Siyasette hem sağcı hem solcu olunmaz; hem Türk milliyetçisi hem HDP’ci olunmaz; hem dindar hem din diyanet karşıtı olunmaz. Siyasette bir çizginizin, bir siyasetinizin olması gerekir. Yoksa her seçmene ayna tutup karşıt görüş ve talepler sunanların bile kulaklarına fısıldayarak “sen ne diyorsan aynen öyle yapacağız” derken bir gün Demirtaş, bir gün Özdağ olursunuz ama bir Erdoğan olamazsınız…
Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turuna bir hafta kaldı. İlk turda altılı masa ve HDP’nin cumhurbaşkanı adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan 2,5 milyon az oy alarak bu ilk turu 5 puan farkla geride bitirdi. Seçim öncesinde verdiği vaatleri yerine getirmek ve en somut vaadi olan parlamenter sisteme dönmek için gerekli Meclis çoğunluğunu da Cumhur İttifakı’na kaybeden Kılıçdaroğlu, milliyetçi oylara hitap edebilmek için ikinci tur öncesi farklı bir söylem kurma çabasına girdi. Ancak bu çaba şu ana kadar toplum nezdinde pek ciddiye alınmış gibi görünmüyor. Elbette bunun birtakım sebepleri var.
BİRBİRİNE ZIT SÖYLEM KARMAŞASI
Bunun en temel sebebi, Millet İttifakı’nın ilk tur öncesinde; müşterilerine “size kaç lazım” diyen kimi anketçiler gibi, farklı seçmen kitlelerine farklı hatta birbirine taban tabana zıt söylem ve vaatlerle gitmesi oldu. Öncelikle ittifakın bir bütün olarak parlamenter sisteme dönme ve Erdoğan’ı indirme dışında somut bir vaadi yoktu. Bu somut vaat eksikliği sahada somutlaşsa da ortaya bütünlüklü ve tutarlı bir politika demeti değil, birbirine taban tabana zıt bir vaat ve söylemler karmaşası çıktı. İzmir’de seküler, Konya’da muhafazakar, Trabzon’da milliyetçi, Diyarbakır’da Demirtaşçı bu çizgisizlik hali, seçmenin dikkatinden kaçmadığı gibi büyük bir tepkiye de yol açtı.
CHP’li kimi kesimlerin uzun zamandır, özellikle seçimlerden sonra tutturduğu bir dil var. Seçmeni bidon kafalı, göbeğini kaşıyan, Aziz Nesin’e referansla aptal olarak adlandıran bu kesim artık bunu bir hakaret ve nefret söylemi olarak dillendirmekle kalmıyor, buna inanıyor da. Yani doğuda HDP ile ortak düzenlenen mitinglerde HDP bayraklarına karşı yapılan zafer işaretlerini diğer bölgelerdeki, hatta PKK’nın en çok eziyet ettiği Doğu’daki seçmen görmez, görse de anlamaz sandılar. Oysa HDP bayraklarına karşı zafer işareti yapmanın ne anlama geldiğini bu ülkede her yurttaş bilir. Orada verilen Demirtaş’ı serbest bırakacağız sözleri en başta Demirtaş’ın çağrısıyla başlatılan 6-8 Ekim saldırılarında hayatını kaybeden bölgedeki vatandaşların yakınlarını incitir. Hakeza Avrupa yerel yönetim özerklik şartı vaatleri Almanya’da, İsveç’te, Avusturya’da ne anlama gelir bilemem ama HDP’ye bu vaatle gitmenin hepimizin bildiği tek bir anlamı vardır. Belediye başkanı seçildikten 4 gün sonra PKK marşı okutan ve bunun üzerine görevden alınan Adnan Selçuk Mızraklı’ya destek ziyaretinde bulunmanın ve göreve iade sözü vermenin anlamını çözmek için çok çaba sarf etmeye gerek yok.
HDP’NİN VAATLERİNİ İKTİDARA TAŞIMAYI ÖNERDİLER
Terörist cenazelerine katıldığı için dikkatleri üstüne çeken, SİHA’lara bugünün JİTEM’i diyen, devleti soykırım ve katliamlarla anan CHP Diyarbakır 1. sıra adayı Sezgin Tanrıkulu’nun seçimden günler önce PKK’nın kurulduğu Fis köyünden gönderdiği selamlar sadece Kandil’e değil, sosyal medya kullanan her seçmene ulaştı. Seçmenin bunca kabahati görmeyeceğini ummak için gerçekten seçmenin bidon kafalı olduğunu düşünmek lazım. CHP’nin, HDP söylemlerini aratmayan örneklerden sadece birkaçını aktardım ve daha FETÖ’yle mücadeleye gölge düşürecek açıklama ve vaatlere geçemedik bile. Ancak seçmen bunu gördü. Hatta Meral Akşener’in bir vatandaşla diyaloğunda kameralara da yansıdığı üzere “HDP’den uzaklaş ki oyunu artır” diyen vatandaş siyaseti perde arkasındaki ajanslardan, siyaset mühendislerinden daha iyi biliyor. Evet vatandaş her şeyin farkında, siyasilerin kime ne vadettiğini görüyor, duyuyor. Aslında benim için şaşırtıcı olan Kılıçdaroğlu’nun buna rağmen yüzde 45 alabilmesi oldu. Yukarıda aktardığım sicil ortadayken bence düşük değil, oldukça yüksek bir oy oranı bu. Oy oranı yüzde 10’un altına düşen HDP’nin vaatlerini iktidara taşımayı öneren Kılıçdaroğlu’nun yüzde 45 alabilmesi bu açıdan şaşırtıcı da.
DEMİRTAŞ’TAN ÖZDAĞ’A SAVRULAN SİYASET
Ancak görüldü ki seçimi kazanmak için bundan fazlası gerekiyor. İşte bu noktada da Kılıçdaroğlu’nun milliyetçiliği başladı. Batı basınına verilen insan hakları temelli sığınmacı açıklamaları bir anda yerini “Damarlarımıza sızan başı bozuk insan seli”ne bıraktı. İlk tur öncesi milyonlarca sığınmacının vatanlarına dönebilmesi için ciddi bir planlama ve icra süreci gerektiğini ifade eden gerçekçi söylemler bir anda kesildi. Peki hangisi gerçek Kılıçdaroğlu? Kılıçdaroğlu seçilirse ilk tur öncesindeki gibi Demirtaş siyaseti mi izleyecek yoksa ilk tur sonrası söylemindeki gibi bir Ümit Özdağ mı olacak? Selahattin Demirtaş’tan Ümit Özdağ’a bu kadar çabuk savrulabilen bir siyaset nerede durur, günün sonunda kim olmaya karar verir? Seçime günler kala Rusya seçimlerimize müdahale ediyor derken ertesi gün Rusya’ya teşekkür eden bir siyaset kimi neye ikna edebilir? Seçim gecesi 3 milyon gerideyken Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı ilan eden, seçimden sonraysa ‘İkinci tura gidileceğini zaten tahmin etmiştik’ diyen bir siyaset neyi öngörebilir? Hele yasama ayağı olan Meclis’te azınlık durumundayken yürütmede de bu savrulma ve belirsizlik hali memlekete ne getirir ne götürür?
SİYASİ DOLANDIRICILIK
İki seçim arasındaki iki haftadan ilki, sosyal medya fenomeni Jahrein ile hükümet müzakerelerinde bulunmakla, Youtuber Oğuzhan Uğur’la yayın hazırlıkları yapmakla ve hiçbir seçimde sağlıklı çalışmayan CHP sandık takip sisteminin bu sefer neden çalışmadığını sorgulamakla geçince bu soruları tartışmaya sıra gelmedi. Ancak siyasette ya Demirtaş olursunuz ya Özdağ, aynı anda ikisi birden olmanın adı siyaset değil olsa olsa siyasi dolandırıcılık olur. Günün sonunda kazanmak için her şeyi yaptığınız seçimlerde seçmeni ikna edemediğiniz gibi karşı olduğunuz tarafa anayasayı değiştirebilecek çoğunluğu kendi elinizle hediye etme riskiyle baş başa kalırsınız. Siyasette hem sağcı hem solcu olunmaz; hem Türk milliyetçisi hem HDP’ci olunmaz; hem dindar hem din diyanet karşıtı olunmaz. Siyasette bir çizginizin, bir siyasetinizin olması gerekir. Yoksa her seçmene ayna tutup karşıt görüş ve talepler sunanların bile kulaklarına fısıldayarak “sen ne diyorsan aynen öyle yapacağız” derken bir gün Demirtaş, bir gün Özdağ olursunuz ama bir Erdoğan olamazsınız…