, Katar Suudi Arabistan gibi İran’ı doğrudan tehdit olarak görmemekte ve Arap ülkelerindeki değişimi kendi kamuoyuna sıçrayacağını düşünmemektedir. Hatta bu tür hareketlere zaman zaman finansal ve medya desteği verdiği bilinmektedir. Katar Emiri Şeyh Temim’in genç olması ve dinamik bir ekiple çalışması, diğer Körfez ülkelerine göre dünyaya bakışının modern, yenilikçi ve statükodan uzak pragmatik bir yaklaşıma sahip olmasına etki etmektedir. Bu nedenle Katar’ın Türkiye ile derinleşen ilişkilerine ışık tutulduğunda, Doha’nın Körfez ülkeleriyle yaşadığı krizi çözmesi Ankara’ya olumlu yansıları olacağı ifade edilebilir. Hatta Katar’ın el Ula Zirvesinde; Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır ile imzaladığı anlaşmadan sonra kısa veya orta vadede Ankara-Riyad ilişkilerinin rayına girmesi için öncülük yapabilir.
Sonuç itibarıyla, Katar’ın üç buçuk yıl Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır ile yaşadığı krizin temelinde pek çok neden gösterilmiştir. Doha’nın Müslüman Kardeşler’e verdiği destek, el Jazeera kanalının Arap isyanlarındaki ve Yemen iç savaşındaki tutumu, Tahran yönetimiyle yakınlaşması ve Türkiye’nin Katar’daki askeri üssü olarak gerekçelerle söz konusu kriz derinleşmiştir. Ancak bütün gerekçeler dikkatlice okunduğunda krizin temelinde Katar’ı izole edip kontrol edilmesi amaçlandığı söylenebilir.
Bu açıdan Katar; yaşadığı krizin sürecinde Türkiye ile yaptığı işbirliklerinin ve kurduğu dostluk köprülerinin önemini güçlü bir biçimde anlamıştır. Ayrıca kriz yaşadığı dört ülke tarafından Katar’a karşı uygulanan kara, hava ve deniz ablukaları dışında Doha’nın bölgesel ve küresel politikalarını, ekonomisini, ticaretini ve askeri gücünü artırmıştır. Bu bağlamda kurulduktan bu yana Arap dünyasında yaşanan kriz ve kaoslara çözüm üretemeyen Körfez İşbirliği Konseyi’nin el Ula zirvesinde ilk kez bir sorunu anlaşmayla sonuçlandırdı.
Özetlemek gerekirse, bundan sonraki süreçlerde Katar’ın Körfez ve Arap dünyasının dışındaki bölgesel güç olarak gördüğü Ankara ile işbirliklerini, Türkiye’de daha çok yatırım yapması ve ticari hacmini artırması gibi birçok alanda kuvvetlendireceği görülebilir. Bu bakımdan Katar’ın bölge ülkeleriyle işbirlikleri, uzlaşması ve anlaşmalar imzalamasının Türkiye ile ilişkilerine olumsuz refleks vereceğini söylemek doğru olmaz. Çünkü Orta Doğu ülkelerinde meydana gelen halk isyanlarının ‘‘Arap Baharı’’ Arap ve Körfez’deki güç dengelerini ve rekabet denklemlerinin seyrini ciddi oranda değiştirdiğini söylemek mümkündür.