7 Ekim 2023 tarihinden itibaren İsrail askerleri, Filistin topraklarında sivillere yönelik olarak soykırım ve insanlığa karşı suçları oluşturabilecek nitelikte saldırılar gerçekleştiriyor. Kuşkusuz ki İsrail askerleri, bu fiilleri İsrail Başbakanı Netanyahu başta olmak üzere devletin üst konumunda bulunan yetkililerin emirleri üzerine gerçekleştirmektedir. Bu çerçevede İsrail üst düzey yetkililerinin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanabilecekleri hususunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır. Buradaki esas sorun, bu kişilerin Türk yargı organları önünde yargılanabilmelerinin mümkün olup olmadığıdır.
İşte tam bu noktada 23 Haziran 2023 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde verilen karar oldukça aydınlatıcı bir nitelik taşımaktadır. Savcılık, bazı duyarlı avukatların, 03.11.2021 tarihinde dilekçe vererek Filistin halkına yönelik olarak yapılan saldırılar sonucu insanların ölümüne ve yaralanmasına sebep oldukları, Gazze’de yaşayan Filistinlilerin yerlerini değiştirmesine sebep oldukları, meskenlerin yakıldığı ve zarar gördüğü, insanlığa karşı suçlar bakımından Türk mahkemelerinin de yetkili olduğu gerekçesiyle Benjamin Netanyahu başta olmak üzere İsrailli bazı yetkililer hakkında soruşturma yapılmasını talep etmişlerdir. Cumhuriyet Savcılığı, bu dilekçe üzerine aşağıdaki gerekçeyle “Soruşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar” vermiştir:
“Uluslararası Adalet Divanının, Belçika Mahkemesi tarafından Kongo Dışişleri Bakanı hakkında tutuklama kararı verilip bunun uygulanmaya çalışılması sonrasında, yapılan başvuru üzerine gerçekleştirilen inceleme sonunda, devlet başkanları ve üst düzey devlet görevlilerinin yabancı mahkemeler önünde yargı dokunulmazlığının bulunduğuna karar verildiğinin bilindiği, bu bakımdan; şikayet edilen Benjamin Netanyahu, Aviv Kochavi, Benjamin Benny Gantz, Amiram Norkin, Eliezer Toledano, Nri Horvits, David Salma, Aharon Halifa, Oded Basik, Tamer Yaday, Nemrut Aloni ve Afekhay Adrei haklarında yabancı ülkede işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı 5237 Sayılı TCK’nın 13/1-a ve 13/2 maddeleri gereği T.C. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 03.04.2023 tarihli mucibi ile ilgililer hakkında Türkiye’de yargılama yapılması isteminde bulunulmaması yönünde olur kararı bulunduğu…”
Gerekçeye bakıldığında savcılığın kararını iki gerekçeye dayandırdığı görülmektedir:
Birincisi, Uluslararası Adalet Divanı’nın devlet başkanları ve üst düzey devlet görevlilerinin yabancı mahkemeler önünde yargı dokunulmazlıklarının bulunduğuna karar vermiş olması. İkincisi, TCK’nın 13/1-a ve 13/2 maddeleri gereği Adalet Bakanlığı nezdinde Türkiye’de yargılama yapılması isteminde bulunulmaması.
Görüldüğü üzere bu konuda Uluslararası Adalet Divanı kararı uluslararası alanda yön gösterici bir nitelik taşımaktadır. Belçika mahkeme hakiminin Kongo’da insanlığa karşı suç işlediği gerekçesiyle 2000 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı hakkında tutuklama kararı vermesi üzerine Kongo devleti, Uluslararası Adalet Divanı’na başvurmuş, dışişleri bakanının dokunulmazlığının olduğunu, devlet egemenlik haklarının ihlal edildiğini belirtmiştir. Belçika ise, uluslararası suç işlendiği için devlet başkanı ya da dışişleri bakanının dokunulmazlığının kabul edilemeyeceği savunmasında bulunmuştur.
Nihayetinde Divan, “İnsanlığa karşı suçlar veya savaş suçları işlediğinden şüphe duyulması durumunda, görevi başında bulunan Dışişleri Bakanlarının kişi dokunulmazlığı ve cezai yargı dokunulmazlığı kuralına herhangi bir şekilde istisna teşkil edecek uluslararası örf-adet kuralının varlığına devlet uygulamalarından ulaşılması olanaklı değildir.” gerekçesiyle Belçika’nın Kongo Dışişleri Bakanı’nı yargılama yetkisinin bulunmadığına hükmetmiştir.
Bu noktada Divan Başkanı, uluslararası hukukun hiçbir metninde, ülke dışında, yabancılar tarafından yabancıya karşı işlenen suçlar için, failin hazır bulunmaması halinde yargı yetkisi kullanma imkanı veren bir düzenleme bulunmadığına, gıyapta evrensel yargı yetkisinin uluslararası hukuka yabancı olduğuna dikkat çekmiştir. Divan Başkanının bu ifadeleri oldukça önemlidir. Zira bu cümleden hareketle şu sonuca ulaşabiliriz: İsrail üst düzey yetkilileri, Türkiye’de bulunuyorsalar, pekala yakalanabilirler, gözaltına alınabilirler, bu kişiler hakkında Adalet Bakanının talebi ile soruşturma ve kovuşturma yapılabilir. Ancak başka bir ülkede yabancılara karşı suç işlemiş olan yabancı bir ülke üst düzey görevlileri hakkında, uluslararası suç işlemiş olsalar ve Adalet Bakanı’nın talebi bulunsa dahi, “Türkiye’de bulunmuyorlarsa” yargılama yapılamaz. Nitekim bu sebepledir ki İsrail, üst düzey Nazi Subayı Adolf Eichmann’ı, Nazi döneminde Almanya’da işlediği uluslararası suçlar nedeniyle yargılayarak idam etmek için MOSSAD aracılığıyla Arjantin’den kaçırarak Tel Aviv’e getirtmiş, kendi ülkesinde yakalama yapmış izlenimi oluşturmuştur.
Nihayetinde Netanyahu, Gallant gibi İsrail devletinin üst düzey yetkililerinin uluslararası alanda dokunulmazlıkları bulunduğu için Filistin’de işledikleri uluslararası suçlar nedeniyle başka bir ülke mahkemeleri nezdinde yargılanmaları mümkün görünmemektedir. Bu çerçevede iki çözüm önerisinde bulunabiliriz: Birincisi, bu kişilerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaları için uluslararası alanda yoğun çaba sarf edilebilir. İkincisi, İsrail yetkilileri hakkında uluslararası suçların işlendiği gerekçesiyle birden fazla ülkede aynı anda soruşturma başlatılarak “uluslararası suçların işlenmesi durumunda üst düzey yetkililerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik” uluslararası örf-adet kuralı oluşturulabilir.