Bu yıl Türkiye dış politikadaki enerjisini, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından Suriye’nin geleceği ile ilgili görüşmelere ve Yunanistan’ın Türkiye aleyhtarı faaliyetleri üzerine harcadı. Oysa Yunanistan Başbakanı Miçotakis, Mart 2022 Türkiye ziyaretinde, Erdoğan’la görüşmesinde pozitif mesajlar vermişti. Ancak ziyaretten birkaç hafta sonra Yunanistan huyundan vazgeçmeyerek Türkiye’yi hedef almayı sürdürdü. 100 yıl önce yaşanmış Türk-Yunan ilişkileri tarihi düşmanlıkla özdeşleştirilerek NATO’nun 30 Ağustos “Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü” mesajına bile itiraz etti.
Türkiye’de çeşitli platformlarda tartışılan konu kapandı diye düşünülürken, NATO görevindeki Türk F-16 uçakları, Yunanistan’ın hava savunma füze sistemlerinin atış kontrol radarları tarafından kilitlendi. Düşmanca niyetin çok ötesinde ve müttefikliğe kesinlikle aykırı bu harekette, kilidin Rus yapımı S-300 silah sistemine ait olması nedeniyle sorun Türkiye-ABD ve Türkiye-NATO anlaşmazlığına kadar sürüklendi. Hatta “ABD, Türk-Yunan savaşı çıkartmak istiyor!” şeklindeki değerlendirmeler yapıldı. Hele 10 Eylül 2022’de Yunan sahil güvenlik botunun Ege’nin uluslararası sularında Türk bandıralı Ro-Ro tipi bir ticaret gemisine gerçekleştirdiği taciz ateşiyle, Yunanistan’ın olası bir savaş öncesi gerilimi bilinçli olarak arttırdığı ileri sürüldü.
I. Dünya Harbi başladığında savaşa girmeyen Yunanistan, 2017’de zafere yakın olan İtilaf Devletleri yanında, Osmanlı’ya karşı savaşa girdi. Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti üzerine Karadeniz kıyılarındaki Rumlar “Rum Pontus devleti” kurmak için yoğunlaştılar. İstanbul’daki Rumlar ise Boğaz’a demirleyen Yunan savaş gemilerini ve askerlerini konfetilerle karşıladılar. Mayıs 1919’da işgalci Yunan askeri İzmir’e çıktığında bölge Rumları, Piskopos Hrisostomos’un yönetiminde Türkleri en acımasız şekilde aşağıladılar. Ardından Anadolu’nun derinliklerinde işgalle birlikte Türklerin katline varan gelişmeler yaşandı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde emsalsiz sabır ve kahramanlıkla püskürtülen Rum-Yunan ikilisinin “Küçük Asya”yı da kapsayan Bizans’ı yeniden kurma ülküsü (Megali İdea) ve Pontus hayali hüsranla sonuçlandı. Ancak Yunanistan, 70-75 yıl sonra “Pontus Rumları soykırımı” ve takiben “Küçük Asya Rumları soykırımı” yalanlarını ortaya attı. Rum-Yunan ikilisi 9 Eylül İzmir’in kurtuluş gününü, sözde Küçük Asya Rumları Soykırımı olarak nitelemektedir. Oysa 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi sonrası şahlanan Türk ordusu, İzmir’e doğru kaçan Yunan askerlerinin bölge Türklerine daha fazla zarar vermemesi için tarihin en hızlı “takip harekatı”ndan birini gerçekleştirerek 9 Eylül’de İzmir’e girmişti. Bu sırada endişe içerisinde demirli bekleyen İngiliz ve Fransız savaş gemilerine sandalla ulaşmaya çalışan Rumlara ateş edilerek gemiye yaklaşmaları önlenmişti. Yunanistan’ın bir başka “tarihi yalan”ı da, ABD’de anıtını açtıkları sözde Doğu Trakya Rumları soykırımıdır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Balkan bölgesinin güvenliği konularında yakınlaşan iki ülke 1952’de NATO üyeliğiyle “müttefik” olmalarına rağmen pek çok anlaşmazlık yaşadılar. Kıbrıs ve Batı Trakya Türklerine uygulanan asimilasyon (eritme) projesi yanında 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda iki ülkenin donanmaları Ege’de birçok kez çatışmanın eşiğinden döndüler. 1973’ten itibaren ısınan Ege’de 1996’da “Kardak Kayalıkları” krizinde, ABD Başkanı Clinton ve NATO Genel Sekreteri Solona’nın telefon diplomasisiyle muhtemel bir savaş önlenebildi.
Ağustos 1999’da Marmara depremi ve Eylül 1999’da Atina depremi ardından gerçekleşen insani yardımlarla birbirine yakınlaşan iki ülke arasında diplomatik ortam yumuşadı. Aralık 1999’da Avrupa Birliği’nin Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB adaylık sürecine Yunanistan da yeşil ışık yaktı. AB’nin, Türkiye’ye yüklediği “2004 yılı sonuna kadar komşularla sorunlarını çöz!” şeklindeki ev ödevi üzerine Ocak 2000’de Yunanistan’a “Ege’de güven arttırıcı önlemler paketi” önerildi. Devamında dışişleri bakanlıkları arasında “İstikşafi Görüşmeler” başladı. Bu dönem, AB’nin 2007 tarihli Lizbon Zirvesi’nde AB anayasasında “savunma ve mali konularda nitelikli çoğunluk yerine oybirliği zorunluluğu” gibi Türkiye aleyhtarı gelişmelere rağmen devam etti.
2018’den itibaren Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin İsrail, Mısır ve bazı Körfez ülkeleri ile ilişkilerinin sorunlu olmasını fırsat bilen Rum-Yunan ikilisinin, Doğu Akdeniz tabanındaki doğalgazın değerlendirilmesi için bu ülkelere ilaveten Fransız, İtalyan ve ABD’li petrol şirketleriyle iş birliğine girişerek, bu ülkelerin de desteğini almaya çalışınca sorunlar tekrar köpürdü. Türkiye, zaman zaman Fransa, ABD ve AB ile karşı karşıya gelse de kontrollü gerginliklerle sıkıntılar aşıldı. Son aylarda gerilimi artırıcı faaliyetleri yanında, 2016’da kestiği istikşafi görüşmelere geri dönmekte nazlanan Yunanistan, Ege’de güven arttırıcı önlemleri dikkate almamaktadır.
Yunanistan’ın kışkırtıcı hareketleri üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlaşmaların hilafına silahlandırılan adaları işaretle “Bir gece ansızın gelebiliriz!” şeklindeki beyanatı, iki ülke milletini tanımayanlarca iç siyasete dönük “kayıkçı kavgası” olarak nitelendirilebilir. Ama Yunan kamuoyunda Türk düşmanlığı prim yapsa da, Türkiye’de bu düşmanlığın karşılığı yoktur.
AB’ye yaslanan Yunanistan, ABD ile imzaladığı bir dizi üs antlaşmaları yanında ABD, İsrail ve Fransa’dan aldığı harp silah ve araçlarıyla adeta çatışma öncesi hazırlığı içerisindedir. Ancak tek başına Türkiye’ye kafa tutamayacağı düşünülen Yunanistan’ın, ABD tarafından kışkırtıldığı iddia edilmektedir. Ukrayna’ya saldıran Rusya’nın Avrupa için ciddi tehdit haline geldiği bir dönemde, Karadeniz’de ve Balkanlar’da bu gücü durdurabilecek yegane ülkenin Türkiye olduğunu ABD ve AB’nin görmemesi mümkün değildir. Keza NATO’ya hedef gösterilen Rusya ve Çin birbirine yaklaşırken, Rusya’nın Ukrayna saldırısıyla Avrupa ülkelerinin NATO’yu sığınacak güvenli bir liman olarak gördüğü bir ortamda NATO üyesi Türkiye hedefe konabilir mi? Türkiye’nin Rusya-Çin-İran ittifakına kaptırılma riski alınabilir mi? Rusya-Ukrayna savaşıyla doğalgaz tedariki krizine giren AB, Hazar ve Basra Körfezi ile Doğu Akdeniz tabanındaki doğalgazın Türkiye üzerinden nakli için elverişli bir müttefiki kaybetmek ister mi?
Konuya tekrar Yunanistan açısından bakıldığında, Suriye’nin kuzeyinde kara harekatı, Irak’ın kuzeyinde sık aralarla kara ve hava harekatı, Doğu Akdeniz’de Fransa ve İtalya donanmalarına kafa tutan Türk ordusu karşısında Yunanistan’ın güvencesi ne olabilir? Hele de Türk İHA ve SİHA’larının başarıları son aylarda hemen her ülkenin savunma dergilerinde boy gösterirken… Giderek gerginliği bilinçli düşmanca niyetten düşmanca hareketlere dönüşecek şekilde gerilimi arttırarak adeta savaşa davetiye çıkartan Yunanistan, acaba ABD’ye mi güvenmektedir?
ABD’nin mevcut küresel siyasi ortamda NATO içerisinde bırakın bir çatlak çıkartmayı, buna göz yumması bile çok düşük bir olasılıktır. AB açısından da durum farklı değildir. Çünkü aklı başında her Avrupalı devlet adamı başucunda Rus tehdidine karşı bariyer olabilecek güçlü “müttefik” Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamaz. Ancak harp tarihinde savaşların pek çoğunun sağduyu eksikliğinden çıktığı da bir gerçektir. “Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh-ü salah!”