Garp cephesinde değişen bir şey yok

Yeni Şafak
Haber Merkezi
04:002/09/2016, Cuma
G: 1/09/2016, Perşembe
Yeni Şafak

Batı medyasının Türkiye karşıtlığı yeni bir olgu değil. Kökleri 19. Yüzyıl'a kadar giden bir tutumun 21. Yüzyıl'da yenilenmiş versiyonundan ibaret.

Yrd. Doç. Dr. Yusuf Özkır • İstanbul Medipol Üniversitesi - İletişim Fakültesi


Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimini püskürterek kendi kaderini kendisinin belirleyebileceği bir düzleme erişebilme konusunda kritik aşamayı kat etti. Küresel güç odaklarınca desteklenen Fetullahçı Terör Örgütü'ne bağlı askerlerin giriştiği bu darbe şayet başarılı olsaydı Türkiye bütünüyle teslim alınmış olacaktı. Bugün Türkiye, terör örgütleri FETÖ ve PKK eliyle gerçekleştirilen cinayetlerin acısını yaşamaya devam ediyor olsa bile teslim alınamadığı için kendi bağımsızlık mücadelesini verebilecek bir güce de sahiptir. Bu yüzden her ne kadar 15 Temmuz darbe girişimi püskürtülmüş olsa da daha melez şekillerde ve postmodern yöntemler kullanılarak Türkiye'nin bu direncinin kırılması için baskılar devam edecektir. Doğrudan askeri güce dayalı yeni bir askeri darbe teşebbüsü yakın zamanda beklenmiyor olsa da Türkiye'ye yönelik kuşatma çabasının farklı biçimlerde devam edeceğini tahmin etmek zor değil. Nitekim FETÖ'nün darbe girişimi sürecinde eylem yapmayan PKK'nın darbenin akim kaldığının netleşmesinden sonra arka arkaya saldırılar yapmaya başlaması da buna işaret ediyor. Türkiye'ye yönelen baskıların türüne bakıldığında PKK ve FETÖ denklemi dışında başka kartların da açıldığı görülüyor. Bunların arasında Türkiye'nin NATO'dan çıkartılması ve AB üyelik sürecinin askıya alınması bağlamında yapılan “siyasi” açıklamalar ile ABD'nin nükleer silahlarını Romanya'ya taşıdığına dair haberlerin kamuoyuna yansıması, Türkiye'ye yönelik “güvensizlik” ikliminin Batı'da derinleştirilmeye devam ettiğinin işaretidir. Paralel şekilde batılı medya organlarının “Türkiye eleştirisinden Türkiye düşmanlığı” aşamasına geçmiş olması hem batılı yayın organlarının kendi medya teorileriyle hem de kendi değerleriyle çelişiyor.



TÜRKİYE'YE DARBEYE NEDEN DİRENDİN DEMEK İSTİYORLAR


Çünkü darbe girişimi Türkiye'nin demokrasiye dayalı siyasi sistemini, yedi ay önce milletin oyuyla iktidara gelen hükümetini, iki sene önce milletin oyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı'nı hedef almasına, bağımsızlığının sembolü Meclis'ini bombalamasına ve yüzlerce sivili katledip binlercesini yaralamasına rağmen Türkiye'nin Batılı komşuları darbeye karşı güçlü bir ses vermedi. Aslında zayıf bir ses de vermedi. Darbe girişiminin üzerinden bir aydan fazla bir süre geçmesine karşın bombalanan TBMM'yi ziyaret etmek ve darbeye karşı Türkiye ile dayanışma içinde olduklarını göstermek için üst düzey tek bir siyasetçi bile Türkiye'ye gelmedi. Yapılan açıklamaların ekseriyeti de darbenin gerçekleşmemesine ağıt yakar nitelikteydi. Ana akım medyayı oluşturan New York Times, The Guardian, Time, CNN, Washington Post, The Times ve Der Spiegel gibi yayın organlarında ise darbe girişimini destekleyecek türden onlarca yayına yer verildi. Bu tür yayınlar karşısında Türkiye'nin hayal kırıklığı yaşadığı açık bir gerçek.



BATI MEDYASINDAKİ TÜRKİYE ALEYHTARLIĞININ KÖKLERİ


Fakat Batılı medya organlarındaki Türkiye algısının tarihsel arka planına bakıldığında bu hayal kırıklığının aslında oldukça köklü bir geçmişe sahip olduğu ve neredeyse modern gazetenin tarihiyle eş zamanlı bir şekilde pratiğe aktarıldığı görülecektir. Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı pek çok haklı mesele karşısında batılı yayın organları büyük ölçüde Türkiye karşıtı cephede yer almıştır. Mesela Kemal Karpat İslam'ın Siyasallaşması isimli kitabının basınla ilgili bölümünde Avrupa ülkelerinin Osmanlı'ya karşı basını nasıl kullandıklarını anlatırken orada bugünü daha iyi anlamamıza yarayacak şöyle bir örnekten bahseder. “Yabancı güçler 'özgür' basınlarını, tek tük olaylar dışında diplomatik çatışmalara yol açmadan Abdülhamid'i kınamak ve suçlamak için kullandılar. Fransızlar Le Figaro'yu, Ruslar ise bir Belçika gazetesi olan Le Nord'u hizmetlerine aldılar ve Madam Olga Novikov'un Londra'daki ünlü 'salon'unu finanse ettiler; Türkler gazetelerde ve Olga'nın salonunda batı medeniyetine layık olmayan ve 'Müslüman fanatizmini' kışkırtan insanlar olarak gösterildiler.” Sultan II. Abdülhamit dönemine vurgu yapan örnekte batılı ülkelerin gazeteler ve lobi faaliyetleri aracılığıyla hem Osmanlı'yı kontrol altında tutma hem de Türkleri şeytanlaştırma çabası içinde olduğu görülüyor.


Daha da geçmişe atıfta bulunan benzer bir değerlendirme Orhan Koloğlu'nun Basın Tarihi kitabında vardır. Koloğlu, 1828-1829 yıllarında patlak veren Yunan isyanı sırasında kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce Müslümanın Yunanlılar tarafından öldürülmesine rağmen Avrupa basınında katliamı işleyen taraf olarak Osmanlı Devleti'nin gösterildiğini ve böylesine açıktan yapılan dezenformasyonun Osmanlı'da büyük bir şaşkınlık oluşturduğunu belirtir. 19. Yüzyıl'da Batılı gazeteler aynı tutumu Sırplar, Bulgarlar ve Ermeniler söz konusu olduğunda da göstermiş ve sürekli bir şekilde Osmanlı aleyhine içerik üretmiştir.



15 Temmuz darbe girişiminden sonra batılı medya organlarının Türkiye karşıtı yayınları ile 19. Yüzyıl'dan alıntıladığım iki örneğin içeriğini biraz daha açmak gerekirse batılı yayın organlarının suçu işleyeni (suçluyu) değil kendisini savunanı (mağduru) hedef tahtasına oturttuğu görülüyor. Türkiye'nin yüzleştiği ölüm kalım meselelerinin geçmişe doğru izi sürüldüğünde (eğer batının doğrudan çıkarı yoksa) batılı gazetelerde aynı türden genel yayın politikasının süreklilik içinde devam ettiği görülecektir.


#Batı medyası
#15 Temmuz
#Darbe girişimi
#Yusuf Özkır