Filistin meselesindeki liderliğin, İsrail’i askeri sahada dengeleyebilme kabiliyetine sahip olan ülkelerden, Riyad-Dubai eksenine kaymış olması İsrail’in “dengelenememesi” sorununu ortaya çıkarmıştır. Mısır, Irak ve Suriye’nin dış politikalarındaki en önemli araçlar olan askeri/endüstriyel kapasitenin yerini Riyad-Dubai ekseninin “çek defteri” politikasının almış olması Filistin meselesinin gidişatını derinden etkilemektedir.
İslam dünyasında mübarek üç ayların başlangıcı Recep ayında Regaip Kandili’ne denk gelen perşembe günü, İsrail güçlerinin İsrail işgali altındaki Cenin Mülteci Kampı’na düzenledikleri saldırı sonucu ilk belirlemelere göre 9 Filistinli hayatını kaybetti. Bu olaydan kısa süre sonra Kudüs’te bir Filistinli tarafından düzenlenen saldırıda 7 İsrailli hayatını kaybetti. Aslında bir süredir İsrail askerlerinin Filistinlilere yönelik saldırılarını sistematik bir biçimde artırdıklarına ve Filistin’de artan can kayıplarına tanıklık ediyoruz. Özellikle son aylarda İsrail güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu yüzlerce Filistinli hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler’in sistematik olarak İsrail askerlerinin öldürdüğü Filistinlilerin istatistiğini tutmaya başladığı son on yedi yıl göz önüne alındığında, 2022 yılının Filistinliler için en ölümcül yıl olduğu net bir biçimde görülüyor. 2023 yılının Ocak ayında ise İsrail askerlerinin saldırıları sonucu hayatını kaybeden Filistinli sayısı 30’u aşmış durumda.
2022 yılı başlarından itibaren İsrail askerlerinin Filistinlilere karşı artırdığı saldırılar ve sistematik bir biçimde artan can kayıpları, üzerinde düşünülmeyi hak eden bir konudur. Çoğu zaman tırmanan bu gerilim ve Filistinlilerin artan can kayıpları İsrail iç siyasetinde yükselen aşırı sağcı eğilimlerle açıklansa da biz bu yazıda bölge güvenlik mimarisinde yaşanan köklü değişim üzerinden meseleyi analiz etmeye çalışacağız. İsrail’in son dönemde tırmanan saldırgan tavrı, önemli ölçüde Filistin meselesindeki liderlik rolünün, devlet kapasiteleri nispeten güçlü olan Şam-Kahire ekseninden devlet kapasitesi zayıf olan Riyad-Dubai eksenine kaymasıyla alakalıdır.
ORTA DOĞU GÜVENLİK MİMARİSİ DEĞİŞTİ
2000’li yılların başlarından itibaren başlatabileceğimiz bazı kritik gelişmeler Orta Doğu güvenlik mimarisinde köklü bir değişim ortaya çıkarmıştır. 2003 yılında Irak’ın ABD tarafından işgaliyle Arap Dünyası’nın Mısır’dan sonra en önemli ikinci gücü Irak zayıflatılmış ve bölgesel güç denkleminden çekilmiştir. Takip eden dönemde cereyan eden Arap Baharı sürecinde ise Suriye iç savaşa sürüklenmiş ve Mısır siyasi ve ekonomik istikrarını kaybetmiştir. Dolayısıyla 2020’li yıllara ulaştığımızda Arap Dünyası’nın geleneksel güç merkezini teşkil eden Mısır, Irak ve Suriye’nin bölgesel güç denklemindeki ağırlıklarını kaybettiklerini söyleyebiliriz.
Mısır, Irak ve Suriye’nin askeri/endüstriyel kapasitesinde ortaya çıkan zayıflığın en önemli bölgesel sonucu Filistin meselesindeki liderliğin Arap dünyasının askeri, diplomatik, demografik ve kültürel ağırlık merkezini teşkil eden bu ülkelerden; devlet kapasitesi zayıf, askeri güçleri yetersiz ve demografik avantajları olmayan Körfez ülkelerine kaymış olmasıdır. Zira uzun yıllar Filistin meselesinde liderlik Şam-Kahire ekseninin uhdesinde kalmıştı. Yaşanan bu son gelişmelerle birlikte tarihte ilk defa Filistin meselesinin liderliği Riyad-Dubai eksenine kaymıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında Körfez ülkelerinin 2000 sonrası Orta Doğu’yu saran istikrarsızlık dalgasından bir şekilde “muaf tutulmaları” ve devasa miktarlara ulaşan petro-dolarların sağladığı ekonomik avantajlar da önemli bir rol oynamıştır.
ÇEK DEFTERİ POLİTİKASI
Orta Doğu siyasetinde Filistin meselesinin bize öğrettiği en önemli gerçek şudur ki; İsrail, askeri olarak sınırlanamadığı dönemlerde bölge genelindeki işgal siyasetine hız vermektedir. Bölgede bu reel-politik gerçek çok iyi düzeyde kavranmış ki İsrail’le rekabete tutuşan her bölgesel aktör İsrail’i askeri sahada dengeleyebilecek kabiliyetler kazanmayı en öncelikli dış ve güvenlik politikası olarak kabul etmiştir.
1960’lı yıllardaki Cemal Abdunnasır liderliğindeki Mısır’ın ve 1970’li yıllarda Hafız Esat liderliğindeki Suriye’nin Sovyet silah pazarına yönelmesi, Batı’nın sınırsız desteğine mazhar olan İsrail’i askeri sahada dengeleme arayışının bir sonucuydu. Benzer şekilde İran’ın vekâlet savaş stratejisi ve nükleer programının da en önemli hedeflerinden biri İsrail’i askeri sahada dengeleyebilmektir.
İçinde bulunduğumuz dönem itibarıyla Filistin meselesindeki liderliğin, bölgede İsrail’i askeri sahada dengeleyebilme kabiliyetine sahip olan ülkelerden, çözümü askeri kapasiteye dayanan hiçbir krizde sonuç alma kabiliyeti olamayan Riyad-Dubai eksenine kaymış olması İsrail’in “dengelenememesi” sorununu ortaya çıkarmıştır. Mısır, Irak ve Suriye’nin dış politikalarındaki en önemli araçlar olan askeri/endüstriyel kapasitenin yerini Riyad-Dubai ekseninin “çek defteri” politikasının almış olması Filistin meselesinin gidişatını ve Filistinlilerin siyasi pozisyonlarını oldukça derinden etkilemektedir. Bölgede yaygın bir kanaati ifade eden “Suriye’siz savaş, Mısır’sız barış olmaz” cümlesi bölge siyasetindeki reel-politiğe dair önemli mesajlar içermektedir.
TEL AVİV’İN ELİ İBRAHİM ANLAŞMALARI’YLA GÜÇLENDİ
Özellikle 2020 yılı ortalarında Körfez ülkeleri ile İsrail arasında imzalanan “İbrahim Anlaşmaları” Tel Aviv’deki şahin kanada benzersiz bir özgüven aşılamıştır. İçeride yükselen aşırı sağın ve Rusya-Ukrayna savaşının gölgesinde uluslararası arenada artan stratejik avantajların rüzgarını arkasına alan İsrail, bölgede kendisini askeri olarak sınırlayabilecek aktörlerin yokluğunu bir fırsata çevirerek daha revizyonist ve hukuksuz bir güç haline gelmeye başlamıştır. İran-Suudi jeopolitik rekabetini, Orta Doğu ülkeleri arasındaki çatlağı ve İsrail karşıtı bloğu zayıflatmak için başarılı bir biçimde kullanmış olması Tel Aviv yönetimine önemli diplomatik avantajlar kazandırmıştır.
Son bir yılda iki yüzün üzerinde Filistinlinin İsrail askerlerinin bilinçli bir biçimde açtığı ateş sonucu hayatını kaybetmesi, İsrail’in Suriye’ye yönelik artırdığı saldırılar ve Ürdün’ün Harem üş-Şerif bölgesinde uluslararası anlaşmalarla tesis edilen “himayesini” tanımayan politikası doğrudan bölge güvenlik mimarisinin yaşadığı bu köklü değişimle, Riyad-Dubai ekseninin Filistin meselesindeki liderlik rolüyle alakalıdır. İsrail söz konusu olduğunda çoğu zaman işlemeyen uluslararası hukuk normları İsrail’in revizyonist siyasetinin sınırlanmasının yalnızca sert güç unsurlarıyla mümkün olacağını ortaya koymaktadır. Bugün dış politikalarında en güçlü silahları “çek defteri” olan Riyad-Dubai ekseninin Orta Doğu bölgesinin ekonomik, askeri ve diplomatik açıdan ağırlık merkezi haline gelmesi İsrail’in işini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır.