Şansölye Angela Merkel camilere, derneklere, Türk işletmelere ve vatandaşlarımızın araçlarına yönelik yapılan onlarca saldırının gölgesinde Federal Parlamento Bundestag tarafından 688 geçerli oyun 364’ünü alarak dördüncü dönem şansölye seçildi. Toplam 709 parlamenterin 315’i Merkel’in başbakanlığına ret oyu kullanırken yeni hükümet seçimden altı ay sonra resmi görevine başlamış oldu. PKK’lıların Almanya’da yapmış olduğu saldırılar sonrasında hükümetin, siyasilerin ve kamuoyunun tepkisizliğini gören Türk toplumunun güvenliğini sağlayamayan veya sağlamak istemeyen yetkililer, yeni hükümete olan güveni en başından sarsmış oldu. Türk toplumu somut adımlar görmek istiyor. Neredeyse her gece pogrom benzeri organize saldırılar yaşanırken siyasetçilerin takındığı ölüm sessizliği Türk toplumunda derin izler bırakacak.
Almanya’da cami ve İslam karşıtı saldırılar yeni değil, on yıllardır devam etmekte. İbadethanelere, Türk sivil toplum örgütlerine ve Müslüman vatandaşlara karşı yapılan saldırıları planlayan ve uygulayanlar şimdiye kadar Nazi ideolojisinden beslenen yabancı düşmanı Almanlar oldu. Almanya’da İslam düşmanı saldırılar 2017 yılı öncesine kadar antisemit saldırılarda olduğu gibi ayrı bir istatistikle kayıt altına alınmıyordu. Bu nedenle geçmiş yılların resmi verileri toplumdaki gerçek İslam düşmanlığını tam anlamıyla yansıttığı söylenemez. 2011-2016 yılları arasında İslam düşmanı saldırılar 416 olarak istatistiklere geçerken Federal İçişleri Bakanlığı verilerine göre sadece 2017 yılında İslam düşmanı 950 saldırı oldu. Almanya çapında her gün ortalama 3 saldırı. İslam düşmanlığının ulaştığı boyutu anlamak için önemli bir rakam.
Zeytin Dalı Harekatı ile beraber Almanya’da yaşayan PKK’lılar İslam ve Türk düşmanı eylemlerde Naziler ile yarışır oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Afrin’e başlattığı Zeytin Dalı Harekatı’ndan bu yana PKK’lılar onlarca sokak gösterisi gerçekleştirerek terör propagandası yaptı. Son 53 gün içerisinde 18 camiye, altı sivil toplum kuruluşuna, dört iş yerine, onlarca vatandaşımıza, konsolosluk ve büyükelçilik binalarına, üç Sosyal Demokrat Parti ve bir Hristiyan Demokrat Parti ofisine, Frankfurt’da Deutsche Bank ve Hamburg'da Commerzbank şubesine saldırı gerçekleştirildi. Yedi araç yakılarak kullanılamaz hale getirildi. Frankfurt, Hannover ve Düsseldorf Havalimanlarında yüzlerce PKK’lının terör propagandası yapmasına seyirci kalındı. Frankfurt sokaklarında iki Türk bayrağı yakıldı. Havalimanlarında Türk yolcular PKK’lılar tarafından saldırıya uğradı. PKK’lılar yaptıkları her saldırıyı sosyal medya hesaplarından üstlendi ve yeni saldırıların geleceği tehdidinde bulundu. Buna rağmen şimdiye kadar hiç bir terörist yakalanarak yargılanmadı. PKK’lılar Almanya’da o kadar rahat hareket ediyor ki, akredite olmadan hiç bir gazetecinin giremeyeceği haftalık hükümet basın toplantısını ellerinde yasak terör örgütüne ait paçavraları ile basabiliyor ve hükümet yetkilileri şahitliğinde terör propagandası yapabiliyor. Almanya Federal Cumhuriyeti’nin tek Sol Partili Thüringen Eyaleti Başbakanı Bodo Ramelow açıktan YPG propagandası yapıyor ve kamuoyunda kimse tarafından eleştirilmiyor. Alman solunun PKK’ya alan açması yeni değil, yıllardır yan yana ve kol kola yürümekteler. Merkez siyasetin ve ana akım medyanın bu kadar açık PKK terörünü desteklemesi ise uzun zamandır kendini gösteren Türkiye karşıtlığının bir yansıması. Federal hükümet böylelikle iki ülke arasındaki çıkar çatışmasını gözler önüne seriyor. Her ne kadar son dönemlerde siyasi dilde yumuşama gözlemlense de Almanya uzun vadede Türkiye politikasını değiştirmeyecek ve Türkiye’deki siyasi gelişmeler doğrultusunda pozisyon almaya devam edeceğe benziyor.
1993 yılında yasaklanan PKK’nın o yıllardaki eylemlerine bakıldığında bu günki eylemler ile bazı benzerlikler gözlemleniyor. O tarihlerde de Türkiye’nin diplomatik temsilciliklerine ve Türk iş yerlerine saldırılar düzenleniyor, sokak eylemleri yapılıyordu. Onun dışında otoban işgali, polis ile sokak çatışmaları oluyordu. Bu dönem polis ile büyük çatışmaların yaşanmamasının tek sebebi, polisin PKK eylemlerini izlemesi ve müdahale etmemesi. Bu dönem polis terör propagandasına izin vermeyi ve teröristleri izlemeyi tercih ediyor.
Almanya devlet aygıtının işleyişini ve Alman yakın tarihini bilenler araçsallaştırılan örgütlere, ulusal menfaatler doğrultusunda bitirilen veya büyütülen terör yapılarına şaşırmazlar. Zehiri de panzehiri de kendi bünyesinde üreten bir yapı ile karşı karşıyayız. Irkçı terör gruplarının devlet aygıtı içerisindeki rolleri ve hareket alanları ile PKK terör örgütünün rol ve hareket alanı birbiri ile paralellikler gösteriyor. Alman istihbaratının bu iki terör örgütü ile ilişkisi yakından takip edilmeli. Aksi taktirde PKK’lıların ülke içerisinde bu kadar rahat eylem yapması ve yargılanmaması anlaşılabilir bir durum değil.
Hatırlamakta fayda var, Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Maaßen 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ-terör örgütü ile ilgili ‘Türkiye dışında kimsenin Gülen hareketini darbeden sorumlu tuttuğunu görmedim’ diyerek örgütü korumaya almıştı. Benzer açıklamayı BND Başkanı Bruno Kahl 2017’nin Mart ayında yapmış, hatta ‘Gülen hareketi iddia edildiği gibi radikal İslamcı bir terör hareketi değildir, aksine dini ve seküler eğitim veren sivil bir yapılanmadır’ diyecek kadar ileri gitmişti.
Bu kurumların PKK raporları 1993 yılından beri yasaklı olan PKK’nın Almanya’daki terör yapılanmasını gözler önüne seriyor. 14 bin üyesi olduğunu, Almanya’da yılda yaklaşık 13 milyon Avro, Avrupa’da toplam 25 milyon Avro bağış topladığını, Almanya’nın organize olmuş en güçlü terör örgütü olduğunu belirten Anayasayı Koruma Teşkilatı, iki yüze yakın yan kuruluşu olan örgütün yasa dışı faaliyetlerini bir bir sıralıyor. Uyuşturucu ticareti, kara para aklama, fuhuş ve şantaj gibi bir çok faaliyet PKK’lıların elinde. PKK Almanya’da siyasi ve ekonomik olarak hiç bir zaman olmadığı kadar güçlü. Bu gücü kontrollü bir güç olarak tanımlamak yanlış olmaz. Almanya’nın iç güvenliğine tehdit oluşturmadıkları sürece yasadışı faaliyetlerine göz yumulacağı aşikar.
Almanya’da siyaset, medya ve güvenlik güçleri Türklerin can ve mal varlığını koruma yönünde somut adım atmamakta ısrarcı olmaya devam ederse Türkiye’nin üzerine sorumluluk düşüyor. Kendi vatandaşlarını ve kutsal mekanlarını koruyabilecek güçte olan Türkiye iki ülke ilişkilerinde bu konuyu dile getirmeli ve talepkar olmalı. Almanya’da yaşayan Müslümanların can ve mal güvenliği ve ibadethaneleri de yahudilerinki kadar kıymetli. Her sinagogun önünde polisler nöbet tutuyor ve Yahudi cemaatini saldırılardan koruyor. Demokratik ülkede bu uygulama her ne kadar trajik olsa da, inanç özgürlüğünün olduğu iddia edilen yerde eğer kutsal mekanların güvenliği başka şekilde sağlanamıyorsa yapılacak çok birşey kalmıyor. Alman yetkililer artık durumun ciddiyetini anlamalı.
Anayasayı Koruma Teşkilatının faaliyetleri Almanya’daki Türk toplumunun gündemine özellikle NSU terör örgütünün ortaya çıkmasından sonra girdi. Teşkilatın çok yaygın kullandığı muhbirler değişik örgütlerin içerisinde aktif olan ve Alman devletinden istihbarat karşılığında para alan kişiler. 2016 sonunda TIR ile Noel pazarına giren Anis Amri’nin Anayasayı Koruma Teşkilatı için çalışan bir muhbir olduğunun ortaya çıkması teşkilatın kirli ilişkilerini ortaya seren sadece bir örnek. Bir diğer örnek ise Hessen Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın kısa süre önce aldığı Halil Yozgat cinayeti ile ilgili bilgileri barındıran rapora 120 yıl gizlilik kararı vermesi. O raporda yazan her neyse ne kadar önemli olmalı ki altı nesil Almanya’da yaşayan Türkler ve kamuoyu tarafından bilinmesi istenmiyor.
Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Heinz Fromm 12 yıldır sürdürdüğü görevinden NSU davasında çöpe atılan ve kaybolan dosyaların olduğu ortaya çıkmasıyla birlikte 2012 yılında istifa etmek zorunda kalmıştı. Bunun dışında NSU davası şahitlerinden yedi kişi amansız şekilde öldü. Bu ölümler tesadüf olarak lanse edilse de Alman istihbaratının NSU cinayetleri ile kirli ilişkisi inkar edilemez bir gerçek. Ortaya çıkan gerçekler buz dağının görünen ucu. Dava 2013 yılından bu yana devam ederken aydınlatılan hiç bir suç yok.
Türkiye’nin FETÖ ve PKK gibi terör örgütleriyle mücadelesinin Almanya’da bir karşılığı yok. Türk dış politikası eylem ve söylemde 'siyasi romantizmden’ uzak, orta ve uzun vadede rasyonel zeminde ulusal çıkarlar doğrultusunda şekillendirilmeli. Almanya son zamanlarda bazı olumlu adımlar atsa da sürekliliği olan siyasi bir duruş sergilemiyor. Ne Almanya’da bulunan FETÖ üyeleri, ne de PKK temsilcileri ile ilgili olumlu adım atılmıyor. PYD temsilciliğinin faaliyetleri, PKK’nın sokak eylemleri ve terör propagandası, maddi kaynak oluşturulmasının önüne geçilmemesi, 200’e aşkın yan kuruluşun terör faaliyetlerinin engellenmemesi politik duruşun kısa vadede değişmeyeceğinin göstergesi.
Türkiye-Almanya ilişkileri Rusya, Çin ve Trump faktörü göz önünde bulundurulduğunda pragmatik bir zeminde sürdürülecektir. Türkiye’nin bölgedeki stratejik önemi son yıllarda Almanya’da bazı grupların beklentisinin aksine artması, gözden çıkarılamayan bir partner olarak konumunu pekiştirmekte. Avrupa Birliği’nden vize serbestisi ile ilgili gelen olumlu mesajlar bu bağlamda değerlendirmekte fayda var. Yeni hükümet bir taraftan Türkiye ile ilişkileri kendi ulusal ve ekonomik çıkarları doğrultusunda geliştirirken, diğer taraftan PKK, FETÖ gibi yapılar ile yakın temasını da sürdürmeye devam edecektir. Medya içerisindeki terör lobileri siyaset üzerinde azımsanmayacak bir güce sahip. Almanya-Türkiye ilişkileri Almanya için hem dış hem de iç politik bir konu. Bu bağlamda DİTİB ve UETD gibi sivil toplum kuruluşları iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir unsur olmaya devam edecek. Merkel, yeni hükümeti gücü zayıflamış olarak kurdu. Irkçı seslerin daha yüksek çıktığı bir hükümette Almanya’da yaşayan Türk toplumu ve Türkiye ile ilişkiler kolay olmayacak.