Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in geçtiğimiz hafta Riyad’a düzenlediği üç günlük geniş kapsamlı ziyaret uluslararası siyasetteki en dikkat çekici gelişmelerden biri olmayı sürdürüyor. Ziyaret kadar ziyaret sırasında düzenlenen Çin-Arap ve Çin-Körfez İşbirliği Konseyi zirveleri ve bu zirveler sonrasında yayınlanan sonuç bildirgesinde Çin’in Orta Doğu’ya dair meselelerde ilk defa İran karşısında Suudi tezlerine verdiği güçlü destek gündemdeki sıcaklığını korumaya devam ediyor. İran’ın hem ziyarete hem de söz konusu sonuç bildirgesine verdiği sert tepkiye bakınca akıllara Çin dümeni Riyad’a mı kırıyor? sorusu gelmekte…
Bugüne kadar Çin bölgede rekabet halinde olan İran ve Suudi Arabistan arasında aktif tarafsızlık politikası takip ederek her iki aktörle de yakın iş birliği geliştirmeye özen göstermekteydi. Uzun yıllar bölge ile ilişkilerinde İran ve Suudi Arabistan arasında hassas bir denge tutturan Çin’in son ziyaretle bu dengeyi ihmal ettiği tezleri ortaya atıldı. Çünkü Pekin’den bugüne kadar bölgeye yönelik düzenlenen üst düzey ziyaretlerin neredeyse tümünde Tahran ve Riyad birlikte ziyaret edilirdi. Cinping son ziyaretiyle bu teamülü bozdu ve sonuç bildirgesinde İran’ı son derece rahatsız eden ifadelerin altına imza attı. Kanaatimce Çin’in Körfez’e yönelik politikası konjonktürel olarak şekillenmekte. Şöyle ki; Çin, enerji güvenliğine dair endişeler ön plana çıktığında Riyad’a, jeopolitik ve jeostartejik endişeler ön plana çıktığında Tahran’a yakınlaşıyor.
Genel olarak ekonomik faydaya odaklanan, ekonomik kalkınmasını tamamlamak için bölgesel ve küresel atmosferin barışçıl olmasına ihtiyaç duyan Çin açsından Körfez bölgesindeki İran-Suudi rekabetinin çatışmaya evirilmesi tercih edilen bir durum değil.
Bölgede İran ve Suudi Arabistan arasında devam eden jeopolitik rekabetin en önemli sakıncalardan biri her iki aktörün birbirinin enerji altyapısı ve ticaretini baltalayarak giriştikleri jeopolitik rekabette avantajlar elde etme politikasına yönelmiş olmalarıdır. Enerji tesisleri ve nakil hatlarına yönelik saldırılar bir taraftan enerjiye kesintisiz erişimde sorunlar ortaya çıkararak arz güvenliği sorunlarına diğer taraftan güvenlik sorunlarından kaynaklı sert fiyat hareketlerinin ortaya çıkmasına yol açmakta. Bu yüzden Çin açısından İran ile Suudilerin gerilimi düşürmeleri ve sorunları diplomatik yollarla çözmeleri tercihe şayan bir durum.
Her iki aktörle de yakın iş birliği geliştiren Çin açısından İran da Suudi Arabistan da vazgeçilmez önemdedir ve birbirinin yerlerine ikame edilemezler. Her iki ülkenin de Çin açısından jeopolitik, teopolitik ve jeoekonomik avantajları benzersizdir.
İran’ın bölgede ABD’nin tanımladığı bölgesel statükoya meydan okuyabilme motivasyon ve kapasitesine sahip yegane aktör olması Çin açısından İran’ı önemli bir partner yapmaktadır. Çünkü gelecekte Çin, Orta Doğu’daki askeri varlığını artırmaya karar verirse İran, Pekin’in jeostratejik hedeflerine ulaşmasında paha biçilmez roller oynayabilecektir.
Çin’in enerji güvenliği açasından İran’ı önemli kılan husus İran’ın güvenilir bir enerji tedarikçisi olmasından ziyade sahip olduğu jeopolitik pozisyon ve bölgede oluşturduğu vekil ağları sayesinde enerji transit rotalarında elde ettiği denetim gücüdür. Örneğin Körfez enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara naklinde kritik bir pozisyondaki Hürmüz ve Bab-el Mendeb Boğazları önemli ölçüde İran’ın denetimindedir.
Orta Doğu’daki çıkarlarını korumak isteyen ve ABD ile küresel çapta rekabete girişmiş olan Çin açısından, bölgede jeopolitik ve jeostratejik açıdan benzersiz avantajlara sahip olan İran ile yakın ilişkiler büyük fırsatlar sunacaktır. Bu yüzden Pekin yönetimi Tahran’ı kalıcı bir dost ve stratejik bir müttefik olarak görme eğilimindedir.
Suudi Arabistan’ı Çin dış politikası açısından ön plana çıkaran iki husus bulunmaktadır; petrol ve Doğu Türkistan meselesi. İlk olarak; Suudi Arabistan dünyanın en güvenilir petrol tedarikçisidir. 1973 yılındaki petrol ambargosunu saymazsak, Orta Doğu bölgesinde yaşanan her türlü krize rağmen petrol ihracatının daima istikrarlı kalmış olması, Suudi Arabistan’ın küresel enerji piyasalarının “denge sağlayıcısı” (swing producer) olarak tanımlanmasına yol açmıştır. Hâlbuki İran, ülkede yaşanan krizler ve uluslararası yaptırımlar nedeniyle güvenilir bir enerji tedarikçisi olmaktan oldukça uzaktır. Bu yüzden Suudi Arabistan ile enerji alanında geliştirdiği yakın ilişkiler Çin’in enerji güvenliğine benzersiz katkılar yapmaktadır. Bugün Çin, Körfez bölgesinden ithal ettiği günlük beş milyon varillik petrolün yaklaşık yüzde kırkını Suudi Arabistan’dan sağlamaktadır.
İkinci olarak Çin’in güvenlik söyleminde büyük önem arz eden ve “üç şer” olarak da isimlendirilen dini aşırılık, ulusal ayrılıkçılık ve uluslararası terörizm ile mücadele konusunda genelde Orta Doğu özelde ise Suudi Arabistan ile ilişkiler büyük önem arz etmektedir. Pekin yönetimi, “üç şer” yaklaşımı ile zımnen kastettiği Uygurlar arasındaki “radikal Sünni cihatçı ideolojinin” yayılmasından derin endişe duymaktadır. 1979 yılındaki Rusların Afganistan’ı işgalini müteakip Suudilerin ilham kaynağı haline geldiği “Militan İslamcılık” ideolojisine yönelik Körfez ülkelerinin olası desteğini kesmek, bölgeye yönelik Çin dış politikasının en önemli hedeflerinden birdir. Çünkü Pekin yönetiminin en büyük korkusu, Uygurların olası “ayrılıkçı” mücadelesinin tıpkı Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı 1980’lerdeki savaşa benzer bir “küresel Müslüman dayanışması” haline gelmesidir.
Çin’in Uygurlardan algıladığı tehdidin diğer bir boyutu da Uygurların meskûn olduğu Doğu Türkistan bölgesinin hem Çin’in Kuşak Yol projesinin önemli bir bağlantı noktasında yer alıyor olması hem de yer altı kaynakları bakımından Çin’in en zengin bölgesi olmasıdır. Pekin yönetimi, bölgede ayrılıkçı eğilimlerin güçlenmesini hem toprak bütünlüğü, hem de ekonomik kalkınması açısından ciddi bir tehdit olarak yorumlamaktadır.
Sonuç olarak, Suudi Arabistan, Çin enerji güvenliği açısından güvenilir bir tedarikçi iken, İran Orta Doğu’daki ABD gücüne karşı koymaya yardımcı olabilecek yegâne aktör olması ve enerji transit rotaları üzerindeki denetim gücü sebebiyle Çin açısından vazgeçilmezdir. Son ziyaretle Çin’in dümeni Riyad’a kırdığı şeklinde yapılan yorumlar küresel ekonominin içinde bulunduğu resesyona karşın Körfez ekonomilerinin büyüyor olması ve enerji güvenliğine dair yükselen endişeyle alakalıdır. Yakın gelecekte Çin ile rakipleri arasında jeopolitik ve jeostratejik rekabet tırmanmaya başladığında İran yeniden çok değerli bir müttefik olacaktır. Geçen yıl ABD liderliğinde AUKUS ittifakı kurulduğunda Çin’in İran’ı Şangay İşbirliği Örgütü’ne tam üye olarak kabul ettiğini hatırlayalım…