Filistin Batı Şeria’da bulunan Cenin, geçtiğimiz günlerde İsrail’in şiddetli saldırılarına yeniden tanık oldu. Temmuz ayının hemen başında yapılan saldırılarla beraber Cenin’deki İsrail şiddeti, son yıllarda etkisini oldukça arttırdı. Cenin’in neden saldırılardaki hedef nokta olduğunun bilinmesi, İsrail-Filistin meselesindeki geçmişten bu yana devam eden düğüm noktalarına dair önemli bir perspektif sağlayacaktır. Bu şiddet, İsrail iç siyaseti ile sıkı bağlarının olmasının yanında, bölgenin geleceği adına önemli tehditleri de beraberinde getiriyor.
Saldırıların neticesinde Cenin’deki mülteci kampının neredeyse üçte biri olan 4000 Filistinli, evlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Filistin meselesinin özündeki konulardan birinin “yerinden etme” ya da “transfer” olduğu düşünüldüğünde, Cenin’de yaşananların Filistin’in geleceği adına nasıl bir tehlike içerdiği gözler önüne seriliyor.
Nekbe sürecinde Filistin topraklarından şiddet yoluyla çıkarılan Filistinliler, daha sonra yakın coğrafyalara göç etmek zorunda kaldı. Bu durum; geri dönüş hakkı, mülteci sorunu, yerleşimci krizi gibi derinleşen sorunlar silsilesini İslam dünyası adına ortaya çıkardı. Ancak aradan geçen 75 senelik zaman zarfında canlı yayınlar eşliğinde ve tüm dünyanın gözü önünde yeniden bu manzaraların ortaya çıkması, Nekbe’nin Filistinliler adına hala yaşanmaya devam eden bir süreç olduğunu gösteriyor. Binlerce insanın şiddet sarmalı neticesinde -canlı yayınların da şahitliğiyle- evlerinden ayrılması; “evlerinin satılması” iddiası gibi yanlış bir kanaate de elcevap oldu.
Saldırıları sadece Filistin yahut Filistinliler açısından da değerlendirmemek gerekiyor. Siyonizm’in yerleşik sömürgeci yapısının ne şekilde kolonileştiğinin de altını çizmek lazım. Zira postkolonyal tezahürdeki bu sömürge sürecinin ortaya çıkardığı yerleşimci prototipi, ırkçılığın ileri formunu toplumsal şiddete dönüştürmeye devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda önce Huwara’da yaşanan köy ve kasabaların yakılması hadisesinin yakın dönemde Cenin üzerinden yeniden kendini göstermesi, bu durumu doğrular niteliktedir.
Cenin şehrinin hedef alınması ise yeni bir durum değil. Cenin, 1935’te İngiliz manda iradesine karşı ilk organize Filistin mücadelesinin merkezi konumundaydı. 1936 Filistin isyanının üst düzey komutanlarının çoğu, Cenin’de mukim insanlardı. Böyle bir siyasi mirasın olduğu bir yerde mülteci kampının oluşturulması, Nekbe ile beraber bu bölgeyi ekstra bir sembol haline getirdi.
3 Nisan 2002’de İkinci İntifada’nın yoğun günleri yaşanırken, İsrail ordusu Cenin’e karşı havadan ve karadan bir saldırı başlattı. Saldırılar sonucu yerle bir olan kampta binlerce insan evsiz kalırken 1.300 masum sivil katledildi. İsrail ordusunun “Koruyucu Duvar Operasyonu” adıyla Cenin’e gerçekleştirdiği bu saldırı, Filistin halkına karşı işlenen en büyük katliamlardan biri oldu.
2002’de yapılan saldırılar ile 2023 yılında yaşananlar arasında bazı farklılıklar da bulunmaktadır. 2002’de Filistin’deki mevcut hükümet dahil tüm kurum ve kuruluşların iflasını hedef alan bir saldırı silsilesi varken, son dönemde yaşanan saldırılar doğrudan halkı hedef almaktadır.
Filistin için mülteci kampları her zaman marjinalleştirilmiş, hizmetlerden dışlanmış, yüksek düzeyde yoksulluk olan, asıl mülksüzleştirilmesinin hatırlatıcısı ve mukavemetin merkezi olmuşlardır. Cenin bu merkezler içinde en öne çıkanlardan biridir. Bu durum, İsrail için Batı Şeria’nın Gazze’si konumunda olan Cenin’i her zaman hedef haline getirmiştir.
Geçtiğimiz sene Cenin şehrinde işgali görüntülerken görevi esnasında İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybeden gazeteci Şirin Ebu Akile de bu şiddetin hedeflerinden biri olmuştur. İsrail sadece burada yaşayan Filistinlileri toplu bir tecrite almakla kalmayıp, buradaki işgali duyuran gazetecilere de sıklıkla saldırı gerçekleştirmektedir.
Saldırları İsrail’in iç siyasetin bağımsız ele almamak gerekmektedir. Nitekim geçtiğimiz sene kurulan yeni hükümetin ardından İsrail, geçmişten bugüne olduğu gibi iç siyasette yaşadığı sıkışmayı, namlusunu Filistinlilere doğrultarak aşmaya çalışmaktadır. İsrail hükümetinin iç siyasette yaşadığı; yerleşimler, güvenlik, yargı reformları gibi tartışmalı konular, iç siyasette kriz anlarında biraz daha ötelenebilir konular haline gelmektedir. Yerleşimci krizinin çözülememesi, sadece Cenin’i değil Batı Şeria’nın pek çok yerini ateş çemberinin içine alıyor.
İsrail’in Cenin’e düzenlediği geniş çaplı baskının ardından hem bir Latin kilisesi hem de bir cami hasar gördü. Saldırılarda uluslarası hukukun kuralları ihlal edildiği gibi, saldırıların yapılış biçimi itibarıyla savaş suçlarını da içerdiğinin altını çizmek gerekiyor. Cenin kampındaki sakinler ve görgü tanıkları, İsrail’in saldırısının ardından insanların temel kaynaklara erişiminin olmadığını söylüyor. Susuz ve elektriksiz kalan kampta kalan kitlelerle iletişim kurmanın oldukça zor olduğu da mevcut gerçekler arasında.
İsrail’in Cenin mülteci kampına yönelik iki günlük saldırısı, birliklerin geri çekilmesi ve geride bir yıkım bırakmasıyla sona erdi. İsrail askerleri ayrılırken, geri dönen sakinler, kaosla, yıkılan yollarla ve moloza dönüşen binalarla karşılaştılar. En az 12 Filistinli öldürüldü ve 100’den fazla Filistinli yaralandı. Filistin Kızılay’ına göre, mülteci kampının neredeyse üçte biri olan, yaklaşık 4.000 Filistinli evlerini terk etti. Saldırı helikopterlerinin, insansız hava araçlarının, savaş uçakları ve ağır silahlarla birlikte kullanıldığı operasyonda yaklaşık 1000 İsrail askeri görev aldı ve çok sayıda mülk hasar gördü veya yok edildi. İsrail ordusu, mülteci kampına en az 20 insansız hava aracı saldırısı düzenledi. İsrail’in Cenin’e saldırısı, İsrail’in Batı Şeria’da yaklaşık 20 yıl içindeki en büyük saldırılarından biri oldu.
21.yüzyılın ilk toplu kıyım ve imha saldırılarına şahit olan Cenin, aynı yüzyılın son günlerinde de toplu saldırılara maruz kaldı. İsrail, 2002 senesindeki saldırıların ardından inceleme yapmak isteyen BM yetkililerine izin vermemişti. Son olarak burada inceleme yapmak isteyen gazeteciler dahil kim varsa bu şiddet döngüsünden payını alıyor. Mezkur kamp şartlarından hareketle, olayları şiddet parantezinden çıkararak buradaki toplum psikolojisini de insan haklarına değer veren her organizasyonun görmesi gerekmektedir.