Amerika Birleşik Devletleri’nin çekilmesinin ardından bir çok devlet, Afganistan’da fiili otorite haline gelen Taliban’ın siyasi meşruiyetine ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaşarak Taliban ile ilişki kurmanın veya mevcut ilişkisini sürdürmenin yollarını arayama başladı. Bu devletlerden bir kısmı büyükelçiliklerini Afganistan’dan tahliye etmeyerek, bir kısmı da büyükelçiliklerini Katar’ın başkenti Doha’daki ofislerine taşıyarak Taliban ile görüşmelerini sürdürmektedir.
Halihazırda pek çok ülkenin Taliban stratejisinde öne çıkan yaklaşımın hem görüşmelere devam edelim hem de meşruiyet tartışmasını sürdürelim şeklinde bir ikilemi barındırdığı görülmektedir. Bu da Taliban’ın tanınmasının bir “zaman meselesi” olduğuna işaret etmektedir. Zira, Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki 1 Eylül’de düzenlediği basın toplantısında ABD’nin Taliban’ı tanımakla ilgili bir acelesi olmadığını ifade etti. Ne var ki “bekle gör” yaklaşımı Afganistan eksenindeki jeopolitik dinamizm içinde pek de hayat bulacağa benzemiyor. Mevcut durum itibarıyla dünya ülkelerinin bir çoğunda Taliban’ın tanınmasına dönük bir eğilim bulunmaktadır. Bu da genel olarak bölgesel/ideolojik yakınlık, pragmatik ortaklık ve rasyonel gerekçelerle gruplandırılabilir.
Taliban rejiminin tanınabilirliğini gündeme getiren sürecin ABD’nin tek merkezli güce dayalı dış politikasının tutarsız uygulamaları olduğu söylenebilir. Şimdilerde eskisinin aksine, ABD dış politikasında devlet-dışı aktörlerin merkezden dışarıya itilerek, yerini devlet seviyesindeki geleneksel müttefiklerle işbirliğine bıraktığı yeni bir sürece girildiğinin emareleri görülmektedir. Bu bağlamda ekonomik ve askeri gücünü konsolide etmiş Türkiye gibi bölge ülkeleri için önemli fırsatlar bulunmaktadır.
Taliban’ın ülkedeki yabancı asker varlığına ısrarla itirazından Türkiye de etkilenerek Kabil Havalimanı’ndaki askeri birliğini 28 Ağustos tarihinde tamamen çekti. Ancak hem hava limanının güvenliği hem de işletmesi noktasındaki pozisyonunu değiştirmedi. Bu aşamada Türkiye’nin, Taliban’a havalimanının emniyetinin ve işletmesinin sivil Türk kurumlarınca sağlanması şeklinde bir teklifte bulunduğu, Taliban’ın da bu teklife sıcak baktığı biliniyor. Taliban’a önerilen teknik işbirliğinin havalimanı işletme yönetimi ve hava seyrüsefer hizmetleri çerçevesinde gerçekleşebileceği, güvenlik hizmetleri teklifinin ise terminal-içi güvenlik ve gümrük güvenliği ile sınırlı kalacağı beklenmektedir. Muhtemelen Devlet Hava Meydanları İşletme Genel Müdürlüğünün havalimanı yönetimini ve hava seyrüsefer hizmetlerini organize ve icra edeceğini, uluslararası akreditasyonu olan bir veya birden fazla Türk özel güvenlik firmasının da havalimanının güvenliğini Afgan görevlilerle birlikte yürütebileceği ihtimal dahilinde görünmektedir. Türkiye ile Taliban arasında henüz varılmış bir anlaşma deklare edilmese de Türkiye-Katar ortaklığı kapsamında birtakım emareler bulunmaktadır. Zira, ABD’nin 31 Ağustos’ta kontrolünü tamamen Taliban’a bıraktığı havalimanında aynı gün Katarlı bir heyetin ön inceleme başlattığına dair haberler gelmektedir.
ABD sonrası Afganistan’da temel durumun, Taliban’ın meşruiyeti ve tanınmasına dair uluslararası reaksiyonlar ekseninde gelişeceği söylenebilir. Bu bağlamda tanınmanın üç safhada ve üç bağlamda gerçekleşeceği iddia edilebilir. Öncelikle Pakistan, Katar ve BAE gibi ülkelerce bölgesel/ideolojik çerçevede tanınma ihtimal dahilindedir; ikinci safhada Çin, Rusya ve İran tarafından pragmatik eksende bir tanınma süreci görülebilir; üçüncü safhada ise Batılı ülkeler tarafından rasyonel denklemde bir tanınma beklenebilir. Türkiye, Kabil Büyükelçiliği’ni 27 Ağustos itibarıyla Kabil Havalimanı’ndan tekrar kendi binasına taşıyarak, Afganistan ile diplomatik ilişkisini sürdüreceğini göstermiş oldu. Türkiye’nin Taliban yönetimini tanıması konusunda BM, NATO, AB ve ABD yaklaşımına benzer şekilde ihtiyatlı bir yaklaşım geliştireceği beklenmektedir.