Üçüncü dünya savaşı senaryolarının gittikçe dillendirildiği ve sahadaki gelişmelerin bunu açıkça desteklediği bir ortamda, devletlerin birbirinin kurdu olduğunu hatta birkaç devletin bütün dünyayı kemirdiğini gözlemlediğimiz bir atmosferi bizzat solumaktayız.
Ünlü siyaset felsefecilerinden ve sosyal sözleşme teorisyenlerinden Thomas Hobbes, henüz devletin ortaya çıkmadığı bir doğa durumunu baz alarak siyasi argümanlarını geliştirmesiyle zihinlere kazınmıştır. Hobbes’u tanıyanlar, onun en meşhur ifadelerinden birisinin “Homo homini lupus”, yani “İnsan insanın kurdudur.” olduğunu bilirler. Devletin (otoritenin) olmadığı durumda insanların aynı değerlerin peşine düşerek birbiriyle çatışmaya başlayacağı, “Bellum omnium contra omnes”, yani “Herkesin herkese karşı savaşı” durumu ise, bir nevi “homo homini lupus” sürecinin devamı olarak ortaya çıkacaktır.
Bu noktadan hareketle, günümüz hegemonlarının, küresel otoritelerin ve bölgesel güçlerin yaşadığı krizi ele alarak başlamak istedim. Üçüncü dünya savaşı senaryolarının gittikçe dillendirildiği ve sahadaki gelişmelerin bunu açıkça desteklediği bir ortamda, devletlerin birbirinin kurdu olduğunu hatta birkaç devletin bütün dünyayı kemirdiğini gözlemlediğimiz bir atmosferi bizzat solumaktayız. Aynı şekilde devletlerin tabi olduğu uluslararası kuralların, kurumların ve hukuksal metinlerin bir hükmünün kalmadığı, kırılgan ve statükocu bir sistemle yüzleşiyoruz. Bu da herkesin herkese karşı savaşına benzer bir senaryoyu öne çıkarıyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası, İsrail’in Gazze soykırımıyla neredeyse kesinlik kazanan bu muhtemel savaşın öncüleri ve artçılarında alınmayan tedbirler, küresel sistemin statükocu karakteri ve Batı’nın tutarsız politikaları, bizi bugüne getirmiş durumda. Pek çok kişinin bugüne kadar belki de özellikle netleştirmediği ve adını koymadığı bir vaka ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
EN KRİTİK SORU
ABD, İsrail ve Avrupa ülkelerinde iç siyasetteki kaos ve aşırı sağın yükseldiği, bölgesel gerçekler ile katliamcı ideolojik safsataların çatıştığı, bahse konu aktörlerin kendi içerisindeki çekişmenin gittikçe belirginleştiği bir süreçte, hangi savaş sorusu belki de cevaplanması gerekenlerin en mühimi.
ABD’de Joe Biden’ın artık herkes tarafından kesinleştiği kabul edilen mağlubiyeti, Netanyahu’nun siyasi kariyerini uzatmak adına bölgeyi kana bulayarak iç siyasetteki baskıyı azaltmaya çalışması, Batılı ülkelerden akın akın yükselen aşırı sağ, Arap ülkelerindeki halk-yönetici elit çatışması, Afrika kıtasında Batı aleyhine gelişen tutum ve hareketler, tüm bunların getirecekleri ve daha fazlası…
Mesela ABD-Netanyahu gerilimi ortasında savaş kabinesinin dağılması, İsrail’de kendi siyasi kariyerini Netanyahu’dan ayırmak isteyen siyasi figürler ve halkın protestoları ortasında kaynayan bir İsrail var. Katil rejimin başbakanı Netanyahu 17 sene başbakanlık yapmış, devlet içerisinde kendi kadrolarını oluşturmuş bir figür. ABD ile olan gerilim ortasında, ABD yanlısı İsrailli politikacılar ve kendi ekibi arasındaki gerilimin kazananına göre senaryo tamamen değişebilir. Şu an Gazze’de kaybettiği savaş sonrasında Lübnan’ı işgal ederek hem siyasi ömrünü uzatmak isterken, hem de Lübnan’dan Suriye’ye uzanacak olası bir işgalin, Netanyahu gibi yıpranmış bir figürün alaşağı edilmeden önceki son görevi olması da muhtemel. Bu senaryoda İsrail’in Davut Koridoru projesi eliyle PKK/YPG teröristlerini denize çıkarması, Türkiye’nin direkt hedef alınması demek…
TRUMP MI BIDEN MI?
Diğer taraftan ABD eski başkanı ve şu anki başkan adayı Trump’ın Rusya, Çin ve Kuzey Kore hususunda yaptığı açıklama söz konusu. Başkan olması durumunda Biden’ın aksine bu üç ülkeyi ABD’nin düşmanı olarak nitelemeyeceğini ifade eden Trump, Asya Pasifik’teki muhtemel kaosu başka türlü ele alacağını söylerken, İsrail’e ise ‘işi bitirmeleri’ için gerekeni vereceğini söylüyor. Yani Trump’ın 2020 yılında sözde “Yüzyılın Anlaşması” olarak sunduğu ve Filistin’in özgürlük ihtimalini Körfez ülkeleriyle diplomatik olarak ortadan kaldırmaya çalıştığı senaryonun devamını vaat ediyor. Dolayısıyla kendisinin bir dünya savaşından ziyade bölgesel bir kaosu tercih ettiğini görüyoruz. Biden ise şayet seçimleri kazanabilirse Netanyahu’suz, kendisine daha akredite ve uyumlu bir yönetimle katliamın metodolojisini değiştirmeyi hedefliyor. Nitekim bugüne kadar Biden yönetiminin Netanyahu’ya yönelik eleştirilerinin merkezinde katliamı durdurma meselesi değil, katliamı nasıl yapması hususu vardı. Tabii ki demokratlar içerisinde Biden’ın adaylıktan çekilmesini isteyenler de mevcut, bu da göz önüne alınması gereken diğer unsur.
Avrupa’da tek tek zafer kazanmaya devam eden aşırı sağ ise kendi ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Rusya’ya karşı daha ılımlı politikalar izlemeyi vaat ediyor. Rusya’dan uzun süredir önemli fonlar alan Avrupa’daki aşırı sağ partilerin son zaferleri, Rusya-Ukrayna savaşında da farklı bir süreci getirebilir. Zelenskiy’e yönelik hem Trump’ın tepkisi, hem de aşırı sağın tutumu, Ukrayna siyasi tarihinde Zelenskiy’i ‘hain’ olarak yazmaya dahi matuf.
Körfez’de ve Arap ülkelerinde ise ne yazık ki Müslümanların sıkıntıları ve Gazze olayına dönük samimi bir çaba yok. Şu an söylemsel olarak kınama ötesine gidememiş bölgesel aktörler, ABD seçim sonuçlarından Trump’ın çıkması ve çıkmaması durumuna göre, her senaryoda ‘kazançlı’ çıkabilecekleri alternatifler oluşturmuş durumda. Trump’ın kendilerine bir zafer olarak hediye ettiği sözde yüzyılın anlaşmasını iç kamuoyunda zafer olarak nitelendiren ve İsrail ile normalleşmenin zeminini hazırlayan bu ülkeler, Gazze’deki soykırım sonrası bu senaryoyu halk tepkisinden dolayı erteleyecek olmanın hüznünü yaşıyorlar.
GÜZEL, YALNIZ VE GÜÇLÜ
İşte bu çok bilinmeyenli denklemin içerisinde Türkiye her türlü senaryoyu göz önüne alarak kendi göbeğini kendisi kesme hasleti ve zorunluluğu olan tek ülke. Lübnan ve Suriye işgalleriyle, PKK/YPG teröristlerini de kullanarak sınırına inşa edilmek istenen teröristana, Batı’daki tutarsızlıklara, küresel sistemin ikiyüzlü statükosuna ve İsrail’in soykırımına, hatta çok daha fazlasına karşı kendi pozisyonunu tahkim etmeye çalışan Türkiye’den bahsediyoruz. Türkiye’nin Somali-Etiyopya arasında üstlendiği son rolünden, Doğu Akdeniz’de, Kafkaslar’da, Orta Doğu’da pek çok ‘dengeye’ çomak sokmasına kadar, hepsi birbiriyle direkt ilintili bir jeopolitik hat inşası.
Devletin ve milletin bütünleşmesi, münferit eylemler yerine ortak stratejiler doğrultusunda hareket edilmesi ve provokasyona izin verilmemesi gereken bir süreçteyiz ülkece. Türkiye’nin böylesi bir ateş çemberi içerisinde başka şekilde ayakta kalması mümkün değil. Bir an olsun unutmamamız gereken bu süreç, yukarıda bahsettiğim senaryolardan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, çoktan başladı çünkü…