Her birimiz, sosyal medya ağına bağlanarak medyada dolaşan haberlerin, yapılan yorumların ve verilen bilgilerin müşterisi, aracısı, konusu ve bazen de bizzat muhabiriyiz. Mesleki, siyasi ve ticari kurumsal hesaplar dışında kalan sıradan sosyal medya kullanıcılarının sosyal medyadaki ağırlığının makul bir tahminle yüzde 95’in üstünde olduğunu düşünürsek aslında güvenilir ya da tam tersi yozlaşmış bir medya ahlâkının topluma hakim olmasından doğrudan veya dolaylı olarak sorumluyuz.
Toplumlar, fertlerden meydana gelir. Topluluklar ve birer alt birimi oldukları toplumlar iletişimle kurulur. Şüphesiz tüm canlı toplulukları için bu böyledir fakat insanlar kadar iletişimin önemli olduğu bir başka canlı topluluğu yoktur dersek abartmış olmayız.
Avrupa dillerinde iletişim (communicare) kelimesi topluluk kelimesi (communis) ile aynı Latince kökenden “commun”den türemiştir. Manası “paylaşmak, ortak yapmak”tır. Bu açıdan, sağlıklı ve güçlü toplumların temelinde sağlıklı ve güçlü bir iletişim yatar diyebiliriz.
Medya; modern toplumlarda nüfusun artması, birbiri ile ilişkili toplumsal yaşam alanlarının genişlemesi ve karmaşıklaşması dolayısıyla toplumsal iletişimde vazgeçilmez bir araca dönüşmüştür. Bugün medyanın bir üst formu olan sosyal medya aracılığı ile, uzun zaman belirli kurumların ayrıcalığı olan iletişim sağlama ve toplumsal iletişime aracı olma imtiyazı, sosyal medya kullanıcısı her bir ferde kadar genişlemiştir.
Medyayı, hem toplumsal unsurları temsil eden örgütlerden biri olması hem de toplumun maddi ve manevi unsurlarının birbiriyle ilişkisini sağlaması hasebiyle özel bir yere koymak gerekir. Medya kurumları görevi sadece haber iletmek, bilgi vermek olan yapılar değil toplumu maddi ve manevi tüm unsurlarıyla birlikte yansıtırken aynı zamanda dil, inanç, kültür, ahlâk gibi manevi unsurların da toplum sathında dolaşımını sağlayan, toplumu toplum yapan unsurları diri tutan birer mecradırlar.
ÖZGÜRLÜK MÜ BAŞIBOŞLUK MU?
Sosyal medya için “özgür” bir iletişim ortamı tanımları yapılır ve sanki her yönüyle olgun, ahlaken kusursuz, rasyonel bir kullanıcı insan tipi varsayılır. Oysa kurumsal medya aktörleri için bile bu varsayım geçersizdir. İnsanın başkalarına üstün gelme hırsı; yalan, kara çalma, doğruyu çarpıtma gbi ahlaksızlıkları besler. Nitekim, ilk olarak devletlerin ön ayak olduğu basın yayın işleri adım adım bağımsızlaşırken bir yandan da suiistimallerin önüne geçebilmek ve itibarını sürdürebilmek için “habercilik ve yayın ilkeleri” başlığı altında çeşitli tedbirler almak zorunda kalmıştır. Bu tür tedbirlere rağmen medya; fikri, ticari, siyasi gayeler veya şahsi çıkar çatışmaları nedeniyle kendi ahlak kitabını sık sık ayaklar altına almıştır.
Medya için açılan özgürlük alanında, ahlâki ilkelerin çiğnenmesi halinde uygulanacak yaptırımlar mevzuu muallakta bırakıldığından meslek ilke ve ahlak kitapçıkları çok da etkili olmamıştır. Bu aslında tüm kurumsal yapılar için geçerlidir; hangi kurum olursa olsun kendi haline bırakılırsa yozlaşır. Medya kurumları daima en hızlı yozlaşan kurumların başında gelmişitir.
Her birimiz, sosyal medya ağına bağlanarak medyada dolaşan haberlerin, yapılan yorumların ve verilen bilgilerin müşterisi, aracısı, konusu ve bazen de bizzat muhabiriyiz. Mesleki, siyasi ve ticari kurumsal hesaplar dışında kalan sıradan sosyal medya kullanıcılarının sosyal medyadaki ağırlığının makul bir tahminle yüzde 95’in üstünde olduğunu düşünürsek aslında güvenilir ya da tam tersi yozlaşmış bir medya ahlâkının topluma hakim olmasından doğrudan veya dolaylı olarak sorumluyuz.
Sosyal medya kullanan sıradan bir ferdi bu işin eğitimini almış, yıllara yayılan tecrübesi olan bir medya çalışanı ile bir tutmak haksızlık olur elbette. Yine de sosyal medyadaki varlığının gerektirdiği bazı sorumluklarımız var hepimizin.
ÜÇ KİLİT TAŞI
Ahlâki düsturlar, insan iletişiminin sağlıklı yürüyebilmesinin ve dolayısıyla sağlıklı bir toplum olmanın anahtarıdır. Medya ahlakı denince, kimisi mesleğe özel onlarca kavramdan bahsediyoruz. Sayfalar tutan bu metinleri burada zikretmek imkansız fakat içlerinde geçen ve insanın tüm hayatında öncelemesi gerektiğini düşündüğüm üç kavramı konu etmek istiyorum.
Bahsetmemiz gereken ilk kavram “haysiyet”. İki insan arasındaki hukukla başlayıp toplum hukukunun göbeğine yerleşecek kadar önemlidir bu kavram. Onur, şeref ve namus gibi mefhumları da içerir bir anlam derinliğine sahiptir. Her bir insanın, toplumun tamamı, belli bir topluluk veya başka fertler tarafından ayaklar altına alınmayacak insani haklarını ifade eder. İftira, kara çalma, hakaret, itibar suikasti ve aşağılama gibi yıkıcı ahlâki alışkanlıkların karşısındaki en önemli savunma hattıdır.
“Hakkaniyet” kavramı medya literatüründe “doğruluk”la birlikte kullanılır. Habere veya yoruma konu kurum ya da şahıslar hakkında bir yargıya varmadan önce bilginin doğruluğunun teyit edilmesini ve tarafların söz ve savunma haklarını hatırlatır. Aceleciliğin, peşin hükümlülüğün fert olarak yaşamımızı ne kadar etkilediğini düşünürsek bunun sosyal medyadaki sayısız aktörün elinde nasıl bir işkenceye dönüşeceği ve toplumsal anlamda yıkıcı olacağı anlaşılabilir. Genelde ayrı bir madde olarak ele alınan “masumiyet karinesini” de bu bağlamda zikretmek yerinde olur. Kimse keyfi olarak suçlu ilan edilemez ve muamele göremez.
Bir diğer kavram “mahremiyet”in ölçüsü zamana göre ve kişiden kişiye değişiklikler gösterse de müşterek genel bir çerçeveye sahiptir. Şahısların özel hayatlarının ihlalini, dinen de kerih görülmüş tecessüsün, gayrı ahlâki olduğunu hatırlatır. Sadece şahsi mahremiyet haklarımızın değil, kendi mahremiyet sınırlarının farkında olmayan, farkında olamayacak kadar küçük, engelli ve mağdur fertlerin haklarının sorumluluğunu da hissedecek bir şuura ve hassasiyete ihtiyacımız var aslında. İnsanların “unutulma hakkı”nı daha fazla tıklanmak, okuyucu veya takipçi toplamak için gasp edemeyiz.
YOZLAŞMAYI BERTARAF ETMEK ELİMİZDE
Ahlâki hiçbir kavram biribirinden bağımsız değildir. Burada ele aldığımız bu üç kavram da bu genel geçer kabulden bağımsız değil. Sadece yukarda belirtilen üç kavram etrafında birazcık tefekkür etmek dahi ilgili tüm ahlaki düsturları hafızamızda canlandırmaya yetecek ve duygularımıza yenilerek elim bir fiile sebebiyet vermekten bizi alıkoyacaktır.
Geleneksel medyayı sık sık ele geçiren ahlaki yozlaşmanın sosyal medyayı da külliyen ele geçirme tehlikesi belirmiştir. Bu dev haber ve bilgi ağının nispeten silik ve sessiz çoğunluğu, bu tehlikeyi bertaraf etmekte en önemli unsur olduğunun farkına varır ve ona göre hareket ederse bu yozlaşmanın sorumsuz failleri de kendilerine çekidüzen vermek zorunda kalacaklardır.