Öğretmen adayları son iki sınıfta okullarda öğretmen stajını bir ders olarak yapmalıdır. Sınıf hakimiyeti, öğretme gücü, müfredat bilgisi, becerilere uygun etkinlik hazırlayabilme, ölçme- değerlendirme yetisi ayrı ayrı notla değerlendirilmelidir. Adayın öğretmen olup olamayacağını bu süreç belirlemelidir.
Öğretmenlerin yeterlilik sınavından sonra mülakata tabi tutulacak olmaları adaylar, sendikalar ve siyasiler tarafından tepki ile karşılandı. Tepkilerin sebepleri değişik. Yeterlilik sınavından geçerli puanı almak zaten zor idi. Nice aday, esas puandan sonra, virgül ile ayrılan puanlardaki fark sebebiyle atanma hakkı kazanamıyor. Aynı ÖSYM yerleştirmesinde olduğu gibi bir eksik soru, bir yanlış cevap iki aday arasına yüzlerce kişi yerleştiriyor. Branş ölçeğinde alınacak kişi sayısı da yüksek puan almasına rağmen atanamayan aday sayısını artırıyor. Diyelim 30 aday atanacak. Yüzlerce kişi 90 ve üstü puan almasına rağmen kontenjan sınırı sebebiyle atanamıyor. Çünkü en yüksek puanı (100) alan adaylar bile alınacak kişi sayısından fazla. 100 kişi 100 tam puan almış ama 30 kişi atanacak. Bu durumda mülakat ihtiyacı doğuyor. 100 tam puan alanlar içinden mesleki bilgisini de ekleyenleri bulmak, dil, iletişim, ikna ve anlatma kabiliyeti, mesleğe yatkınlık gibi artıları olanları tespit için bu mülakata başvuruluyor.
TEORİ BİLMEK BAŞKA UYGULAMAK BAŞKA
Mülakat ile seçilmiş öğretmenlerin verimliliği yüksek olacağından veliler çocuklarına özel ders aldırma ihtiyacı duymayacaktır. Dershaneye verilecek para ile çocuklar hem ders dışı etkinliklere zaman ayırabilecek hem de veliler ekonomik olarak zorlanmayacaktır. Bundan dolayı veliler bilgisini en iyi şekilde öğretme yeterliliğine sahip öğretmenleri yeğlerler.
Üniversitede alınan her formel eğitimin o branşta tam verimli, doğru hizmet vermeye yetmediğini herkes biliyor. Yarım doktorun candan etmesi işte bu yetersizliktendir. Mesleği teorik olarak bilmek başka, pratik olarak uygulamak başkadır. Bunu acemi iken, mesleğine yeni başladığı yıllarda inşa ettiği binaları yıkılan mühendis- müteahhitlerden biliyoruz. Ameliyata hocası ile birlikte giren doktor adaylarından ders almalı değil miyiz? Bütün branşlarda ve mesleklerde bir usta çırak ilişkisi vardır. Bundan dolayı doktorluk aynı zamanda bir zanaattır. Görerek öğrenilen bir yanı vardır hekimliğin. Öğretmenlikte bu uygulamaya mentörlük diyoruz. Biz lisede öğrenci iken (1980-83) okulumuzda böyle bir uygulama vardı. Bu çare de (!) boykotlar sebebiyle fakültelerine, enstitülere giremeyen, siyasi sebeplerle yüksek okullardan erkenden mezun edilen adaylar için bulunmuştu. 80 öncesi, Ecevit’in hükûmet olduğu dönemde fakülteye hiç uğramadan, uğradığı dönemlerde de militanlık yapan gençler birkaç ayda mezun edilmiş ve yine militan yetiştirmek için okullara öğretmen olarak tayin edilmişti. Bu gruptan stajiyer öğretmenler “usta öğretmen”in derslerine dinleyici olarak girerdi, ikinci dönemde de yeni öğretmen olarak sahaya inerdi.
Öğretmen yetiştiren fakültelerde dördüncü sınıfta öğrenciler de okullara gider, hem fakültedeki formasyon hocasının hem okuldaki ders öğretmenimin gözetiminde ders anlatır. Bildiğim kadarıyla bu usul hâlâ var ve fakat ciddiyetle işlememektedir. Aslında MEB’in mülakat uygulamasını fakültelerle birlikte okullardaki branş öğretmenleri yapmalıdır. Puanlama, adayın mezun oluşunu, öğretmen olup olamayacağını belirlemeli ve hukuki olarak bağlayıcı olmalıdır. Bu husus yasal bir zemine dayandırılmalıdır. O zaman kimse adaletsizlikten, torpilden şikayet edemez. Bakanlık da hem töhmetten hem ikincil işlerle uğraşmaktan kurtulmuş olur. Bildiğimiz kadarıyla mentörlük sistemi Batı’da var. Hem de iyi işliyor.
ÖĞRETMENLER ZAMANLA USTALAŞIR
Yaşı 40 ve üzeri olanlar hatırlayacaktır. Anadolu liselerinin ilkokuldan öğrenci seçtiği dönemde ilkokul öğrencileri özel ders almaz; dershaneye de gitmezdi. Bu öğrenciler ilkokuldaki öğretmenlerinin gayreti, fedakarlığı, usta öğretici oluşu sayesinde kazanırlardı Anadolu lisesi sınavlarını. Öğretmen bu başarısı ile hem okulunda hem yöresinde diğer meslektaşlarından bir adım önde olduğu için veliler (ve hatta bürokrasi) çocuğunu o okula o öğretmenin sınıfına vermek için sıraya girerdi. Buradan çıkarılacak birinci sonuç okullar arasındaki farkın ancak öğretmenler tarafından kaldırılabilecek oluşudur.
Her branştan yetkin, öğretmesini bilen, dersini sevdiren öğretmen yetiştirirsek okullar arası farkı da kaldırmış oluruz. Ancak her öğretmen her başarıyı gösteremez, bunu ondan bekleyemeyiz. Çünkü öğretmenlik bir sanattır, insan zamanla ustalaşır. Hatta öğretmenlikte tamamen ustalaşmak yoktur. Öğretmen, mesleği ile ilgili her yıl yeni şeyler öğrenir. Öğretirken de öğrenmeye devam eder. “Öğrenemeyen öğrenci yoktur. Öğretmede yetersiz kalan öğretmen vardır.” diye bir söz var. Bu söz bahsettiğim ilkokul öğretmenlerine göre doğruluk kazanıyor.
GERÇEK YETENEK ÖLÇÜLEMEZSE NE OLACAK?
Mülakat olayından devam edelim. Acaba yapılması planlanan mülakat, öğretmen adaylarının gerçek yeteneğini ölçebilecek mi ? Burada bir yanlışlık yaparsak; heyecan, merak, acemilik gibi dış faktörlerin olumsuzluğundan dolayı “başarısız” olan adayları bir daha kazanamayız. Son sınıfta iken, okullara formasyon için giden öğretmen adayının heyecandan dolayı keçeli tahta silgisini ceketinin cebine koyduğunu hatırlıyorum. Yani komisyon önünde ders anlatmak herkesin harcı değildir. Bu konuda en başarısız adayların öğretmen yetiştiren fakültelerden mezun olmayıp farklı üniversitelerden mezun olan (İktisat, Fen Edebiyat Fakülteleri), ücret karşılığında öğretmenlik formasyonu alanlar olacaktır diye bir beklenti var. Bu kanaate katılmıyoruz. Fakat öğretmen adayı, ilk seneden itibaren kendini yetiştirmemiş ise başarısızlığı da normal karşılamak gerekir.
Herkesin bildiği, Kovid-19 küresel salgını sebebiyle okulların tatil olduğu dönemde çare olarak görülen EBA TV’deki ders anlatımlarından devam edelim. Hemen her sınıf seviyesinden ve her branştan öğretmen özel olarak seçildi ve ders anlattı kamera önünde. Hâlâ yayınlanıyor bu çekimler. EBA’daki ders anlatımı başarılı bir ders anlatımı mı acaba? Bu çekimler için genel kanaat şudur: Konuyu bilen öğrenciler için faydalı; konuyu ilk defa dinleyenler için öğretici bulunmamıştır bu ders anlatımları. Birçok öğretmen örnek bir ders anlatımı olarak kabul etmemiştir bu çekimleri. Eğer bu performans yeterlidir denilir ve aranırsa; aday öğretmenlerin bu başarıyı bile gösteremeyeceği aşikârdır. Çünkü çekimleri yapılan öğretmenler en az 5 yıllık, tecrübeli öğretmenlerdir. Onlar da mesleğe ilk girdiğinde bu performansta değildi. Yani, mülakatta başarısız olacak kişilerin kendini süreç içinde yetiştirmek imkanı elinden alınmış adaylar olacağını unutmamalıyız.
Şunu da belirtelim ki kimse kendinin yetersiz olduğunu kabul etmez, etmeyecektir. Bütün suçu önce komisyona sonra da sisteme ve Bakanlığa, torpile yükleyecektir. Bu konuda mahkeme yolu sorunu çözmez. Çünkü ders, konu anlatımının bir standardı yoktur. Bu konuda bilirkişi de tam bir ölçü bulamaz. Mahkeme süreci, “taraflı komisyon”, “taraflı mahkeme” sözlerinin havada uçuştuğu bir dönemde kimse bundan memnun olmayacaktır. Bir de mahkeme kararıyla kazandığını düşünelim adayın. Emsal karar gösterilerek mahkemelerin önünde yığılacak kalabalığı şimdiden görebiliyorum.
PEKİ NE YAPMALI?
Bütün bu açıklamalarla öğretmen adayları mülakat olmadan, aldıkları puan ile tayin edilsin mi demek istiyorum. Hayır. Aday öğretmenler için mentörlük uygulaması da şu şartlarda mümkün görünmüyor. Çünkü Bakanlık, alacağı öğretmenlerin ilk günden itibaren derslere girmesini, öğretmen ihtiyacını karşılamasını istiyor. Türkiye’nin ekonomisi maaş alan fakat derslere girmeyen memur sistemine müsait değil. Öğretmenin okula tayin edilip belki 1 yıl belki 6 ay mentör gözetiminde derslere girmesi ile mesele bitmiyor ona ayrıca maaş ödemesi yapılması gerekir. Bakanlık bu durumu verimli bir iş olarak görmeyecektir. Çünkü öğretmen adayları ağırlıklı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yani acil olarak öğretmene ihtiyacı olan yerlere gönderilecektir. Coğrafi olarak da öğretmenlerin ders yükü bakımından da mentörlük mümkün görülmemektedir. Görüldüğü gibi fakültelerdeki uygulama eksikliği öğretmen adayının yetersizliği ile sonuçlanmakta ve ceremesini de çocuklarımız, velilerimiz ve eğitim sistemi çekmektedir.
Bir çözüm önerisi olarak yazalım: Öğretmen adayları son iki sınıfta okullarda öğretmen stajını bir ders olarak yapmalıdır. Sınıf hakimiyeti, öğretme gücü, müfredat bilgisi, becerilere uygun etkinlik hazırlayabilme, ölçme- değerlendirme yetisi ayrı ayrı notla değerlendirilmelidir. Adayın öğretmen olup olamayacağını bu süreç belirlemelidir. Başarısı bu şekilde tespit edilen adayları gönül rahatlığıyla KPSS sınav sonucuna göre mülakat olmadan arayabiliriz. Böylece bu konu siyasi istismardan çıkmış olur.