Öncelikle sefer sayılarının azaltılması ile başlayan süreç, küresel ölçekte çalışan havayollarından tutunda, ulusal bazda çalışan demiryolu ve otobüs işletmelerinin, yerel toplu ulaşım sistemlerinin tamamında kapanmalara kadar varan bir sonuç ile karşı karşıya bıraktı bizleri. Ülkeler bazında ortaya konulan kısıtlamaların tamamı “eğriyi düzleştirme” çabasıdır. İnsanları etkisi altına alan Covid-19 salgınının yayılım hızının zamana yayılması sonucu oluşan düz bir eğri oluşturma çabası. Ancak bu şekilde sağlık sektörünün çökmeden hizmet verebilmesi mümkün olabilecektir. Ancak yaşanan bu sürecin, ulaşım sistemini yeniden hayal etmek ve daha esnek, daha verimli ve kesintisiz bir yapıya doğru taşımak için bizlere belki de hayat boyu nadiren karşılaşabileceğimiz bir fırsatı sunduğunu da unutmamız gerekir.
Maalesef ulaştırma endüstrisindeki en büyük saplantılardan biri yaşanan trafik tıkanıklıklarına çözüm üretmeye çalışmak. Bu, hareketliliği kısıtlayan, zaman kayıplarına neden olan, çok fazla talep içeren ancak sınırlı miktarda sunulan “arzın” bir sonucu. Diğer taraftan, yaşanan salgın ile birlikte tekrar değerlendirdiğimizde, aslında yaşadığımız ulaştırma sorunlarının/trafik tıkanıklıklarının büyük bir çoğunluğunun bir altyapı kapasite sorunu olmadığını, bir iş kültürü sorunu olduğunu görmemiz mümkün. Çünkü trafik tıkanıklığının en büyük sebebi hiç şüphesiz işe gidiş gelişler için ortaya konulan hareketlilik. Salgın ile birlikte ortaya konulan alternatif çalışma şekilleri, ulaştırma altyapılarının mevcut kapasitelerinin çok daha altında kullanılmasına neden oldu. Bunun doğal sonucu olarak trafik tıkanıklığı yaşanmadı. Karbondioksit salımının azalması sonucu oluşan temiz bir atmosfer ise olayın cabası.
O halde toparlayacak olursak, özellikle büyük şehirlerimizde yaşanan trafik tıkanıklığı önlemek için artık bakış açımızı değiştirmemiz gerekir. Yukarda da değindiğim gibi, bu bir altyapı kapasite sorunundan ziyade olaya yaklaşım sorunu. Yaşanan salgınla birlikte, işi bilgisayar ve internet bağlantısı gerektiren kişilerin her gün ofise gitmeleri gerekmediğini öğrenmiş olduk. Bu kişilerin ofise gitme gereklilikleri, şehirlerdeki tıkanıklığın çoğunun temel sebebi. Toplu taşıma sistemleri için dile getirdiğimiz “pik saat” tanımı, bu gidiş-gelişler sonucu ortaya konulan bir tanım. Yine aynı saatlerde yaşanan otopark sorunları da benzer bakış açıları ile çözüme kavuşturulabilir. Eğer bizler, alışa geldiğimiz çalışma kültüründe değişiklik yapabilirsek bu tanımların tamamının da değişmesi mümkün. Wifi ve mobil özellikli video konferans teknolojileri, bulut tabanlı dosya paylaşımı, işbirliği ve belge yönetim araçları, alışkanlıklarımızı değiştirmemiz için ihtiyaç duyabileceğimiz beklentilerimizi karşılamamız için yeterli çözümler üretiyor. Devletimizin bu çalışma sistemlerini teşvik etmesi son derece önemli. Toplu ulaşım sistemlerinde yapılacak ve aşağıda sıralayacağım değişikliklerin hayata geçirilmesinin, olmazsa olmaz şartı yukarıda belirttiğim yeni çalışma kültürlerinin hayata geçirilmesidir. Ancak bu şekilde bir kapasite boşluğu oluşturmamız mümkün olabilecektir. Aksi takdirde, sosyal mesafe endişesi ile birlikte toplu taşıma kullanım oranlarının düşmesi, özel araç kullanım oranlarının artması gündeme gelecek, hali hazırda özellikle büyük şehirlerde yaşanan trafik tıkanıklığı daha da artacaktır. İstanbul özelinde ise %80-85 olan özel araç kulanım oranlarının daha fazla artması demek mevcut trafiğin kilitlenmesi anlamına gelebilecektir. Bugüne kadarki ulaşım planlamalarımızın da gözden geçirilmesi gerektiği ortadadır. Bundan sonra yapılacak planlamalarda, sosyal mesafe kavramını göz ardı edebilmemiz maalesef pek mümkün olmayacak. Eskisi gibi 17 kişilik dolmuşlara 17 oturan 17 ayakta yolcu alan bir yaklaşımı bırakmamız, oturan ve ayakta yolcu sayılarını sosyal mesafe kavramları çerçevesinde tekrar değerlendirmemiz gerekecek. Toplu ulaşım talep-kapasite analizlerinde, “sosyal mesafe” etkeni de eklenerek modellemeler yapılacak. Taşımacılık sistemleri yarı doluluk esasına göre çalışacak. İstanbul’da gerçekleşen tüm yolculuk sayısının 15 milyon olduğunu düşünürsek, yarı doluluk çalışma sistemi içerisinde toplu ulaşım araçlarına düşen yük iki katına çıkacak.
Tabi bu şekilde hayata geçirilecek yeni yaklaşım, beraberinde bazı önlemleri de almamızı gerektirecektir. Mevcut toplu ulaşım kapasitelerini, güvenlik, konfor, ücret, hız, estetik gibi etkenlerin yanında sağlığı da ilave ederek tekrar planlamamız gerekecek. Bu aşamada alınabilecek önlemleri üç başlıkta ele almak mümkündür:
Mevcut sefer sayılarının artırılması, kullanılan araç sistemlerinde değişikliklere gidilmesi ve bazı ulaşım türlerinin kullanım oranlarının artırılması. Özellikle büyükşehir belediyelerimizin mevcut trafik planlama ve işletme sistemlerini şimdiden bu üç bakış açısı ile yeniden şekillendirmesi gerekmektedir. Mümkün olabilecek alanlarda sefer sayılarını artırmak, yeni tasarım toplu taşıma araçlarını kullanıma, deniz taşımacılığının ve bisiklet kullanımının yaygınlaşmasını sağlamak… Bu dönemde özellikle bisiklet kullanımının yaygınlaştırılması için alınacak önlemler ve kullanımının yaygınlaştırılması için teşvik edici düzenlemeler getirilmesi de sorunun çözümüne önemli katkı sağlayacaktır. Diğer bir önemli husus ise özel araç kullanımın artmasına paralel olarak yollardaki işletme koşullarının iyileştirilmesi için mevcut sinyalize kavşakların tam akıllı hale getirilmesidir. Evde kalma sürelerinin arttığı bu dönemlerde, yollarımızın bakım onarım, işaretlendirme, çizgi çalışmalarının yapılması ve salgın sonrasında deniz ulaşım sistemlerinin kullanım oranlarının artırılması da alınabilecek önemli önlemlerden bazıları. Özellikle İstanbul açısından oldukça fazla kullanıcısı olan ticari taksi kullanım oranlarındaki düşüşlerin önlenmesi için taksilerin sağlık açısından daha güvenli hale getirilmesi de önemli bir konudur. Bunun için mobil uygulamaların yaygınlaştırılması, sürücülerin sağlık durumlarının e-nabız uygulamaları ile birleştirilerek kullanıcılara sunulması, araç dezenfeksiyon sistemlerinin geliştirilmesi alınabilecek önemli önlemlerden bazıları.
Sonuç olarak, Covid-19 sonrasında oluşan “sosyal mesafe” kavramı ile birlikte, yarı doluluk esasına göre çalışacak toplu ulaşım sistemlerine düşen yük iki kat artacaktır. Ayrıca özel araç kullanım oranlarının artması gündeme gelecektir. Bu sorunların önlenmesi için “çalışma kültürümüzde” değişikliğe gidilmesi ve devletimizin bu çalışma sistemi teşvik etmesi birinci önceliğimiz olmalıdır. Bu aşamada özel araç kullanım oranlarının %30-40 oranında azaltılması, toplu ulaşıma dahil olan kullanıcıların %40-50 oranında azaltılması, ulaşım sisteminde büyük rahatlamalara neden olacaktır. İkinci aşamada ise özellikle büyükşehir belediyelerimizin toplu taşıma sistemlerinin planlamasından işletilmesine varıncaya kadar tüm bakış açılarını değiştirmesi gerekecektir. Bu dönemde ön plana çıkan “Bilim Kurul” kavramının, diğer sektörlere ve özellikle trafik planlama ve yatırımlarına aktarılması gerekecektir. Yapılacak yatırım planlamalarının bu bakış açısı ile ele alınması önceliğimiz olacaktır.