“Selahaddin olma” şuuru
Cumhuriyetin temellerinde onun harcı vardır. Başlattığı büyük eğitim hamleleri ile Cumhuriyeti kuran kadroların yetiştiği okullar onun eseridir. Demiryollarının, kız ve erkek mekteplerinin, tıbbiyelerin, mülkiyelerin kapıları üzerindeki tuğralarda onun ismi vardır.
1876’da devletin inkırazını önleyerek 32 sene 7 ay 27 gün süreyle yıkılmakta olan koca çınara can üflemiş olan Abdulhamid Han, siyasi dehası ve dirayetiyle cumhuriyete giden yolun taşlarını döşemiş, emperyalizmin “canlı vücut üzerinde operasyon yapmasına” müsaade etmemiştir. Bugün Arap ve İslam alemi, varlığını büyük ölçüde onun saltanatı boyunca izlediği şerefli siyasete borçludur. Filistin topraklarından vereceği bir parça karşılığında belki de devletini ve saltanatını bekleyen kaçınılmaz sona mani olacak bütün teklifleri elinin tersi ile itmiş, ümmete mukabil kendi saltanatının devamını sağlayacak bir alçaklığa asla tenezzül etmemişti.
Bu itibarla, ümmet bilincini tekrar tesis edebilmek ve ümmet olarak ayağa kalkabilmemiz için Abdulhamid’i ve onun ümmet anlayışını keşfetmeye ihtiyacımız vardır. Ümmetin paramparça edildiği, her birinin bir diğerine düşman kılındığı İslam aleminin mevcut konjonktüründe, bu parçalanmışlığı ortadan kaldıracak tek çare, bütün ırkî mülahazaların terk edilerek Allah’ımızın ilan ettiği “muhakkak ki müminler kardeştir” düsturuna sıkıca sarılmak ve ümmetin her bir ferdinin “Selahaddin” olma şuuruyla kenetlenerek haçlı zihniyetine at oynatacak alan bırakmamaktır.
Batı Dünyası, Hristiyan ümmetçiliğini bilinçaltından hiçbir zaman çıkarmadı. 1918’de Kudüs’e girdiğinde ‘işte şu anda haçlı seferleri bitti’ diyen işgal orduları komutanı Allenby ile İslam dünyasına karşı yeni bir haçlı savaşı başlattığını açıkça ilan eden ve “Haçlı Savaşı” ifadesini kullanan Bush arasında Batı ümmetçiliği anlamında bir fark var mıdır?
Birinci Cihan harbinde müttefikimiz olan Almanya ve Avusturya’nın kiliselerinde, düşman Allenby ve İngiliz ordularının Kudüs’e girişinin günlerce çanlar çalınarak kutlanması, Batının Hristiyan ümmetçiliğini anlamamız için herhangi bir izaha gerek bırakmamaktadır.
Sovyetler Birliğinin dağılması ve Batı için tehdit olmaktan çıkması ile Batı dünyası bin yıldan beri haçlı seferleri ile yaptığı gibi yüzünü yine İslam coğrafyasına çevirmiş, gerek Margaret Thatcher gibi siyasetçiler gerekse Huntington gibi akademisyenlerce “medeniyetler çatışması” denilerek İslam, yeni tehdit unsuru olarak kabul edilmiş ve bu olgunun altını dolduracak planlar yapılmaya başlanmıştı.
Aslında Yeni Dünya Düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi gibi söylemler bu planların hayata geçirilmesine matuf olup İslam coğrafyasında Batı ve emperyal çıkarlar için her zaman sıkıntı oluşturabilme potansiyeline sahip “İslam ümmet şuuru”nun tamamen yok edilmesidir. Bu amaç güdülerek Amerika, Irak’tan çekilirken ülke yönetimini Sünnilerden almış ülkenin kuzeyini Kürtlere, geri kalanını Şiilere bırakmış ve onlarla ittifak yapmıştır. Aynı oyun bugün Suriye’de oynanmakta, bu coğrafyanın kadim halkları birbirlerine düşürülmektedir. Ümmet şuuru büyük yara almış, ırk ve mezhep farklılıkları kaşınarak İslam toplumları birbirinden koparılmış, masum ve mazlumların çığlıkları arş-ı alayı tutmuştur.
İslam tarihine baktığınızda bu topraklarda izzet ve şeref, ümmet şuuru ayağa kalktığında, zillet ise ümmet şuuru ayaklar altına alındığında alınlara kazınmıştır. Yaklaşık bir asırdır Alem-i İslam’a zillet hakim olmuş, bu süre zarfında ümmet şuuru terk edilmiş, Müslümanlar adeta fırkalara dönmüş olan cemaat kalıplarına mahkum edilerek kolay yönetilir hale getirilmiş ve pare pare edilmişlerdir. İşte bu zamanda, Müslümanları, tekrar ümmet olabilme şuur ve idraki ile buluşturacak tecdid hareketlerine ihtiyaç vardır. Ümmet sancağı, bu topraklarda Abdulhamid Han’ın hal edilmesi ile düşürülmüş ise yine bu topraklarda büyük Sultanı anlayarak kaldırılacaktır.
Meselenin asrımıza bakan yüzüne gelecek olursak, günümüzde ümmeti tevhid edecek yegane muharrik güç ve ülke Türkiye’dir. Alem-i İslam’da buna muktedir ve potansiyeli olan ikinci bir devlette, millette yoktur. Türkiye, son 10 yıldır devlete hakim olan zihniyet ve kadroları ile bu misyona, Allah’ın takdiri ve milli iradenin tecellisi ile adım adım ilerlemektedir. İşte vâzedilen kutlu yürüyüş budur.
Ve son söz bu ülkeyi idare eden ateşten gömlek giymiş zevata sizler bu ümmetin kabul edilmiş asırlık dualarısınız. Bu duaları ve ümitleri zayii etme hak ve selahiyyetine sahip değilsiniz. Bu nedenle altınızdaki kadroları çok iyi kontrol etmeli, adam kayıranlara, yanlış yapanlara, adaletten ayrılanlara, milletin değerlerinden inançlarından sapanlara, haram lokma yiyenlere ya da tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan Beytü-l Mal’a el uzatanlara karşı en şedit şekilde muamele etmeli ve asla müsamaha göstermemelisiniz
Size düşen, bu asil milletin ve ümmetin bir evladı olduğunuzu bir an bile aklınızdan çıkartmadan ecdadınız gibi vakûr, âdil, dürüst ve bütün dünyada mazlumların hâmisi, velisi olma yolunda son nefesinize kadar gayret göstermek ve bu halde emaneti sahibine teslim etmektir.