Yeni Şafak

Bir milletin ölümsüz direnişi: Çanakkale

01:0018/03/2025, Salı
G: 17/03/2025, Pazartesi
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Çanakkale, sadece bir zaferin adı değil, Türk milletinin inancı, cesareti, vatan sevgisi ve binlerce şehidinin kanıyla yazılmış bir var oluş destanıdır. Bu destanı bilen herkese Çanakkale şöyle haykırır: Biz buradayız, biz dimdik ayaktayız ve hiçbir şartta teslim olmamıştık, olmayacağız!

Prof. Dr. Ebru Demircioğlu / Trabzon Üniversitesi

Mağrur düşmanın, cesur Anadolu askeri karşısında ezilmesinin bir hikâyesidir Çanakkale. Kınalı kuzuların şehit haberini alınca “Elhamdülillah” diyen anaların, yavuklu yolu gözlerken yaşlanan kızların gözyaşıdır Çanakkale. Birbirinin gırtlağına saldıran askerlerin koyun koyuna yattığı, binlerce ölüm karşısında derelerin kan aktığı topraktır. Bir hilal uğruna binlerce güneşin battığı yerdir Çanakkale.

“SON KARAKOL ANADOLU’DUR”

Yıl 1911, Enver Paşa ve Mustafa Kemal ile 100 civarında subayımız çok zor şartlarda Trablusgarp’a gidip oradaki halkı örgütlemiş ve 80 bin kişilik bir ordu meydana getirmişlerdi. İtalyanlara dur demeye çalıştılar. İşte o günlerde o bölgelerde bu Berberi toplumunun içinde yaygın bir tarikat vardı: Senunisilik. Başlarında hepimizin tanıdığı Ömer Muhtar’ın şeyhi Ahmet Senusi vardır. 1923 yılına kadar Türkiye’de kalmıştır. Kendisine demişlerdir ki “Senin ülkende ateş var, yangın var ama sen buradasın, neden gitmiyorsun ülkene?” Ahmet Senusi şöyle der “Bayrak burada düştü, buradan kalkacak, son karakol Anadolu’dur. Önce burayı kurtaracağız, sonra gideceğiz.”

Trablusgarp Harbi’ndeki mücadeleler sırasında Ahmet Senusi Mustafa Kemal Paşa’ya küçücük bir Kur’an-ı Kerim hediye etmiştir. İşte bu Kuran-ı Kerim tarihin seyrini değiştirir. Çanakkale Conkbayırı’nda Mustafa Kemal’in göğsüne bir şarapnel misketi gelir, ancak göğsünde taşıdığı saate denk gelir ve saat parça parça olur, sadece bir iz bırakır. İşte o saatin tam arkasında Ahmet Senusi’nin ona hediye ettiği Kur'an-ı Kerim vardır. Atatürk bu saati Alman General Limon von Sanders’e armağan etmiştir. General Sanders da karşılığında kendi ailesinin asalet armasını taşıyan Omega marka saatini vermiştir. Sanders’in saati Anıtkabir Müzesi’ndedir. Ancak Atatürk’ün verdiği saat Sanders ailesine sorulmuşsa da bulunamamış ve “kayıp saat” olarak anılar tarihine geçmiştir. 1939’da saati üreten firma saati bulmak için bir kampanya başlatmış ama bir sonuç alınamamıştır.

İNGİLİZ'İN HAİNLİĞİ

Gazi diyor ki: “Biz aynı orduyla iki yıl önce Balkanlar’da bir hezimet yaşadık. Peki biz Çanakkale’de aynı orduyla nasıl bunu kazandık? Tek fark vardı; milletimizin maneviyatı.” Osmanlı donanması için iki tane önemli devasa gemi İngiltere’den sipariş edilir, parası çok ağırdır. Halk resmen bir araya gelir, bir himmet ruhuyla şahlanır ve paralar toplanır. Gemiler satın alınacaktır gemilerin son taksiti İngilizlere ödenir ama o günlerde İngiliz Harbiye’si “Biz vazgeçtik vermiyoruz” der. Bu toplumun vicdanını müthiş yaralamıştır. O iki gemi Sultan Osman ve Reşadiye adıyla bu ülkenin evlatlarından, kadınından kızından 11 milyon altın toplanarak bedeli ödenmiş ve gelmemiş iki gemidir. Bizim için kadın ve kadının saçı çok önemlidir. Ama o dönem gayrimüslimler saç alıp saç satmaktadır. Parası olmayan genç kızlar, gelinler saçlarını kestirip verir o gemiye para olsun diye. Ancak İngiliz vermez haindir ve o hainliğini orada göstermiştir.

107 YAŞINDA BİR DELİKANLI

Aradan seneler geçer 1991 senesinde İngiltere savaşın taraflarını bir araya getirmek ve geçmişte yaşananları anmak için Türkiye’de o gün yaşayan ve o gün Çanakkale cephesinde savaşmış olanlardan İngiltere’ye Anzak törenine davet eder. O gün Çanakkale’de onbaşı olan Karadeniz Ereğli’nden 107 yaşındaki Hüseyin Kaçmaz, oğlu Turgut ile birlikte gider. Kraliçe Elizabeth ve çevresi onları karşılarken elli metrelik bir kortej yürüyüşü vardır. Buradaki rampadan dolayı bütün gaziler için ihtiyarları taşıyan tekerlekli araba ayarlar. Elindeki bastonuyla yürüyen Hüseyin Bey tekerli sandalye teklifini kabul etmez. Oğlu ısrar eder, o binmediği gibi elindeki bastonunu o tepeye çıkana kadar da bayrak gibi dimdik sallayarak çıkar. Herkes şoke olmuştur 107 yaşındaki bir ihtiyar bunu nasıl yaptı diye. Oğlu sorar “Baba sana ne oldu? Nasıl yürüdün?” Hüseyin Bey de der ki “Oğul, gözümün önüne Çanakkale’de şehit olan arkadaşlarım geldi. Hele Galatasaray Lisesi’nde son sınıfta olan bir delikanlı vardı kucağımda can veren, onu hiç unutamadım.

O gazla birlikte ben o bayırı çıktım, yüz metre de olsa yürürdüm” diyor.

“ALLAH O GEMİLERİ SİZE DE YAR ETMEDİ”

Bu davette Hüseyin Bey’den bir konuşma yapmasını isterler. Tercüman gelip oğluna babanız çok yaşlı, belki bazı şeyleri düzgün ifade edemez. Ben onun konuşmasındaki hatalarını düzelteyim mi? diye sorar. Oğlu “Babam 107 yaşında, ne söylediğini iyi bilir, aynen çevir” der. Hüseyin Bey İngiltere protokolünde yaptığı konuşmasında Osmanlı Devleti’nin sipariş verdiği iki gemiyi paraları ödenmesine rağmen el koyanlara karşı şunları söyler:

“Benim anamın altınlarını aldınız, Osmanlı kadınlarının altınlarını aldınız. Altını olmayan kızlarımız saçlarını kestirip Ermeni, Rum, berberlerine sattı. Biz iki tane gemi için 11 milyon altın vermiştik ama siz bize o gemileri vermediniz, bize karşı kullandınız. Eğer siz bize o gemileri vermiş olsaydınız adalar elimizden çıkmayacaktı, arkadaşlarımız yaşıyor olacaktı. Bizim gemimizle siz bizi vurmaya geldiniz ve o gemi sizin askerlerinizle birlikte yine bizim sularımıza battı ve Allah onu size yine nasip etmedi.”

Bir anda ortalık karışıyor, alkış kıyamet! Akşam da yemek veriyorlar. Yine konuşma yapması için kürsüye çağırıyorlar Hüseyin Bey’i. Kürsüde konuşmasını tamamladığında biri gelip yardım amaçlı bir çek veriyor. Hüseyin Bey diyor ki “Bu nedir?” getiren kişi de diyor ki “Çok büyük sıkıntılar yaşamışsınız onun için”. Hüseyin Bey de “Ben bu çeki alırsam biraz önce anlattıklarımın hepsini bir bedelle almış olurum. Biz bir bedelle değil kanla cananla savunduk ve oranın da bir bedeli yoktur.” der. Ardından bir kişi cebinden 10 pound çıkarıp uzatıyor ve diyor ki bari bu para hatıra kalsın. Hüseyin Bey yine almak istemez. Oğlu Turgut “Al baba küçük meblağ” der. Babası alıp parayı ikiye böler. Onların ülkesinde onların parasını gözlerinin içine baka baka yırtmıştır. Hüseyin Bey dönüp şöyle der “Madem bir hatıra kalsın istedin al, yarısı sende yarısı da bende kalsın.”

BİZ BURADAYIZ DİMDİK AYAKTAYIZ!

21-25 Temmuz 1994’te cephaneliğin olduğu yerde dört gün süren bir yangın çıkıyor. Bu defa Hüseyin Bey vay benim şehit kardeşlerim, onların yorganları yandı, onların döşekleri yandı, onların yattığı yerler yandı diye kahrından vefat etmiştir. O nedenle Çanakkale sıradan bir savaşla bir tutulamaz. O gün bir tek Çanakkale cephesi yoktu. 1911 yılında bu insanlar evlerinden çıkıyorlar, Trablusgarp harbi var tam terhis olacaklar bu defa 1912 Balkan Savaşı patlak veriyor. 1913’te tam balkan Savaşı bitecek bu kez Birinci Cihan Harbinin ayak sesleri… 1914 yılında cihan harbi patlak verince de cepheden cepheye koşuyorlar: Kafkas, Galiçya, Çanakkale… Hüseyin Bey en son düşmanı denize döken birliğin arasında da vardır. Hesaplandığında bu gazimiz evine tam 11 sene sonra geri dönebilmiştir…

Çanakkale sadece bir zaferin adı değil, Türk milletinin inancı, cesareti, vatan sevgisi ve binlerce şehidinin kanıyla yazılmış bir var oluş destanıdır. Bu destanı bilen herkese Çanakkale şöyle haykırır: Biz buradayız, biz dimdik ayaktayız ve hiçbir şartta teslim olmamıştık, olmayacağız!



#Çanakkale Zaferi
#18 Mart
#Toplum
#Tarih
Yorumlar

Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.

Henüz yorum bulunmuyor

İlk yorumu siz yapın.

Kapat

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.