Tarih boyunca işlenegelen soykırımların bir kısmı yok sayılmış, bir kısmı dile bile getirilmemiş, bir kısmı da öyle bir ayyuka çıkmıştır ki kabul etmek ve faillerini cezalandırmak durumunda kalmıştır dünya. Ama ispatlanan ve failleri cezalandırılan soykırımlar dahi hâlâ Müslümanları suçlama arsızlığının önünü kesememiştir. Zaten Nazilerin Yahudilere uyguladığı holokosta kadar soykırım kavramı fikirlerde çekirdek dahi değildir.
Soykırım ya da jenosit kavramı ilk kez 1944’te Yahudi hukukçu Raphael Lemkin tarafından ortaya koyuluyor. Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (SSECS) madde ikide ise soykırım tanımı şöyle yapılmış:
“Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: Topluluğun üyelerinin öldürülmesi, topluluğun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi, topluluğun yaşam koşullarının topluluğun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasıtlı olarak bozulması, topluluk içinde yeni doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması, topluluktaki çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.”
Sözleşme 1951’de yürürlüğe giriyor ve BM üyesi ülkeler de bu sözleşmeye mutabık kendi yasalarını çıkarıyor. Bütün bu gelişmelerle birlikte soykırım kavramı üzerine daha fazla kafa patlatmaya başlayan dünya insanı, elbette bu görünürde iyi niyetli adımı da çıkarlarına devşirecek yolları bulmakta zorlanmıyor. Ama oraya gelene kadar çeşitli akademisyenlerin de kavramı derinleştiren, soykırımı akıllara daha net bir tasvirle sunmayı amaçlayan fikirleri uçuşuyor havada.
ŞEYTANİ ENSTRÜMANLAR
Mesela bazı akademisyenlerin soykırım kavramını deşip de muhtevasını ortaya koymak isterken kullanageldikleri hümanizm karşıtlığı kavramı çok dikkat çekici. Elbette bütün “izm”ler gibi içi kof bir süsleme unsuru olan hümanizm de dünyaya katma değer sağlayamamış, ancak belli toplumların çıkarına hizmet etmiş bir safsatadır ama onların algısındaki hümanizmle, hümanizm karşıtlığından neyi kast ettikleri önem teşkil ediyor. Dikkat etmeli, soykırım hakkındaki bu akademik fikirlerin ortak beyanı bugünü de anlatıyor. Özetle diyorlar ki: Hümanizm karşıtlığı -yani karşı tarafı insan olarak görmeme, onları hayvanlarla özdeşleştirme- ve soykırımı inkar gibi eğilimler fark edilirse soykırım yapılmadan önüne geçilebilir. Hülasa, hümanizm karşıtı insan topluluklarının soykırım potansiyeli taşıdığını söylüyorlar. Ve böyle toplulukların önceden incelenip olası soykırım planlarına set çekmeyi teklif ediyorlar. Pek tabii genişçe bir çevrede bu fikir kabul görmüyor ve eleştirilere maruz kalıyor. Benimse bu akademisyenlerin paydaşı oldukları fikir üzerine herhangi bir kanaatim yok çünkü hiçbir “izm”in insanı vahşetten ya da insanlık dışı eylemlerden alıkoyabilecek bir öğreti içermediğini, insana da tabiata da hürmetin ancak İslâmî yörüngede bulunabileceğini biliyorum. Fakat hümanizm karşıtlığı, fikir sahiplerince insan topluluklarının bir başka insan topluluğunu hayvan gibi görmesi olduğuna göre; soykırım hareketlerinin de temeli olabilirmiş. Öyle iddia ediyorlar. Olabilir pek tabii. Ama aslında bir topluluğun bir başka topluluğu değersiz buluşunun ardında daha ziyade menfaat bloklarının göze çarpması da tesadüfî olamaz. Ama safi kin, nefret, ırkçılık ve inanç çatışmaları da bir başkasının canına kıymada şeytanî enstrümanlar arasında sayılabilir.
KABARIK MAZİ KARNELERİ
Ne yazık ki dünyanın bu sahte düzeni içinde soykırım kavramını istedikleri kadar irdelesinler, soykırıma engel teşkil edeceği iddiasıyla BM’de, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde, milletlerin kendi iç hukuklarında ya da uluslararası sözleşmelerde çeşitli yaptırımlar, cezalar ya da önlemler vaat etsinler, yaptıkları tek şey; yeni bir soykırıma destek verecek sahte bir soykırım isnadından başkası değildir. Öyle ya hiç gerçekleşmemiş bir Ermenî soykırım yalanı uydurup yine bize saldırma ya da en azından yaptırımlarla belimizi bükme arzuları da bu niyetlerini açık ediyor. Ne tuhaf değil mi? Düşmanın tarih belgelerinde, dönemin kayıtlarında bile; Türk devletlerinin esirlere, etnik gruplara, farklı inanç sistemlerine sahip topluluklara insanî davranış modelleri satır satır ispatlanmıştır. Ve dünyanın geri kalanının mazi karnesi bu kadar da parlak değildir. Özellikle sömürgeci İngiltere, İtalya, Fransa; yerli halkı katleden ve bununla da yetinmeyip Orta Doğu’yu kan gölüne çeviren Amerika, Müslüman ve Türk kimliğini nerede bulsa zorbaca asimile eden Rusya, uzun yıllardır Doğu Türkistan’ı ölümle, zulümle ve gaspla talan eden Çin, Yahudileri öldüren veya topraklarından süren Almanya, Arakan’da Müslüman katleden Budistler, Srebrenitsa soykırımında binlerce Boşnak’ı katleden, kadınlara tecavüz eden ve çocukları kaçıran Sırplar ve 1948’den bu yana Filistin’de cinayet, tecavüz, gasp, toplu kıyımlar, çocuk kaçırma, organ ve deri kaçakçılığı yapan İsrail ama ne hikmetse soykırımcı olarak göstermek istedikleri yine Müslümanlar ve bilhassa da Türkler. Elbette başaramayacaklar ama düşmanın niyetini de bilmeli, satır başlarına yazmalı.
Tarih boyunca işlenegelen soykırımların bir kısmı yok sayılmıştır, bir kısmı dile bile getirilmemiştir, bir kısmı da öyle bir ayyuka çıkmıştır ki kabul etmek ve faillerini cezalandırmak durumunda kalmıştır dünya. Ama ispatlanan ve failleri cezalandırılan soykırımlar dahi hâlâ Müslümanları suçlama arsızlığının önünü kesememiştir. Zaten Nazilerin Yahudilere uyguladığı holokosta kadar soykırım kavramı fikirlerde çekirdek dahi değildir.
SADECE SOYKIRIM DEMEK YETERLİ GELMEZ
Şimdi şöyle bir toparlayalım ve günümüze gelelim. İsrail; ABD ve İngiltere başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinin ve hatta Orta Doğu’daki siyonist kuklaların da desteğiyle 1948’den bu yana Filistinlileri kendi topraklarında öldürüyor, çocukları kaçırıp hücrelere atıyor. Kimi Filistinli esir aklını kaybederken kimi de işkence, taciz ve organ hırsızlığı eylemleriyle ölüyor ya da sakat kalıyor. Filistinlilerin evleri, toprakları, iş yerleri gasp ediliyor ve bir Yahudi ailenin mal varlığına ekleniyor. 7 Ekim’den bu yana da 30 binden fazla insan katledildi. Binlerce insanın üzerine bomba yağdırıldı ve binlerce insan enkaz altında kaldı. Filistinliler, İşgalci ve soykırımcı İsrail’in sürgününe de maruz kaldı. Ve nereye sürgün edildilerse orada da bombalandılar.
Bütün bu mezalimin soykırım olmadığını ileri süren ABD siyasileri, Alman şansölyesi, İngiltere’nin taçlı siyon uşakları ve tüm Yahudi işbirlikçileri, soykırımın ne olduğunu bize bir kez daha tanımlayabilirler mi? Zira Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne göre “Soykırım bir milletin, etnik veya dini bir topluluğun veya bir ırkın tamamını ya da bir bölümünü yok etmek amaçlı yapılan davranışlardır.” ve bu davranışlar da şu maddelerle özetlenmiştir. Varın siz söyleyin: Topluluk üyelerini öldürmek. Topluluk üyelerine ciddi fiziki veya zihinsel zarar vermek. Topluluk üyelerini bilerek tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek yaşam şartlarına tabi tutmak. Topluluktaki yeni doğumları kasıtlı olarak engellemek. Topluluğun çocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek. Ve dahası; belirli bir insan topluluğunun; milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümünün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetinin bulunması gerektiğinin altı çizilmiş. Tıpkı Netanyahu’nun ve Galant’ın beyan ettikleri gibi değil mi?
Şimdi bütün bu verilere göre İsrail soykırım yapıyor mu yapmıyor mu? Öyle bir yapıyor ki; buna yalınca soykırım demek bile kâfi gelmiyor. Bu; katmerli soykırım.