Araştırma Görevlisi – Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü
Soğuk Savaş konjonktürü, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) muazzam bir silahlanma yarışına itmişti. İki büyük güç içerisinde silah üreten birçok şirket kuruldu. Dahası bu firmalar iki ülkenin de siyasetinde etkin oldu. Bu anlamda ABD’nin demokratik tecrübesinin de etkisi ile silah satışı hem iç hem dış politikada tartışma konusu olageldi.
ABD’nin Türkiye’ye Patriot satmaması ve F-35 projesinden çıkarması, Washington’ın Türkiye’yi bölgesel ölçekte boğma siyasetinin artık devlet siyaseti olduğunu gösteriyor. Nitekim gerek Demokrat Obama gerek Cumhuriyetçi Trump dönemlerinde ABD, Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygılarını anlamayarak Ankara’yı rahatsız eden politikalar takip etti. Bu anlamda ABD, PKK’yı terör örgütü ve PYD/YPG’yi PKK’nın bir kolu olarak görmesine rağmen bu örgütleri terörist olarak tanımlamadı. Aksine, DEAŞ ile mücadele kisvesi altında Türkiye’yi sınırlamak adına terör örgütü PYD/YPG’ye ciddi manada maddi, askeri, siyasi destek sağladı.
Dolayısıyla ABD, stratejik müttefiki Türkiye’ye karşı terör kartını kullanarak Suriye’nin kuzeyinde bir terör devleti inşa etmeye çalıştı. Türkiye 15 Temmuz 2016’daki darbeyi püskürtmesi sonrası TSK’daki sızıntılardan kurtuldu ve ABD’nin terör devleti projesine karşı askeri operasyonlar gerçekleştirdi. Bu açıdan değerlendirildiğinde, ABD ile ittifak yapma Türkiye açısından ciddi bir çıkmaza girdi. Nitekim ABD Türkiye’yi talep ettiği ve ödemesini yaptığı hatta üretiminde ortak olduğu F-35 projesinden çıkardı. Daha önce de Türkiye’ye Patriot satmayan ABD, Ankara’nın savunma sanayisindeki millileşme adımlarını ve dış politikada aktör çeşitlendirme süreçlerini hızlandırmış oldu.
Benzer bir süreç Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) için de yaşanabilir. Nitekim, “Suudi Arabistan-BAE” blokunun destekçisi Trump, İsrail ile normalleşmesi karşılığında BAE’ye F-35 satacağını söylemişti. Fakat Trump döneminde kabul edilen F-35lerin satışı, Biden döneminde henüz gerçekleşmedi. Bu kararda Kongre’nin de etkin olduğu söylenebilir.
BAE’nin Yemen savaşındaki rolü, Birleşmiş Milletler’in silah ambargosunu delmesi Kongre’nin Suudi Arabistan ve BAE’ye silah satışına karşı durmasına neden oldu. Ayrıca İsrail kendi çizgisinde siyaset yapan BAE de olsa Ortadoğu’daki askeri güç dengelerini değiştirecek potansiyele sahip F-35 satışına karşı durdu. Dolayısıyla Tel Aviv’in temel kaygısı bölgede askeri hegemonyasını korumak.
Aslında Tel Aviv’in bu duruşu iki şeyi ortaya koyuyordu. İlk olarak İsrail’in BAE’ye karşı duruşu, Siyonist oluşumun lobiler üzerinden ABD siyasetine ciddi anlamda nüfuz ettiğini gösterdi. İsrail lobisinin, ABD dış politikası üzerindeki etkinliği hep tartışılıyordu. Hatta ünlü Amerikalı siyaset bilimciler; Stephen M. Walt ve John J. Mearsheimer bu başlıkta bir kitap yazdı. Dolayısıyla tartışılan mesele açığa çıktı: İsrail lobisi veya Siyonist lobi ABD dış politikasında etkindi.
İkincisi BAE, Filistin davasını terk ederek İsrail ile normalleşmesine rağmen beklediğini alamadı. Diğer bir deyişle BAE’nin İsrail ile normalleşmesi, Abu Dabi’nin talep ettiği F-35’leri getirmedi. Söz konusu durum BAE’yi savunma sanayii anlamında kendini kanıtlamış Türkiye’ye yakınlaştırdı. Bu kapsamda 24 Kasım’da, 10 yılın ardından, BAE’nin fiili lideri Abu Dabi veliahtı Muhammed bin Zayid Türkiye’ye geldi. Bu ziyaretin F-35, İsrail-ABD ve BAE denkleminden bağımsız olmadığını söyleyebiliriz. ABD’nin müttefiki BAE’ye İsrail ile normalleşmesine rağmen F-35leri satmaması, Abu Dabi’nin Çin ile yakınlaşmasına da neden oldu.
Basına yansıyan raporlar BAE’li yetkililerin Pentagon’a yaptıkları ziyarette F-35 projesinden çekilmek istediklerini ortaya çıkardı. BAE’ye göre ABD, Çin’in casusluğundan korkarak teknolojiye aşırı kısıtlama getiriyor. Aslında bu durum BAE’de Çin’in ne kadar etkin olduğunu kanıtlıyor. ABD ile ilişkilerde; pazarlık kozu veya taktiksel bir hamle olarak da görülebilecek bu hamle, ABD’de bazı kişilerde “Türkiye’yi Rusya’ya kaybettikten sonra BAE’yi kime kaptıracağız” sorusunu gündeme getirdi.
Tam da bu günlerde Çin’in BAE’de gizli bir askeri üs kurma yönünde uzun süredir girişimleri olduğuna dair haberler yapıldı. Dahası her ne kadar Çinli şirketlerle sivil bir tesis inşa etme üzerine anlaşılmış olsa da uydu görüntüleri Pekin’in, BAE’de askeri bir üs inşası noktasında hevesli olduğunu kanıtladı. Aynı zamanda geçtiğimiz günlerde BAE 80 adet Fransız jeti satın aldı. Dolayısıyla ABD, bir tercih olarak mı bilinmez, “müttefiklerine” yönelik ittifak rasyonelitesi dışında adımlar atarak Türkiye ve BAE gibi aktörleri yeni bir siyaset izlemeye zorluyor. İki aktör için de bu durum ABD’ye bağımlılığı azaltmak adına bir fırsat zemini ortaya çıkarıyor. Fakat bu durum aynı zamanda ABD’nin yaptırımları ile karşı karşıya gelme riskini de akıllara getiriyor.