Bu karamsar uyarı, geçen hafta ülkesinin lideri Katar ile Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmaya çalışan Ortadoğu’daki üst düzey bir yetkili tarafından yapıldı bana.
Doha’da Şeyh Tamim Bin Hamad es-Sani ile Suudi İkinci Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ı ziyaret ettikten sonra benim irtibatlı olduğum kişi ülkesine üzüntü içinde dönmüş.
Bizim görüşmemizden 72 saat sonra karamsarlığında haklı çıktı: Bahreyn ve Mısır, öncü Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’nin peşinden giderek Katar’la ilişkilerli bozdu. Ama hepsi bu değildi.
Aynı ülkeler kendi hava sahalarını ve karasularını Katar uçakları ve gemilerine kapattıklarını duyurdular.
Körfez ülkeleri tarihlerinde ilk defa kendi kendilerini tam bir abluka altına alıyorlar. Riyad ve Abu Dabi’nin resmî gerekçesi, Doha’nın “terör örgütlerine” sözde “desteği ve finansmanı”. Arap dünyasının ilk bağımsız haber kanalı el-Cezire’nin kapatılmasını, önde gelen [Filistinli] Hıristiyan düşünürlerden Azmi Bişara’nın sınırdışı edilmesini ve Müslüman Kardeşler mensuplarının kovulmasını talep ediyorlar.
El-Cezire’nin kapatılması gibi rezilce ve Katar tarafından hiçbir zaman gönüllüce kabul edilmeyecek bir talep göz önüne alındığında, bu tırmandırmanın ardındaki gerçek saikler sorgulanmayı hak ediyor.
Gerçek şu ki bu kavga, Katar Emiri’ni devirme girişimiyle bağlantılı olup BAE için komşusundan bir intikam alma fırsatı ve Suud’un veliaht prensi için de kraliyetin başına geçme oyunu.
Şeyh Tamim aleyhine muhalefeti galeyana getirme girişimi başarısız olsa da yalan haber savaşı halen devam ediyor. Günbegün Katar’ı terörü desteklemekle ve bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlayan haberler ve makaleler Kahire, Riyad ve Abu Dabi’den dışarı ihraç ediliyor.
Bu başkentleri birbirine bağlayan temel şey sözde Arap Baharı’na karşı duruşları.
Onlar, domino etkisiyle devrimlerin kendi ülkelerinin de kapısını çalmasından korkmadı sadece, aynı zamanda BAE’nin kurucu babası Şeyh Zayid’in en yakın müttefiki olan Hüsnü Mübarek’in iktidarı bırakmaya zorlanmasından dolayı da küplere bindiler. Bunun küçücük bir yarımada olan Katar’ın yardımıyla gerçekleşmesi daha da tuz biber ekti. BAE’liler intikam yeminleri ederek komşuları Katar’a olan öfkelerini gizlemediler.
Önde gelen Suudi ve BAE’li şahsiyetlerin #GameOverQatar (OyunBittiKatar) ve #GoodbyeTamim (GüleGüleTamim) hashtagleriyle paylaşımlar yapmaları hiç de sürpriz olmadı.
Suud’da kral olabilmek için üç kilit çıkar grubunun, yani Suudi ailesi, dinî müessese ve ABD’nin desteğini almak gerektiği yaygın kanaat. Oysa gerçek şu: Eğer Washington’ın desteğini alırsan diğer ikisi de [otomatikman] bunu izler.
Ve işte bu, Katar’ın kendisini bir kez daha ateş hattında bulduğu nokta. (BAE’nin Washington Büyükelçisi Uteybe’nin sızan e-postalarının da ortaya döktüğü gibi) yıllardır halkla ilişkiler ve lobicilikte aşırı ileri giden BAE, eğer ki Katar’a karşı savaşa dahil olursa, Muhammed Bin Selman’a Washington’ın desteğini sağlayacağı sözünü verdi. Kraliyet kaynaklarından aldığım bilgiye göre genç prens bu teklifi seve seve kabul etmiş.
Bu son tırmanmanın Amerikan Başkanı Trump’ın Riyad’da büyük kutlamalarla karşılanan ziyaretinden hemen birkaç gün sonra vuku bulması bir tesadüf değil.
Bütün bunlar, ABD’den ayrı gibi görünebilir; ABD’ye hiç etkisi olmayan Araplar arasında bir çatışma gibi durabilir. Aşikâr olan şu: Bu ülkeler dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz ihracatçıları; ABD’nin en büyük askerî üssü Katar’da ve DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyon çok büyük oranda Körfez ülkelerinin sağladığı lojistiğe ve istihbarata bağımlı.
Burada önemli çok daha büyük şeyler var. Washington’daki büyükelçisi üzerinden BAE, parasıyla büyük düşünce kuruluşlarını ve medya organlarını başarılı bir şekilde etkisi altına aldı ve karşılığında bu kuruluşlar, ABD’nin kendi menfaatlerine uygun şekilde değil, BAE’nin arzu ettiği biçimde Amerikan dış politikasının şekillenmesine yardımcı olmakta. Görünen o ki 2016 Kasım’ındaki Amerikan başkanlık seçimlerinde dış etki sadece Rusların müdahilliğiyle sınırlı değildi.
Dahası Suriye, Irak, Yemen ve Libya’daki çatışmalarla Arap dünyası yanıyor ve bunların tamamı bölgenin istikrarsızlaşmasını sağlıyor ve yine bunların hepsi gerek içeride gerekse dışarıda terörizmin yükselişinde bir faktör olarak öne çıkıyor. Dünyanın ihtiyaç duyduğu en son şey, Ortadoğu’nun istikrarlı son parçasını da paramparça edecek bir çatışma.
Şu anda BAE ve Suudi Arabistan Katar’a karşı kelimenin tam anlamıyla bir kuşatma politikası uyguluyor. Şeyh Tamim ve hükümetini zorla kendi taleplerine boyun eğdirmek için ülkenin 2,8 milyonluk nüfusunu rehin aldılar.
Washington, Katar’ın politikalarıyla mutabık olmasa bile bunların yaşanmasına izin vermemeli; aksi takdirde bu, uluslararası diplomasinin sonu anlamına gelecek ve uluslararası eşkıyalığın habercisi olacaktır.
* Middle East Eye, 9.6.2017 ** Tercüme: Zahide Tuba Kor