Yassıada yargılamaları sırasında Adnan Menderes'in adada görevli teğmen, üsteğmen rütbesindeki subaylarca müteaddit defa tokatlandığı, çıplak etinde sigara söndürüldüğü, en insanî taleplerinin garezen karşılanmadığı, “utanıyorum!” dediği halde tuvalet ihtiyacını başında nöbetçiyle yapmaya zorlandığı, sıradan insanlara yapılması bile ayıp sayılacak birçok itip kakmalara muhatap kılındığı kayıtlara geçmiştir. Zarafet ve kibarlığını muhaliflerinin bile kabul ettiği Adnan Menderes’e incelik ve kibarlığı bırakın, sıradan insanlık değerleriyle dahi bağdaşmayacak muameleler yapılmıştır.
Bizim geleneğimizde, “Yerdeki yüze basılmaz.”, “Aman dileyene kılıç sallanmaz.” gibi insancıl atasözleri var. Bunlar Türk insanının hiçbir kayıt ve şart altında insaf ve vicdandan ayrılmadığının, konuştuğu lisana yansımış belgeleridir. Türk evladı asker ve subay da bunu savaşta mağlup ettiği düşmanının yarasını sararak, kaderi eline düşmüş, yani esir aldığı insanlara hiçbir kötü muamelede bulunmayarak sayısız defa kanıtlamıştır. Türk askeri, birçok yabancı tarihçinin de kabul ettiği böyle bir alicenaplık geleneğine sahiptir. Türk subayı, başka çok az milletin sahip olduğu bu harikulade geleneği ne yazık ki 27 Mayıs Darbesi sırasında ve sonrasında fütursuzca göz ardı etmiştir. Alaşağı edilen iktidar mensuplarına ve özellikle onun liderlerine darbeden sonra yapılan muameleler son derece yaralayıcı, onur kırıcı, aşağılayıcı olmuştur! Türk askerinin tarihî alicenaplık imajıyla asla bağdaşmayan, bilakis o imajı yerle bir eden uygulamalar bu dönemde revaç bulmuştur.
YALANIN BİNİ BİR PARA
27 Mayıs Darbesi’nin hemen öncesinde ve darbeden sonraki günlerde; siyasal iktidar aleyhindeki gösterilere katılan üniversite öğrencilerinin tankların altında ezildiği; cesetlerinin Et ve Balık Kurumu tesislerinde öğütülerek hayvan yemlerine katıldığı; Celal Bayar’ın 103 milyon lirayı yurt dışına kaçırma girişiminde bulunduğu; Menderes’in Kars ve Ardahan’ı Ruslara, Türkiye’deki Amerikan üslerini Amerikalılara sattığı gibi birçok yalan ve iftira dolaşıma sokulmuştur. Bu yalan ve iftiralar darbeden sonra aylarca ısrarla gündemde tutulmuş; sadece Demokrat Parti lider ve milletvekilleri değil, Demokrat Parti’ye oy vermiş vatandaşlar bile baskı altına alınmıştır. O günlerde hiç kimseye bunların yalan, iftira, münhasıran karalama olduğunu iddia ve ispat etme hakkı tanınmamıştır. Darbeyle iktidardan düşürülen Demokrat Partili devlet adamları ve bürokratlar “düşükler”, Demokrat Partiye oy veren vatandaşlar “kuyruklular” diye anılmıştır. Bütün bu yalan ve iftiraları ortaya atanlar o günlerde hiç utanmadıkları gibi hiçbirinin aslı olmadığının ayan beyan ortaya çıktığı sonraki yıllarda da bir utanma eseri göstermemişlerdir.
Bu yazının konusu bu yalanlar, iftiralar, manipülasyonlar değil; sadece darbeyle iktidar elinden alınmış ve tutuklanmış olan Demokrat Parti liderlerine, bakanlarına, milletvekillerine, bürokratlarına darbecilerin uyguladığı onur kırıcı, insanlık dışı muameleler ve işkencelerdir. Bunlar 27 Mayıs’ın asla unutulmayacak karanlık anılarını oluşturmaktadır. Bunların içinden en çok hafızalara kazınanlar ise 10 yıl başbakanlık yapmış olan ve herkesçe Demokrat Parti iktidarının sembol kişisi olarak kabul edilen Adnan Menderes’e yapılanlardır.
Yassıada yargılamaları sırasında adada görevli teğmen, üsteğmen rütbesindeki subaylarca müteaddit defa tokatlandığı, çıplak etinde sigara söndürüldüğü, en insanî taleplerinin garezen karşılanmadığı, “utanıyorum!” dediği halde tuvalet ihtiyacını başında nöbetçiyle yapmaya zorlandığı, sıradan insanlara yapılması bile ayıp sayılacak birçok itip kakmalara muhatap kılındığı kayıtlara geçmiştir. Zarafet ve kibarlığını muhaliflerinin bile kabul ettiği Adnan Menderes’e incelik ve kibarlığı bırakın, sıradan insanlık değerleriyle dahi bağdaşmayacak muameleler yapılmıştır. Bunlar onun bu millete ve bu vatana hizmetlerini gören, bilen ve kendisine bu yüzden saygı, minnet ve takdir duyan sayısız Türk insanının içinde bir ukde olmuştur.
ASKERİN TARİHÎ ÂLİCENAPLIK İMAJINA İHANET
O genç subaylarda ve bazı üstlerinde Menderes’e karşı bu kinin, bu nefretin ne zaman ve nasıl biriktiğini izah etme imkânı yoktur. Bu kin ve nefretin bir tanığı da 27 Mayıs Darbesi sırasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi olan Fletcher Warren’dir. Şu sözler onundur: “Bütün meslek hayatım boyunca Menderes ve DP liderlerine karşı aydınların ve ordunun duyduğu gibi bir nefreti hiçbir yerde görmedim…”
Yassıada’da yargılamaları sırasında Mahkeme başkanı Salim Başol, mahkeme salonunda subayların en kalabalık olduğu bir gün Adnan Menderes’e, “Şu kadar yıl ülkeyi yönettiniz; köylüye, tüccara şu hizmetleri yaptınız; milyonlarca lira para harcadınız, şu şerefli subaylar için bir şey yapmadınız. Bu subaylar ya çatı katlarında ya bodrum katlarında ağır şartlar içinde yaşadılar. Bu güruha yaptığınız hizmetleri bu şerefli subaylara yapsaydınız bunlar başınıza gelmezdi.” diye hitap ederek salonda mevcut subayları kışkırtmak ve onlara Menderes’i yuhalatmak istemiş. Fakat Menderes anında yerinden kalkıp öyle bir cevap vermiş ki, başta o salondaki subaylar olmak üzere herkes sus pus olmuş: “Muhterem Başkan! Omuzlarında bu şerefli yıldızları taşıyan subaylarımızın millete yapılan hizmetleri ve bundan doğan saadetlerini kıskanacaklarını hiç düşünmedim. Bu düşüncemi şu anda bile muhafaza ediyorum!”
Kesin olan şudur ki, Menderes’in orduya hiçbir kötülüğü olmamıştır. Çünkü Türk halkına götürdüğü sayısız hizmetten o halkın bir parçası olan ordu da yararlanmıştır. Darbeden hemen önceki günlerde kendisine ordunun ihtilal hazırlığı içinde olduğu söylendiğinde, “Nasıl olur, ben bu askerin köyüne yol, su, okul vb. götürdüm!” demiş ve inanmak istememiştir. Kendisine yamanan, “Orduyu ben asteğmenlerle de idare ederim!” diye bir sözün ağzından çıkmadığı anlaşılmıştır. Ama, “Ben ülkemizin başka ülkelerle ihtilaflarını görüşmek için masaya oturduğumda ordumuzu hep arkamda hissederim” sözü onundur.
27 Mayıs Darbesi’nden sonra tutuklanan ve en küçük bir karşı koyma gücü bulunmayan Demokrat Parti’nin bilhassa lider kadrosuna yapılan maddi-manevi işkenceler, yazımızın başında andığımız “Yerdeki yüze basılmaz.”, “Aman dileyene kılıç sallanmaz.” anlayışını yerle bir etmiş; darbeye karışan Türk subayı bu anlayışa dayalı en övünülecek tarihi imajı olan alicenaplık erdemini heba etmiştir!