Geçmişte Lübnan iç siyasetini karıştırma politikası başarısız olan BAE-Suudi ekseninin Katar ablukasını kaldırması Körfez bölgesinde de müdahaleci dış politikanın gerilediğini ortaya koyuyor. Son dönemde BAE’den gelen “Türkiye ile ilişkileri düzeltmek istiyoruz” şeklindeki açıklama yeni dönemde Körfez’de iddialı ve maceracı politikalardan vazgeçileceğine yönelik başka bir işaret olarak okunabilir.
Eski ABD başkanı Donald Trump’ın 4 yıl süren başkanlık dönemi başta ABD olmak üzere tüm dünyada olduğu gibi Orta Doğu siyasetinde de derin izler bırakarak son buldu. Trump’ın dönemi ile birlikte Suudi Arabistan’da Muhammed bin Selman (MbS) ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) Muhammed bin Zayed (MbZ) gibi oldukça genç ve devlet tecrübesi olmayan bir kadro yaşlı, ihtiyatlı ve devlet tecrübesi olan kanattan yönetimi devralarak ülkelerinde de-facto yönetici haline geldi. Tecrübesiz kadroların BAE-Suudi ulusal gücünün ve askeri/endüstriyel kapasitesinin çok üstünde, başarısızlığa mahkûm, maceracı politikalara girişmeleri ülke kaynaklarında büyük bir israfa yol açmanın yanı sıra her iki ülkenin başta İslam dünyası olmak üzere küresel düzlemdeki imajına da büyük zarar verdi.
Bu maceracı ve iddialı politikaların en önemlisi hiç şüphesiz Katar’a yönelik abluka politikasıydı. BAE-Suudi Arabistan öncülüğünde Haziran 2017 tarihinde başlatılan ve üç buçuk yıl devam eden bu ablukanın, Salı günü Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın (KİK) 41. Zirvesi’nde imzalanan anlaşma ile ortadan kaldırılması uzun süredir bölgede gerçekleştirilmeye çalışılan bir politik dizayn girişiminin daha başarısız olduğunu ortaya koydu. Krizin BAE-Suudi ekseninin geri adım atmasıyla çözüme kavuşması son dönemde değişen küresel ve bölgesel atmosfer ile de yakından alakalı.
2015 sonrası dönemde BAE-Suudi ekseni liderliği (MbS-MbZ) Orta Doğu bölgesi genelinde bir dizi iddialı politik dizayn projesi başlattı. Her iki ülkenin devasa perto-dolar rezervleri, uzun yıllardır askeri/endüstriyel kapasite geliştirmek için yaptıkları yüksek miktarlı savunma harcamaları ve başta ABD olmak üzere Batı başkentlerinde gördükleri diplomatik destek BAE-Suudi ekseni liderliğine bölgede kendi lehlerine politik bir düzen kurabileceklerine dair bir özgüven aşıladı. Yemen, Lübnan, Filistin, Mısır ve Katar, BAE-Suudi ekseninin son beş yılda politik dizayn girişimine hedef olan başlıca alanlar olarak ön plana çıktı. Bölge haritası üzerinden sayılan ülkelerin jeopolitik konumuna bakıldığında BAE-Suudi ekseninin bu müdahaleler ile Levant, Körfez, Kızıldeniz ve Güney Arabistan’da jeopolitik nüfuzunu tahkim etmeye dönük müdahaleci bir dış politikaya yöneldiğini rahatça görebiliriz.
İlk olarak; Yemen, Kızıldeniz, Bab el-Mendeb Boğazı ve Güney Arabistan’da işgal ettiği kritik jeopolitik pozisyonu sebebiyle BAE-Suudi ekseninin hedef tahtasına oturttuğu ilk ülke olmuştur. BAE’nin Skotra adasına ve Yemen’in güneyini denetlemeye yönelik politikası kritik suyollarını ve enerji nakil hatları üzerinde söz sahibi olma çabasının bir neticesiydi. Benzer şekilde Suudiler de Yemen’i tarih boyunca kendi arka bahçeleri olarak görüp sürekli denetim altında tutmayı bir ulusal güvenlik meselesi olarak görmekteydiler.
İkinci olarak; Mısır’a ait olan, Tiran Boğazı ve Akabe Körfezi’nin girişindeki Tiran ve Sanafir adaları Mısır’ın Arap Baharı sürecinde içinde bulunduğu zayıflıktan istifade etmek isteyen Suudiler tarafından Mısır’dan devralındı. Bu adalar üzerinden Suudiler hem bölgeye yönelik büyük turizm yatırımları yapmak hem de Kızıldeniz jeopolitiğinde söz sahibi olmak istiyorlardı. Aslen Yemen müdahalesi ve Sudan ile Mısır’ın içine düştüğü zayıflıktan istifade eden BAE-Suudi ekseni bu adaları da almak suretiyle Kızıldeniz’i bir iç deniz haline getirmek istiyordu.
Üçüncü olarak; aynı zamanda Suudi vatandaşı da olan Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Muhammed bin Selman tarafından günlerce Riyad’da rehin tutularak istifaya zorlanması da Levant bölgesini BAE-Suudi ekseni çıkarlarına uygun olarak dizayn etme politikasının bir sonucuydu. Bu rehin alma olayından günler önce Hariri’nin, Ali Ekber Velayeti liderliğinde İranlı bir heyetle Lübnan’da yaptığı görüşme sonrasında, Lübnan basınına yansıyan samimi görüntüler ve açıklamalar, Riyad’da, Hariri’nin İran ve Hizbullah ile yakın ilişkileri sürdürme konusunda kararlı olduğu şeklinde yorumlanmıştı. Hariri’yi istifaya zorlayarak, İran’ın Lübnan siyasetindeki nüfuzunu zayıflatmak ve Lübnan içerisinde bir karışıklık çıkararak Hizbullah’ın Yemen’deki militanlarını Lübnan’a geri çekmesini sağlamak bu dönemdeki BA-Suudi ekseninin ana hedefiydi.
Üçüncü olarak; Trump yönetimin, İsrail’in sınırlarını daha da genişletmesi ve güvenliğini daha da sağlamlaştırmasına yönelik olarak hazırladığı “Yüzyılın Barışı” anlaşmasına yönelik Filistinlilerin itirazını susturmak için Mahmut Abbas’a “ya imzala ya istifa et” baskısı yapıldı. Bu anlaşmanın imzalanması Trump’a ikinci dönem başkanlığı kazandırabileceği gibi MbS ve MbZ ikilisine batıda sarsılmaz bir müttefik kazandırabilir, İsrail ve BAE-Suudi ittifakını perçinleyecek bir sonuç doğurabilirdi. Aynı zamanda BAE-Suudi liderliği, Filistin’de söz dinleyen bir aktörü (Muhammed Dahlan gibi) Abbas sonrası liderlik pozisyonuna çıkarmaya çalıştı.
Son olarak; bağımsız bir dış politika sürdürerek Körfez bölgesinde BAE-Suudi ekseninin tüm Orta Doğu’da takip ettiği müdahaleci dış politikayı zayıflatan Katar’ın zayıflatılması hatta mümkün olursa Katar’a yönelik bir işgal girişimi planlandı. 2017 yılında başlatılan ablukanın asıl maksadı içeride bir istikrarsızlık çıkararak Temim es-Sani yönetiminin devrilmesi ve eğer mümkün olursa BAE-Suudi askeri kuvvetleri tarafından Katar’ın işgal edilmesiydi. Katar’ın sahip olduğu dünyanın en büyük üçüncü doğalgaz rezervleri uzun yıllardır petrol endüstrisi gerileyen BAE-Suudi ekseninin iştahını kabartmaktaydı. Bu şekilde BAE-Suudi ekseninin bölgede nüfuzunu sınırlayan önemli bir medya devi (el-Cezire) de susturulmuş olacak, Katar’ın doğalgaz rezervlerini de denetimine alan BAE-Suudi ekseni küresel enerji politikalarında liderlik pozisyonunu garanti altına almış olacaktı.
Her ne kadar Katar Dışişleri Bakanı anlaşmanın akabinde “bugün kaybeden de yok kazanan da” şeklinde bir açıklama yapmış olsa da BAE-Suudi eksenin şartlarına boyun eğmeyerek ambargocu ülkeleri yanlış ve anlamsız politikadan vazgeçmeye zorlayan Katar’ın kazanan taraf olduğu açıktır. Ablukanın kaldırılmasında etkili olan küresel faktör hiç şüphesiz Trump’ın ABD seçimlerini kaybetmesidir. BAE-Suudi ekseninin bu ablukayı kaldırması Biden yönetimi ile uyumlu çalışma, Yemen savaşı ve Kaşıkçı cinayeti yüzünden Batı’da bozulan imajlarını düzeltmeye yönelik bir girişim olarak yorumlanabilir.
Krizin bitmesine yol açan iç faktör olarak da Suudi ulusal gücü ve askeri/endüstriyel kapasitesinin bütün bu iddialı politikaların altından kalkabileceği hesabının yanlış çıkması sayılabilir. Özellikle azalan petrol fiyatlarının ve Covid-19 sürecinde durma noktasına gelen hac ve umre turizminin yol açtığı gelir kaybı Suudilerin bölgesel pozisyonlarını ciddi manada zayıflattı. Bütün bunlara ilaveten MbS’nin ülkede gücü tek elde toplamak için Muhammed bin Nayif, Mutib bin Abdullah, Velid bin Talal, Ahmed bin Abdülaziz gibi Suud hanedanının önemli isimlerini yönetimden dışlaması hanedan içerisinde var olan “elit uyumunu” bozarak rejimi zayıflattı. Benzer şekilde Covid-19 sürecinde petrol, turizm ve ticaret sektöründe yaşanan gelir kaybı BAE yönetimini oldukça zayıflatmıştır.
Ablukanın kaldırılmasında etkili olan en önemli bölgesel faktör ise Katar’ın bölgesel ittifaklar yaparak müdahaleci politikalara karşı güçlü bir duruş sergilemesidir. Burada Türkiye’nin bir süredir bölgede yükselen profilinin Körfez’deki krizin Katar lehine çözülmesinde önemli rol oynadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha önce Türkiye, Libya ve Azerbaycan’da sahaya ağrılığını koymak suretiyle çatışmaların gidişatını değiştirmiş, Libya’da darbeci Hafter’in Trablus’u işgal etmesini engellemiş, Karabağ’da ise Ermenilerin yenilmesiyle otuz yıllık işgalin bitmesini sağlamıştı. Kurduğu askeri üs ile BAE-Suudi ekseninin Katar’a yönelik askeri operasyonlarını imkansız hale getirmesi Kafkasya-Kuzey Afrika- Basra Körfezi üçgeninde Türkiye’ye rağmen bir politika geliştirmenin imkan dahilinde olmadığını ortaya koymuştur. Aynı zamanda abluka sürecinde başta gıda olmak üzere Türkiye’nin her alanda sağladığı yoğun destek, Katar’ın bu abluka altında yıllarca dayanabilmesine katkı sağlamıştır.
Geçmişte Lübnan iç siyasetini karıştırma politikası başarısız olan BAE-Suudi ekseninin Katar ablukasını kaldırması Körfez bölgesinde de müdahaleci dış politikanın gerilediğini ortaya koyuyor. BAE-Suudi ekseninin zayıflayan askeri/endüstriyel kapasitesi ve içeride bozulan elit uyumuna bakarak yakın dönemde Yemen sahasında da benzer gelişmelerin olacağını tahmin edebiliriz. Son dönemde BAE’den gelen “Türkiye ile ilişkileri düzeltmek istiyoruz” şeklindeki açıklama yeni dönemde Körfez’de iddialı ve maceracı politikalardan vazgeçileceğine yönelik başka bir işaret olarak okunabilir.