Dünya ekonomisi, ABD’de 2009 yılında, emlak balonunun patlamasıyla ortaya çıkan, hızla diğer ülkelere de bulaşarak küresel bir krize dönüşen ve her türlü para politikası uygulamalarına rağmen kalıcı durgunluktan henüz çıkamamışken, Covid 19 salgınının darbesiyle sarsıldı. Bugün başta gelişmiş ekonomiler olmak üzere tüm bölgelerde ve ülkelerde kısmen farklı dinamiklerle kendini ansızın gösteren enflasyon bütün dünya ekonomileri için yeni bir istikrarsızlık kaynağı...
Yükseköğretim Kalite Kurulu (YÖKAK) Başkanı
Başta gelişmiş ekonomiler olmak üzere tüm bölgelerde ve ülkelerde kısmen farklı dinamiklerle kendini ansızın gösteren enflasyon bütün dünya ekonomileri için yeni bir istikrarsızlık kaynağı oldu. Satın alma gücünü azaltan, tasarrufları eriten, yatırımları ve dolayısıyla büyümeyi olumsuz etkileyen, gelir dağılımını sabit gelirliler aleyhine bozan ve firma başarısızlıklarını gizleyen enflasyon, politika yapıcılarının başını ağrıtmaya çoktan başlamış durumda. Enflasyonun küresel ortak dinamikler kadar bölge ve ülkelere özgü farklı kanallardan kaynaklanmış olması, sorunu karmaşık hale getirmekte ve kısa vadede çözümü mümkün gözükmemektedir.
Birçok ülke, 2021 yılsonu enflasyonunda tarihi zirveleri gördü. Amerika son 40 yılın, Avro Bölgesi son 20 yılın, Almanya son 28 yılın, İngiltere son 30 yılın ve Türkiye 19 yılın en yüksek enflasyonunu tecrübe etti. Listeye dünyanın farklı bölgelerinde birçok ülkeyi eklemek mümkün. Tüm dünyanın Covid-19 salgını daha bitmeden ansızın karşılaştığı ve küresel ekonomi ve ülke ekonomilerinin istikrarını derinden etkileyen enflasyon sorununun dinamikleri çok karmaşık olup nedenleri konusunda sıcak tartışmalar yapılmaktadır.
ARZ-TALEP UYUMSUZLUĞU
Salgın sonrasında küresel ve ülke ekonomilerinin yeniden canlanmasıyla oluşan arz ve talep dengesizliği fiyat artışlarının en önemli nedenlerinin başında geliyor. Özellikle salgının ilk dönemlerindeki kapanmalarla birlikte artan hane halkı tasarrufları ve salgın ile mücadele kapsamında yapılan devlet destekleri, Covid-19 aşılarının üretilmesi ve kullanılmasıyla birlikte hızla tüketime dönüşmeye başladı. Üretilen mal ve hizmet miktarı, aniden artan talebi karşılamada yetersiz kaldı. Artan talebin mevcut arz ile karşılanamaması, mal ve hizmet fiyatlarının artışına neden oluyor. Salgın koşullarının neden olduğu tedarik zinciri darboğazlarıyla birlikte değerlendirildiğinde artan talebi hızla karşılayabilmek mümkün gözükmemektedir. Yapılan analizler, artan talebi karşılamakta güçlük çeken arz uyumsuzluğunun 2 yıla kadar sürebileceğini işaret ediyor.
ÜRETİM MALİYETLERİNİN ARTIŞI
Günümüzde üretilen ve tüketilen mal ve hizmetlerin coğrafi dağılımı küresel olarak homojen bir şekilde dağılmamaktadır. Başta Çin olmak üzere bazı yükselen ekonomiler yeni üretim merkezleri olarak görülürken, Avrupa ve Amerika ise tüketim bölgeleri olarak karşımıza çıkmakta. Üretimin Batı’dan Doğu’ya kaymasına neden olan unsurlar, artık enflasyon sorunun kaynağını oluşturabilmektedir.
Diğer bir ifadeyle, 1990’lardan itibaren işgücü maliyeti olmak üzere üretim maliyeti avantajından yararlanmak için küresel mal üretimi Çin’e kaymıştı. Ancak Çin’in tek çocuk politikasına dayalı demografik yapısında ortaya çıkan yaşlanma ve sınırsız işgücü arzının artık sınırlanmaya başlamış olması, ücretlerin artmasına ve dolayısıyla malların üretim maliyetinin yükselmesine neden olmaktadır. Ayrıca petrol, emtia ve hammadde fiyatlarındaki artışlar girdi maliyetlerini artıran ikinci bir faktör olarak kendini göstermektedir. Gerek Çin’deki işgücü maliyetlerinin artması gerekse emtia ve hammadde fiyatlarındaki artış üretim maliyetlerinde ve dolayısıyla fiyatlarda bir artışa yol açmaktadır.
TEDARİK ZİNCİRİ KAYNAKLI SORUNLAR
Küreselleşmenin hızlanmasıyla birlikte bir köy haline gelen dünyada herkes, herkesin tedarikçisi ve her ülke diğer ülkenin üreticisi konumuna gelmiştir. Günlük hayatımızda kullanılan birçok mal ve hizmetin üretimi süreci oldukça karmaşık ve birçok ülkenin katılımıyla mümkün olabilmektedir. Üretim sürecinin bu şekilde karmaşıklaşması, tedarik zincirini stratejik hale getirmekte olup bir merkezde yaşanan bir sorun, eş zamanlı olarak birçok merkezde üretimin aksamasına neden olmaktadır.
Diğer bir ifadeyle, her ne sebeple olursa olsun, tedarik zincirinde yaşanan bir kırılma üretimin gecikmesine ve tüketildiği merkezlere zamanında ulaştırılamamasına yol açmaktadır. Bu noktada salgın döneminde ortaya çıkan lojistik sorunları birkaç toplulaştırılabilir. İlk olarak, salgın döneminde işgücü piyasalarından emeklilik, sektör değişikliği veya riskliliğinden dolayı ayrılma ve tekrar aynı işyerine dönmeme sorunları, tedarik zincirindeki kırılmaların en büyük nedenlerinden birini oluşturmaktadır.
İkincisi, üretim ve tüketim merkezlerinin coğrafi dağılımındaki dengesizlik, farklı ülkelerin, limanların ve işletmelerin farklı dönemlerde kapanması veya açılması ulaşım sektörünü derinden etkilemiş, ulaşım maliyetleri ve konteynır fiyatları katlanarak yükselmiştir.
Üçüncüsü ise, küresel olarak üretim yapan firmaların üretim maliyetlerini düşürmek için uzun süredir tercih ettiği tam zamanlı imalat yapısının salgınla birlikte sürdürülemez olmasıdır. Tam zamanlı üretimin aksamadan sürebilmesi için tedarik zincirinde herhangi bir kırılmanın olmaması gerekir. Sonuç olarak, salgın sonrası hızla artan talebi karşılamak için gerekli olan üretimin yapılması ve tüketim merkezlerine dağıtılması sürecinde, tedarik zincirlerinin kırılması ve darboğazların oluşması fiyat artışına neden olmaktadır.
MALİ CANLANMA UYGULAMALARI
Dünya ekonomisi, ABD’de 2009 yılında, emlak balonunun patlamasıyla ortaya çıkan, hızla diğer ülkelere de bulaşarak küresel bir krize dönüşen ve her türlü para politikası uygulamalarına rağmen kalıcı durgunluktan (secular stagnation) henüz çıkamamışken, Covid 19 salgınının darbesiyle sarsıldı.
Kalıcı durgunluğu aşmak için yüksek borçlanmadan dolayı maliye politikasını kullanamayan gelişmiş ülkeler, yoğunlukla geleneksel olan veya olmayan para politikası araçlarını uyguladı. ABD ve AB’de borçlanma sınırlarını zorlayan büyük ölçekli mali canlanma paketleri de yürürlüğe konuldu. Varlık alımlarıyla gelişmiş ülke merkez bankalarının bilançoları aşırı derecede şişti. Durum böyleyken, Covid-19 salgınıyla yüzleşen ülkeler, kapanmalar nedeniyle ekonomiyi ayakta tutmak için hane halklarına ve firmalara yoğun destek verdiler. ABD’nin yeni Başkanı Biden, 2 trilyon dolarlık mali canlanma paketi açıkladı. 2009 krizinden ve ardından gelen kalıcı durgunluktan çıkmak için tercih edilen parasal ve mali genişleme, dünya ekonomisinin hızla finansallaşmasına neden olmuştu. Bu da bize enflasyonun parasal bir olgu olduğu boyutunu hatırlatıyor.
BÖLGEYE VE ÜLKEYE ÖZGÜ DİNAMİKLER
Küresel enflasyonun bütün ülkeleri etkileyen ortak dinamiklerine ek olarak, bazı bölge ve ülkelerde farklı faktörlerden de etkilendiği görülüyor. Avrupa Birliği içinde yer alan ülkelerde enflasyonun genel olarak yükseldiği bir gerçektir. Ancak ekonomik yapılardaki farklılıktan dolayı farklı bölgelerde farklı seviyelerde olduğu görülmektedir. Örneğin enflasyon güney ve doğu Avrupa’da merkez ülkelere göre daha yüksek seyretmektedir. Ülkelere göre farklılıklara rağmen Avrupa’da görülen fiyat artışlarında, enerji fiyatlarındaki artışın çok önemli bir rol oynadığı görülmektedir.
Enerji fiyatlarının yüksek olmasının sebepleri ise, geçen kış mevsiminin soğuk geçmesinden dolayı var olan stok seviyelerinin azlığı, yetersiz altyapı yatırımları ve bakım onarım eksiklikleriyle arzda yaşanan sorunlar, jeopolitik risklerin artışı ve enerji piyasasındaki karmaşıklıktır. Özellikle doğalgaz fiyatlarının artması hem ısınma hem de elektrik fiyatlarındaki artışın en önemli sebepleri olarak kendini göstermektedir. Doğalgaz fiyatlarındaki artış, kömüre olan talebi artırmakta ve bu da kömürün fiyatının yükselmesine neden olmaktadır.
Enerji fiyatlarındaki artışta, yeşil dönüşümün maliyeti ve sürecin yavaş ilerlemesinin rolü de etkili olmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği’nde yeşil dönüşüm vizyonu çerçevesinde ortaya konulan hedeflere ulaşmak için gerekli olan yapısal dönüşüm hem maliyetli hem de zaman almaktadır. Zaten yeşil dönüşüm meselesi, çevreyi ve doğayı kirleten enerji kaynaklarına yeni yatırımların yapılmasını engelleyen ve çevre dostu teknolojilerin de hayata geçirilmesini geciktiren en önemli husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diğer taraftan petrol fiyatları ve dolayısıyla gübre fiyatlarındaki artış, küresel ısınma ve kuraklık ile mücadele etmeye çalışan tarım sektörünün girdi maliyetlerini artırmakla kalmayıp hem tarımsal üretimin düşmesine hem de verimlilik kayıplarının oluşmasına yol açarak gıda fiyatlarının artmasına sebep olmaktadır. Afrika kıtasındaki enflasyon oranlarında gıda fiyatlarındaki artışın rolü ön plana çıkmaktadır.
ENFLASYON GEÇİCİ Mİ, KALICI MI?
Küresel enflasyona ilişkin en önemli tartışma, hiç kuşkusuz enflasyonun geçici mi yoksa kalıcı mı olduğuna ilişkindir. Enflasyonun geçici olması, herhangi bir iradi politika tercihine gerek duyulmamasını ve salgın sonrası gerek arz –talep uyumsuzluğu gerekse tedarik zincirinde yaşanan kırılmaların tamir edilmesiyle önümüzdeki 2-3 yıl içinde, enflasyonun gelişmiş ülkelerde hedeflenen yüzde 2 seviyelerine dönme beklentisini gündeme getirmektedir. Böylesi bir durum görece kolay bir çözümü işaret etmektedir.
Diğer taraftan fiyat artışlarının ücret artışlarına neden olması ve kendi kendini besleyen bir sürece girmesi ve enflasyon beklentisinin sürekli olması durumunda, enflasyonun kalıcı olması söz konusu olabilecek ki, bu durumda politika yapıcılar zor tercihlerde bulunmak durumunda kalabileceklerdir.
KALICI ENFLASYONUN ÇÖZÜMÜ MÜMKÜN MÜ?
Enflasyonun kalıcı olduğuna dair bulguların artmasıyla birlikte politika yapıcılarının önünde iki önemli politika çerçevesi çıkacaktır. Birincisi, daraltıcı maliye ve para politikalarıyla toplam talebi kısmak ki, bu sert önlem yeni canlanmaya başlamış olan ekonomiyi durgunluğa sokabilir ve büyüme oranının düşmesi ise, işsizliği beraberinde getirebilir.
İkincisi ise, merkez bankalarının iletişim kanalını kullanmasıdır ki, bu durumda ekonomik birimlerin davranışlarını ve kararlarını değiştirmek amaçlanmaktadır. Birincisine göre daha az maliyetli görünen ikinci yolun etkinliği ise ayrı bir tartışma konusudur. ABD Merkez Bankası, FED, birinci yolu tercih edeceğini ve 2022 yılında varlık alımlarını sonlandırdığı gibi faiz artışlarını da gündemine aldığını kamuoyu ile paylaşmış durumdadır. Avro Bölgesi Avrupa Merkez Bankası ise, şimdilik varlık alımlarını durduracağına ilişkin açıklama yapmıştır.
ABD ve Avro Bölgesi merkez bankalarının enflasyonu düşürmeye yönelik alacakları sert önlemlerin (ki başta faiz artışını işaret etmektedir) etkileri kendi sınırlarını aşacak ve başta yükselen ekonomiler olmak üzere bütün diğer ülkeleri de etkileyecektir.
Dünya ekonomisi, bütün ülkelerin bu yeni enflasyon dalgasıyla farklı seviyelerde de olsa derinden etkileneceği bir sürece girmiş bulunmaktadır. Bu noktada, hem farklı varsayımlara ve gözlemlere bağlı olarak enflasyonun çözümüne yönelik farklı önerilerde bulunan iktisatçıların hem de alternatif çözüm önerileri arasında en az maliyetli olanı tercih edecek politika yapıcılara büyük görev düşmektedir.