Birkaç ay evvel, bir Körfez ülkesinin istihbarat teşkilatından üst düzey bir ismin ev sahipliğinde, önemli kişilerin hazır bulunduğu bir toplantıya katıldım. Gece yarısına kadar devam eden görüşmelerde başlık, bölgedeki siyasi gelişmeler, özellikle de Suudi Arabistan’da yaşananlardı.
Fay hatlarında değişime ilişkin Riyad’dan haberler geliyordu. Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’in kanatları kırılıp yetkileri azaltılırken onun vekili konumundaki İkinci Veliaht Prens Muhammed bin Selman gün geçtikçe daha da güçleniyordu.
Bu arada Suud Dışişleri Bakanı Adil el-Cübeyr, kamuoyuna hiç görüntü vermeden iki haftayı aşkın bir süredir [gizli saklı] Washington’da bulunuyordu ve hiç kimse onun ABD’de ne yaptığını tam olarak bilmiyordu.
Orada bulunanlar arasında Arap olmayan bir ülkenin eski başbakanı da vardı. Toplantıya ev sahipliği yapan üst düzey istihbaratçı, o eski başbakana Riyad’daki kaynama ve el-Cübeyr’in ABD’de ne yaptığı hakkında görüşlerini sordu.
Eski devlet adamının cevabı, salondakilerin ekseriyetini şoke etti, söylediklerinden şüphe duysalar da… Ama söylediği her şeyin doğru olduğu şimdiye kadar bir bir ortaya çıktı.
Kral olmak için can atan genç prensten bahsetti ve bu entrikayı başarılı kılacak bazı koşulları özetledi. Bu plan, 2014’te Kral Abdullah’ın ölümünün ardından hızla kaybettikleri Suudi Kraliyet Ailesi'ndeki sağlam zeminlerini yeniden kazanmak için her şeyi göze alan BAE yöneticileri tarafından gizlice hazırlanmıştı.
Bu entrikadaki kilit unsur, Amerikan istihbarat ve güvenlik kurumlarının rıza ve desteğini kazanmaktı. Ama bunu başarmak için BAE’liler ve onların hırslı genç müttefiki, “Washington’ın gözde Suudi’si” lakabıyla nam salmış Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’ten kurtulmak için Amerikalıları ikna etmek zorundaydılar.
Eski başbakana göre “Amerikalıların Muhammed bin Nayif’ten desteği geri çekip bu genç prensi tercih etmeleri için şimdiye kadar hiç kimsenin başaramadığı veya cesaret edemediği bir şeyi teklif etmeliydi.” Gizli olmayan bu bilgiyi dile de döktü: “İsrail’i tanımak zorunda. Eğer ki bunu yaparsa Amerikalılar onu destekler, hatta onu bizzat kendileri veliaht yaparlar.”
Dedim ki “Bunu yapmaya istekli olması imkânsız, ayrıca Suudi toplumu da bunu kabul etmeyip bir ihanet olarak görecektir.”
Eski başbakan şöyle cevap verdi: “Bu gençv, tahta oturmak için kendi öz babasına ihanet etmeye dahi hevesli.”
Hızla bugüne sararsak, şu anda Riyad ile Tel Aviv arasında iktisadi ilişkilere dair haberler ve üst düzey İsrailli yetkililerden Arap dostlarını övücü twitler hemen her gün geliyor.
Bu arada iki haftayı aşkın bir süredir Katar’a abluka uygulayan Suud ve BAE, bu kuşatmayı, Doha’yı Filistinli direniş grubu HAMAS’a destek verme suçlamasıyla meşrulaştırmaya kalkıştı.
Daha da önemlisi, çarşamba sabahı [21 Haziran] erken saatlerde Veliaht Prens Muhammed bin Nayif’i görevinde alıp Suudi tahtının varisi olarak yerine hırslı genç prens Muhammed bin Selman’ı getiren bir kraliyet kararnamesi haberi gündeme düştü.
Geçen hafta kaleme aldığım yazıda, KİK krizinin büyük ölçüde Suudi taht mücadelesiyle bağlantılı olduğunu yazmıştım.
Daha da önemlisi bu, alarm zillerini çaldırmalı; zira Muhammed bin Selman’ın kral olma saplantısına, BAE’nin diğer ülkelerin iç siyasetine dur durak bilmeden insafsızca müdahalesinin eşlik etmesi, Körfez’i gayet rahat bir şekilde kargaşaya sürükleyebilecektir.
Suud’da siyasi değişim hep yavaş ve tedrici olmuştur. Kraliyetin istikrarını sürdürme nedenlerinden biri ve dolayısıyla bölgede devamlılığın bir kaynağı da budur.
Değişime zorlamak için bu saldırganca hamle Kraliyet içindeki güç dengelerini iyice bozabilir; tam da bu nedenle alarm zilleri Washington ve Londra’da yüksek sesle ve açıkça çalıyor olmalı.
Muhammed bin Selman, Yemen’de binlerce insanın can verdiği ve yüz milyarlarca dolara mâl olan doğru düzgün planlanmamış bir savaşa girişerek iş bilmez tabiatını göstermiş oldu.
Abu Dabi ve Dubai şeyhleri, kendi şahsi menfaatlerine Ortadoğu’da özgürlük, barış ve istikrardan çok daha fazla değer verdiklerini açıkça göstermiş oldular. BAE dış politikası, Mısır’da askeri darbeden Libya’da devam eden iç savaşa, bölgede ihtilaf ve çatışma tohumları ekmekten başka pek bir işe yaramadı ve eğer ki başıboş kendi haline bırakılırsa bunun sonuçları çok daha feci olabilir.
Muhammed bin Selman şimdilerde tahta çıkma sırası gelen prens. Suud’un en yakın müttefikleri olan ABD ve İngiltere, o kral olmadan evvel hevesini törpülemek için çaba sarf edeceklerdir. Yoksa sonuçlarını düşünmeden bir hevesle savaş açan ve uluslar arası diplomasiden pek de bir şey anlamayan bir kralla karşı karşıya kalabilirler.
Soru şu: Acaba Muhammed bin Selman’ı mantık yoluyla iknaya çalışmak ve Körfez bölgesini muhtemel bir kaostan kurtarmak için yeteri kadar vakit olacak mı? Yoksa önümüzdeki haftalarda Kral Selman’ın “ani ölümü” haberlerini mi duyacağız?