Bugün, Ege Denizi sularında ömürlerini tamamlayanların tamamına yakını nitelikli olmayanlar olduğundan, hatta Suriyeli mültecilere dair insanlık dışı eylemlerinin Nazi Almanya’sı dönemi uygulamalarına benzer şekilde toplama kamplarında tutulmalarına uzanacak formüller geliştirmelerinden anlaşılıyor ki Avrupalı siyasetçilerin makbul göçmen anlayışı gerçeklik kazanmaktadır.
Suriyeli mültecilerin Avrupalı ülkeler tarafından alınmama sorunu, uzun vadede, üzerinde pek çok tartışmanın olabileceği potansiyeli barındırmaktadır. Suriyeli mültecilerin kendi sınırları içerisine alınmaması ile ilgili oluşturulan söylemler arasında, mülteci sayısının çokluğu, nitelikli mültecinin azlığı, her bir mültecinin sosyal ve ekonomik olarak sınırlar içerisinde barındırılmasının ekonomik çıkmazı, ekonomik durgunluk döneminde bu kadar sayıdaki mültecinin barındırılmasının yerli halk nezdinde sorun yaratacağı gibi noktalar öne çıkarılmakta. Ancak sorunun özünde, pek çoğumuzun bildiği üzere, sınırlı sayıda mültecinin Avrupalı ülkelerin belirlediği standartlar özelinde sınırlarını aşarak yerleşik hale gelmesi yatmaktadır. Sorun bu çerçevede temellendirildiğinde mantıksal olarak karşımıza şu soru çıkmaktadır: Evrensel insan hakları bildirisi ile zihinlere kazınan her bir bireyin yaşama hakkı engellenmiş olmuyor mu? Yaşama hakkı evrensel çerçevede yasal hükme bağlanmasına rağmen bu şekilde siyasi bir tavır almak bir ideolojik yüklemenin yapıldığı olgusunu gün yüzüne çıkarmamakta mıdır?
Sorunun özü nicelik özelinde kurgulandığı zaman, yani gelecek mültecilerin sayısal çoğunluğuna odaklanıldığında karşımıza bir varlık olarak insandan daha çok mekanik bir kavrayış çıkmaktadır. Mekanik kavrayışın bir adım ötesinde ise ideolojinin yattığı gün gibi aşikârdır. İdeoloji, burada, göçmenlik üzerinden kurgulandığında, Batılıların ideoloji ile hesaplaşması ile doğru orantılı bir şekilde gelişme seyredecektir. Buradaki ideolojinin siyasi yaşantıdaki yansıması, insandan daha çok sayıya indirgenen bedenler ve bu bedenlerin hangisinin mekanik hayattaki işlerliği şeklinde geliştirilmesidir.
Gerçek anlamda Batılı gibi düşünmesi ve yine Batılı gibi davranması talebi olacaktır koşulsuz bir şekilde. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, Almanya ile Türkiye arasında oynanan futbol maçı sonrasında soyunma odasına kadar giderek Mesut Özil’e ithafen söylediği, “Almanya’ya göç edenler aynı Almanlar gibi davranmalı sen de aynı şekilde davrandın” sözünün alt anlamında yakalanan şey, vücut mu bulacak? Suriyeli mülteciler geldikleri vakit Suriyeli kimliklerinden uzaklaşarak Batılı gibi düşünmesi, onlar gibi davranması ve ancak onların istediği gibi yaşamlarını sürdürmesi gerekecek anlaşılan. Çünkü yaşama özgürlüğü, ancak göç edilen yerdeki sosyal ortama uymayı, benzer şeyleri hissetmeyi ve yine yekpare olmayı hedeflemektedir. Zira gelecek olanlar insan olmaktan daha çok bir yığınsa bunlar içerisinde makbul olan, yerleşik düzene uyanlar olmalı.
Yerleşik düzene uyacak potansiyeldekiler sadece nitelikli elemanlar hükmü serlevhası ile diğerleri mevcut yerde kalmalıdır uyarısı yapılıyor. Diğerleri, yani nitelikli olmayanlar bizler için uygun değildir anlayışı bir ideolojinin dolaşımı değil midir? Şu halde Aylan ve benzerleri nitelikli olmadıkları için yok olmalı, yaşama hakkını elinde bulundurmamalıdır. Yaşama hakkını elinde bulundurması gerekenler nitelikli, işe yarar, bilimsel faaliyetlerde bulunmayı sağlayanlardır. Bugün Ege denizi sularında ömürlerini tamamlayanların tamamına yakını nitelikli olmayanlar olduğundan, hatta Suriyeli mültecilere dair insanlık dışı eylemlerinin Nazi Almanyası dönemi uygulamalarına benzer şekilde toplama kamplarında tutulmalarına uzanacak formüller geliştirmelerinden anlaşılıyor ki Avrupalı siyasetçilerin makbul göçmen anlayışı gerçeklik kazanmaktadır. Zizek’in ideolojinin yüce nesnesinde bahsettiği ideolojiye dair mevcut durumdaki ikircikli yapının ifşası anlayışını Batılı siyasilerin zihinlerine kazınmış bu ideolojik yüce nesnesine uygulama vaktidir, makbul göçmen anlayışı ile. Zira makbul göçmen anlayışı tam anlamıyla ideolojik bir yüce nesne olarak önümüzde durmaktadır.
Açıkçası insani varoluş noktasında ikircikli/ikiyüzlülük perspektifinde makbullüğü yorumlayan Avrupalı ülkelerinin yöneticilerinin bu bakış açısını sorgulamak entelektüel vazifedir. Aksi halde pek çok Aylan bebek vakasını yaşama ihtimali adeta bir giyotin gibi üzerimizde duracaktır.