Askeri planlar diplomasiyi rehin mi alıyor?

04:0014/01/2025, الثلاثاء
G: 14/01/2025, الثلاثاء
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Ebedi barışı arayanlar, bunun ancak kalıcı savaşlar ile mümkün olduğunu düşünerek savaşmaya devam etti. Avrupa, imparatorlar ligini sona erdirecek ilk cihan harbine doğru hazırlanmaya başladı. Artık askeri planlamalar diplomasiyi rehin alıyordu.

Doç. Dr. Furkan Kaya / Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi

Altı bin yıllık insanlık tarihinde yaklaşık 14 bin 600 savaş yaşanmış; 181 nesilden yalnızca 10’u savaş görmeden yaşamıştır. Dolayısıyla dünya siyasi tarihinde savaşla geçen zaman, barış dönemlerinden çok daha fazla. O halde “Dünya tarihi savaşlar tarihidir.” ifadesi, modern siyasi çağda bile geçerli olduğu göz önünde bulundurulması gereken bir gerçektir. Küçük toplumların, büyük toplumlara göre daha fazla savaşa maruz kaldıkları söylenebilir. Çünkü tarihte küçük toplumlar büyük toplumlardan daha fazla ortadan kaldırılmak istenmiştir. Ünlü düşünür ve filozof Thomas Hobbes soruyor; “İnsanlar doğal olarak savaş halinde değillerse neden devamlı olarak silahlı gezerler? Neden evlerinin kapılarını kilitlemek için anahtar vardır yanlarında? Amaç saldırmak mı korunmak mı?”

DÜZEN Mİ DÜZENSİZLİK Mİ ?

Gerçekten küresel bir düzen hiç var oldu mu? Yoksa ‘düzen’ denilen kavram, yalnızca anarşi, savaş ve kaosun bir yanılgısından mı ibarettir? Günümüzde “düzen” olarak uygulanan sistem yaklaşık 400 yıl önce Batı Avrupa’da, öteki uygarlıkların katılımı olmaksızın gerçekleştirilen Vestfalya barış konferansında tasarlanmıştı. Bundan evvel Orta Avrupa genelinde 100 yıllık mezhep çatışması ve siyasi kaos, siyasi ve dini anlaşmazlıkları birbiriyle harmanlayan, aktörlerin “topyekun savaş”a başvurdukları ve Avrupa nüfusunun yaklaşık dörtte birinin savaş, salgın hastalık ve açlıktan öldüğü 1618-1648 Otuz Yıl Savaşları ile neticelenmişti. Sonrasında “ebedi barış”ı arayanlar “kalıcı savaşlar” ile bunun mümkün olduğunu düşünerek savaşmaya devam etti. Avrupa, 1789 Fransız Devrimi öncesi ve sonrası yaşanan iç ve dış savaşlarla, imparatorlar ligini sona erdirecek ilk cihan harbine doğru hazırlanmaya başladı. Artık askeri planlamalar diplomasiyi rehin alıyordu.

PAX-AMERICANA NEYİ HEDEFLİYOR?

ABD’nin 33. Başkanı Harry Truman bir konuşmasında; “Düşmanlarımızı tam anlamıyla yenilgiye uğrattıktan sonra onları uluslar topluluğuna geri getirmemiz, bunu yalnızca ABD’nin yapabileceğini düşünmem hoşuma gidiyor.” demişti. ABD eski Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger ise ABD’nin hedeflediği milletler topluluğunun bir Amerikan konsensüsünü yansıtması gerektiğini düşünüyordu. Ortak kural ve normlara riayet eder, serbest ekonomi sistemini benimseyen, toprak fethini reddeden, ulusal egemenliğe saygı gösteren, yönetimde demokratik ve katılımcı modeli uygulayan ve birbirleriyle iş birliği içinde olan devletlerin oluşturduğu bir düzendi esas amaç. Fakat Pax-Amerikana modeli bu düzeni bütün devletlere benimsetmeye çalışırken, kendisini bundan muaf tuttu. Fakat çağımız ısrarla ve çaresizce bu sistem içinde bir dünya düzeni aramaya devam etti.

HER DEVLET KENDİ BAŞININ ÇARESİNE BAKACAK

Öyleyse “dünya düzeni” kavramının tek açıklaması üzerinde mutabık kalınmalıdır. Anlamı, bir bölge ya da uygarlığın, adil düzenlemelerin doğası ve tüm dünyaya uygulanabilir olduğu düşünülen güç dağılımı olmalıdır. Uluslararası düzen ise bu parametrelerin küresel güç dengesini etkileyebilecek kadar büyük bölümüne pratik olarak uygulanmasıdır. Bu sistemler iki bileşene dayanmaktadır. Birincisi, izin verilebilir uygulamaların sınırlarını belirleyen, genel olarak kabul gören bir ilkeler kümesi, diğeri ise kuralların çöktüğü durumlarda dizgin işlevi görüp, bir siyasi birimin tüm ötekilere boyun eğdirmesine engel olan güç dengesidir. Günümüzde ise uluslararası kurumlarda çıkan herhangi bir kriz, önü alınamaz anarşiye zemin hazırlarken, her bir devlet kendi beka sorununu çözmek için başının çaresine bakmak zorunda kalıyor.

SINIRSIZ OLANAKLARDAN SINIRSIZ RİSKLERE DOĞRU

Krizler karşısında uluslararası kurumların restleşmesi karşısında iki ihtimalden söz edilebilir. Birincisi, eski dünya düzenini temsil eden BM’nin konumu korunurken yeni bir altyapı eklenerek işlevsel hale getirilebilir. İkincisi ise “yeni Soğuk Savaş ikliminin” tarafları olan ABD ve Çin ile iki kutupluluk yeniden doğabilir. Fakat bu senaryoda ABD-Çin arasındaki ticaret savaşları, sıcak ve soğuk denizlerde de kendini gösterebilir ve geleneksel Soğuk Savaş’tan daha sert geçebilir. 20. yüzyılın ikinci yarısından -ki ABD-Sovyetler Birliği modelinden çok farklı olarak daha çetin uluslararası koşullar altında- farklı birçok oyuncu arasında uzlaşmaz bir rekabet doğacaktır. Soğuk Savaşı dengede tutan caydırıcı unsur nükleer silahlardı. Yeni küreselleşme kodlarında dünyanın, sınırsız olanaklar toplumundan, sınırsız riskler toplumuna doğru dönüşmesi hedefleniyor. Bu sürecin oluşturacağı sürekli risk ortamı, küresel dayanışmayı gerektirir. Elbette böyle bir ortak dayanışma duygusu, insani içgüdüler ile de çelişmektedir. Böylesi riskler çağında herkesin kendi başının çaresine bakması daha büyük anarşi ve kaosa zemin hazırlayacağı göz önünde bulundurulduğunda ancak aynı coğrafi havzada yer alan ülkeleri ortak çıkarlar noktasında bir araya getirecek olan “bölgeselleşme” ile sorunlara çare bulunabilir.

ABD SULARI YÖNETMEDEN KÜRESEL GÜÇ OLAMAZ

ABD 43. Başkanı G.W. Bush, 11 Eylül sonrası ‘önleyici vuruş’ doktrini adı altında kendinden olmayanlara savaş ilan ettiğinde bunu ‘terörizme karşı savaş’ kavramı olarak adlandırmış, devamında ise bunun bir ‘haçlı seferi’ olduğunu söylemiştir. Pentagon ise benzer şekilde planlamış olduğu operasyonda sadece İncil’de değil aynı zamanda Hıristiyan kökten dinciliğinin terminolojisinde yer alan ‘mutlak adalet’ adını vermişti. 2001 Afganistan ve 2003 Irak savaşları ile beraber ‘mega terörizm-mega terörist’ kavramlarını da ortaya atarak, vekalet güçleri üzerinden BOP’u sahada inşa etmeye başlayan ABD, Arap Baharı ile birlikte etki yayını Afganistan’dan Libya’ya kadar genişletmek istedi. Şimdi ise denizde de yükselen güç haline gelen Çin’i birinci düşman ilan eden seçilmiş başkan Trump, Atlantik ve Pasifik ötesi deniz gücünü arttırmak üzere büyük mesai harcıyor. Çünkü denizde egemen güç olmadan ABD küresel hakimiyet sağlayamayacağının farkında. ABD’nin 32. Başkanı Franklin Roosevelt’in Savaş Bakanı Henry Stimson, deniz hakimiyet teorisyenin inşacısı Alfred Mahan için, ‘Okyanus tanrısı Neptün, onun peygamberi Mahan ve yeryüzündeki tek kilise ABD donanması’ demişti.

WASHINGTON VE PEKİN TANKLARI KARŞI KARŞIYA GELECEK Mİ?

Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi ilan edildiğinde dört ana çekirdek misyon belgede yer alıyordu. Anavatanın savunulması, çoklu eşzamanlı savaşları kazanmak, kritik bölgelerde güvenlik çevresini şekillendirerek ‘polis teşkilatı’ görevlerini uygulamak ve ABD kuvvetlerini askeri işlerde devrim yapabilecek hale getirmek. Üçüncü maddede sürekli üslerin güneydoğu Avrupa ve güneydoğu Asya’ya kaydırılması, ayrıca doğu Asya’daki donanma dağılımı, bölgede artan ABD stratejik ilgilerini yansıtacak biçimde değiştirilmektedir. Soğuk Savaş, Kızıl Ordu ve NATO’nun tanklarının karşı karşıya geldiği safi bir askeri mücadele değil, ekonomik ve ideolojik bir savaştı. Dolayısıyla dönemin NATO’sunun önceliği Sovyet kalpgahını işgal etmek değil, Rusları Batı Avrupa’nın işgalinden men etmekti. Dolayısıyla önceden SSCB’yi çevrelemek için kurulan stratejik amaç, bugün Pax-Amerikanayı korumaya çalışıyor. İki kutuplu dönemde temel askeri misyon, Sovyet yayılmacılığını caydırmak üzerineydi. Günümüzde ise ABD’nin güdümünde ‘demokratik barış bölgelerinin’ genişlemesini gerçekleştirmek, denk bir süper gücün çıkmasını engellemek, Avrupa, doğu Asya ve Orta Doğu’nun anahtar, hayati bölgelerini savunmak. Çin bu mücadelede ABD’nin öncelikli rakibi olacak.

Başkan Trump’ın 20 Ocak’ta yemin edip göreve başlamasından sonra ABD’yi iç ve dış politikada fırtınalı günler bekliyor. Özellikle ‘ABD’yi yeniden mükemmel yapmak’ sloganıyla seçimlerini yürüten Trump ekonomide duvarlar örmek, üretimi kıtaya çekme yolunu uygulayacakken; dış politikada mevcut savaşları bitirip, siyasi, ekonomik ve askeri namlunun ucunu Çin’e döndürecek. Öncelikle ABD’yi rahatsız edecek Rusya-Çin-İran’dan oluşan yeni küresel bloku yıkmayı hedefleyebilir. Dolarizasyonun sonunu getirecek herhangi bir girişime müsaade etmeyeceğini açıklayan Trump, özellik Çin’in ‘yuanizasyon’ stratejisine karşı dikkatini Avrupa’dan Hint-Pasifik havzasına kaydıracak. Bunun için kendi ifadesinde olduğu gibi 24 saat içinde Ukrayna savaşını sona erdirip, Putin ile müzakere masasını kurup, Moskova-Pekin, Moskova-Tahran ittifakını bitirmek büyük önem arz ediyor. Çin’in ‘Yeni İpek Yolu’ projesine karşı Hindistan ile başlattığı ‘Yeni Baharat Yolu’ projesinin ilerlemesi Trump döneminin önceliklerinden olacaktır. Eğer Çin, Tayvan işgalini gerçekleştirirse ABD’nin buna askeri karşılığının ne ölçüde olacağı en merak edilen hususların başında geliyor. Tüm aktörler, en güçlüler bile dahil olmak üzere yeni uluslararası düzende arayış içindeler. Bu karmaşık ve kaotik sistemde, devletler daha çok hayatta kalma ve prestij odaklı pragmatik stratejilere yönelerek seçmeci bir güç anlayışı geliştirmektedir.



#ABD
#Politka
#Donald Trump