Elbette Müslümanlar içinde yaşadığı toplumun selametini düşünür, toplumun birlikte yaşama uyumuna katkı vermek ister fakat en nihayetinde tutum ve davranışlarının yani ahlâklı oluşunun ana nedeni Allah’a karşı sorumluluk duygusu ve O’nun rızasını kazanma arzusudur. Dünya refahından da önce ahiret saadeti içindir.
Oxford Bilişsel ve Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden antropologlar, evrensel ahlâk kurallarını belirlemek için farklı kültüre ait yüzlerce kaynağı araştırmış ve ortaya “ahlaki açıdan iyi” sayılan yedi müşterek davranış kalıbı çıkarmışlar.
Bu araştırmaya göre dünya genelinde en yaygın ortak ahlâkî kurallar; “aileye destek çıkmak, dâhil olunan gruba yardım etmek, iyiliklere karşılık vermek, cesur olmak, büyüklere/amirlere saygı göstermek, kaynakları adil dağıtmak ve başkalarının mahremiyetine saygı göstermek”. Çalışmayı yürüten Dr. Oliver Scott Curry, toplumların bu kuralları izlemesinin nedenini “her insanın dayanışmanın ve ortak iyiliğin teşvik edilmesinin doğruluğu konusunda hemfikir olmasıyla” açıklıyor. Araştırma grubunun vardığı sonuç, ahlâkın “toplumlarda iş birliği ve sorun çözme isteğinden doğduğu”…
MODERNİZMLE ÜNSİYET YOK OLDU
Materyalist dünyacı zihniyetin tüm insani vasıfları olduğu gibi ahlakı da, “fayda” üzerinden tarif ettiğini, insanın toplumca iyi kabul edilen tutum ve davranışlarına indirgediğini biliyoruz. Bu değerlendirmeme itirazlar gelebilir. Fakat yaptıkları tarife göre ahlâk, insanın yaşadığı toplum tarafından kabulü ve o toplumun uzun süre ayakta kalması için gerekli olan, bir nevi vazifedir. Hem kişinin toplum nezdindeki menfaati hem de uyumlu bir toplum için elzemdir.
Topluma, duruma ve şartlara göre şekillenen, göreceli bir ahlâktır bu. Peki, ya bir insanın etrafında hiç kimse yok ise, hiç kimse onu gözlemiyorsa, birinden veya bir başka canlıdan bir fayda ummuyorsa artık ahlâklı olması gerekir mi?
Hobbes, insan ruhuna bağlanan ahlâkın muğlaklığı ve yanıltıcılığını ileri sürerek toplumun selametinin ve insanların kontrolünün ahlâka değil hukuka yaslanması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu modern toplumlar için gayet tutarlı bir görüştür çünkü dünyacı anlayış için insan, “faydacı bir hayvandır” ve kendi faydası, arzusu söz konusu olduğunda kendisine iyi olarak belletilen ahlâkı esnetebilir ya da toptan rafa kaldırabilir.
Savaş Barkçin’in tasvirini biraz değiştirerek ifade edecek olursam; “modern anlayış insana tanrı olmayı vaat etti, hayvan yerine koydu ve nihayetinde şeyleştirdi”. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak: “Fert toplumdan, kalp akıldan, insan doğadan koptu. İnsan güya birey denilerek ıssızlaştı, yalnızlaştı. Bizdeki insan kavramının temelindeki ünsiyet, yani ‘kaynaşma, yakınlık gösterme’ anlamı yok oldu.”
İLK SAFLIĞA DÖNME ÇABASI
Ahlak, yaratılışına uygun, fıtratın en yalın hali olarak tarif edildiği gibi, ilim ve hayırlı işlerle sonradan kazanılan bir meleke, kişisel olgunlaşmanın bir meyvesi olarak da tanımlanmıştır. Kartezyen düşünmeye alışkın bizlere ilk başta çelişki gibi gelebilir ama ikisi de doğrudur. Ahlâk, insanın “Elest Bezmi”ndeki saflığına dönme çabasıdır. Bu da insanın irade ve gayret göstermesini gerektirir.
Takva imanın hem gereği hem sonucu hem de koruyucusudur. İmanın hemen ardından gelen salih amelin de Allah’ın insanı yarattığı fıtratı bozmamak için gerekli olduğunu söylemek gerekir. Kişiyi iyi ve güzel ahlâklı bir insana dönüştürmeyen amel, faydasız ilim gibidir. Fakat bu mefhumlar arasındaki ilişkiyi tek yönlü bir neden-sonuç ilişkisi içinde görmemek gerekir. Salih amel ve ahlâk arasında ayrılmaz bir bağ ve karşılıklı birbirini besleme söz konusudur. Öyleyse ahlâk, ifa ettiğimiz ibadetlerin ve yaptığımız hayırların hem gereği, hem sonucu hem de koruyucusudur.
Ahlâkın salih amelin hem gereği hem sonucu hem koruyucusu oluşu ilk başta anlaşılması güç gözükse de aralarındaki ilişkinin karşılıklı oluşu ve bütünselliği/ayrılmazlığı üzerinden düşünülecek olursa daha rahat anlaşılabilir. İbadetler insanın kendi yaratılış güzelliğini ortaya çıkarırken, ahlâk bir meleke haline gelir, ahlâk bir meleke haline geldikçe de yapılan ibadetlerin manevi değerini artıran bir unsura dönüşür.
Peygamber Efendimiz (sav), “Gerçek müflis; kıyamet günü namaz, oruç, zekât ibadetlerini ifa etmiş, fakat insanlara sövmüş, iftira etmiş, malını yemiş, kanını dökmüş ve onları dövmüştür. Bu kişinin iyilikleri hak sahiplerine verilir. İyilikleri biterse alacaklıların günahı da kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” buyurmuştur. (Müslim -“Birr” 59)
HER GÜZEL HASLET İMAN VE SALİH AMEL DAİRESİNDEDİR
Sık yapılan hatalardan biri ahlâkı önceleyip ibadetleri hafifsemektir. Günümüzde sık sık şikâyet edildiğini duymuşuzdur; “Efendim, falan kişi ibadetlerini aksatmıyor ama şu kötülüğü işliyor. Öyleyse ibadet etmek önemli değil” diye. Bu aslında ibadeti önceleyip ahlâkı rafa kaldıranların tutumuyla benzerdir. Salih amel dairesi hem ahlâkı hem ibadeti içerir oysa.
Manevi arınmayı izah ederken Hz. Peygamber'in (sav) yaptığı akarsu teşbihi oldukça açıklayıcıdır. Bir gün Peygamber (sav) yanındaki Sahabeye “Sizden birinizin evinin önünde akan bir suda beş vakit yıkanması neticesinde, kendisinde kirden eser kalır mı?” diye sormuş, “kalmaz” cevabı üzerine beş vakit namazın da böyle olduğunu ve günahları temizlediğini belirtmiştir. (Buhari - “Mevakit” 6)
Oruç ile ilgili çoğumuzun bildiği bir başka hadis, salih amel ile ahlâkın iç içe ilişkisinin anlaşılmasında bize yardımcı olacaktır. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde “Oruç, günahlardan korunmak için adeta kalkandır. Oruçlu kişi kötü söz söylemesin, bağırıp çağırmasın. Herhangi birinize birisi sataşırsa iki defa ben oruçluyum desin!” buyurmuştur. (Buhari - “Savm” 2)
Ahlâklı Müslüman muttakidir, muhlistir, muhsindir, müşfiktir. Abiddir ve adildir. Bu hasletler insan kudretinin yettiği tüm vasıflar kadar çoğaltılabilir. İnsanda husule gelen her bir güzel hasletin iman ve amelle doğrudan bağlantısı vardır. Eğer bir kopukluk varsa ya imanın “boğazdan aşağı inmemesi” ya da amellerde gevşeklik söz konusudur.
Elbette Müslümanlar içinde yaşadığı toplumun selametini düşünür, toplumun birlikte yaşama uyumuna katkı vermek ister fakat en nihayetinde tutum ve davranışlarının yani ahlâklı oluşunun ana nedeni Allah’a karşı sorumluluk duygusu ve O’nun rızasını kazanma arzusudur. Dünya refahından da önce ahiret saadeti içindir. Sahip oldukları güzel hasletler iman ve salih amelle birlikte şahsiyetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak ortaya çıkarlar.