Taliban’ın bir domino etkisiyle şehirleri neredeyse tek kurşun atmadan alarak Kabil’e ilerlemesi ve son olarak da başkenti ele geçirmesi geçen 20 yılın yaşattığı psikolojik ortamda gerçekleşti. Gelinen noktada; Taliban girdiği şehirlerde hayatın normal akışında yürütülmesi çağrıları yapıyor, devlet kurumlarında hizmetlerin aksamaması için memurları göreve çağırıyor. Bu açıdan bakıldığında aldığı vilayetlerde hayatın normal akışında sürdüğünü görmek, bu çağrıların halk tarafından da kabul gördüğünü gösteriyor.
Bütün dünya şaşkınlık içinde Afganistan’da yaşanan gelişmeleri takip ediyor. Afganistan’ı bilenler ise aslında bir dejavu yaşıyorlar. Zira 1996 yılında Afganistan ve başkent Kabil Taliban’ın eline geçmiş ve 5 yıl boyunca bu örgütün kontrolünde kalmıştı. Bugün herkes Afganistan’ın nasıl bu hale geldiğini ve Taliban’ın nasıl olup da bütün ülkeyi, çok kısa bir süre içinde, adeta domino taşlarının yıkılması gibi ele geçirdiğini merak ediyor. Taliban’ın Afganistan’daki bu ikinci gelişini anlatmadan önce Afganistan tarihine ve ülkedeki etnik yapıya kısaca bakmak gerekiyor.
- Afganistan’ın sözcük anlamı Afgan toprağı veya Afgan ülkesi demek. Tabii bu tanım Afgan kimdir sorusunu da beraberinde getiriyor. Tarihi kaynaklara göre, Afgan kelimesi ile ülke nüfusunun yaklaşık yarısına sahip olan Peştular işaret ediliyor. Afganistan yaklaşık 40 milyon civarında bir nüfusa sahip. Peştular bu nüfusun yüzde 50’sine yakın bir oranı karşılıyor. Geri kalan etnik yapıyı ise Tacikler, Özbekler, Türkmenler, Hazaralar, Moğol kökenliler, Beluçlar, Aymaklar oluşturuyor. Peştular tarih boyunca kendilerini ülkenin asıl sahibi ve yöneticisi olarak görmüşlerdir. Tarihsel olarak bakıldığında da Afganistan’ı 400 yıl boyunca hep Peştular yönetmiştir. 1919’da bugünkü Afganistan’ı kuran Emanullah Han da, 1996’da Taliban tarafından Kabil’de öldürülen Muhammed Necibullah da birer Peştu idi. Nitekim 2001 yılında Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki Kuzey İttifakı, başkent Kabil’i ele geçirdiğinde yönetimi Kandaharlı bir Peştu olan Hamid Karzai üzerine inşa etmiş ve ülkedeki Peştular’a yeşil ışık yakmıştı.
KİM BU PEŞTULAR?
Peştular Afganistan’ın özellikle güney bölgelerinde varlıklarını sürdürüyorlar. Bu bilgi neden önemli? Çünkü ileride anlatacağımız gibi 2001 yılının sonlarında ABD öncülüğündeki Kuzey İttifakı’na yenilen Taliban, yeniden yapılanıp bugün başkent Kabil’i almasına giden sürecini etnik olarak ait olduğu güney bölgelerinde gerçekleştirmiştir. Pakistan’ın dört büyük eyaletinden biri olan Khyber Pakhtunkhwa, resmi adıyla North West Frontier Province (NWFP) Peştuların yaşadığı sınır hattıdır. Pakistan’ın Afganistan üzerindeki etkisini düşünürken bu bilgiyi akıldan çıkarmamak lazım. Çarpıcı bir bilgi olarak şunu da ifade etmek gerekir ki Pakistan’ın bugünkü Başbakanı İmran Han da, Niyazi aşiretine mensup bir Peştu’dur. Bu etnisite bilgisini akılda tutarak Taliban’ı biraz daha tanımaya devam edelim.
- Taliban kelimesi Peştuca’da “öğrenciler” manasına gelmektedir. Hint alt kıtasında milyonlarca taraftarı olan “Diyobendi” Medresesi öğrencilerini tanımlıyor. Medrese İslami ilimleri öğretiyor olsa da 1860’lı yıllarda İngiliz işgaline karşı başlatılan halk hareketleri çerçevesinde kurulmuş olması ona aynı zamanda siyasi bir kimlik de sağlamıştır. Taliban’ın ortaya çıkışında Pakistan’ın o dönemki Benazir Butto hükümetini de gözardı etmemek gerekir. Dönemin Pakistan İçişleri Bakanı Nasrullah Babar ve Suudi Arabistan İstihbarat Müdürü Turki Bin Faysal’ın, Taliban’ın arkasındaki güç oldukları hep söylenegelmiştir. 2001 yılında ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırılarından sonra Bush yönetimi, El Kaide örgütü ve lideri Usame Bin Ladin’i barındıran Taliban’ı doğrudan hedef almış ve iki yıl içinde Taliban Kabil’den çıkarılarak bitirilmeye çalışılmıştır. Bu döneme Taliban’ın ilk dönemi diyebiliriz.
20 YILLIK AĞIR MALİYET
Yirmi yıl sonra gördüğümüz Taliban’ın ikinci dönemini işte bu bilgiler ışığında okumalıyız. Taliban 2001’de Kabil’den atıldıktan sonra tıpkı ilk çıkışında olduğu gibi güneye, yani Peştu topraklarına çekildi. Yeniden toparlanma aşaması da kendi etnik yapısı üzerinden oluştu. ABD Taliban’ı bitirdiğini en azından artık bir daha toparlanamayacağını düşünüyordu. Ne var ki güneydeki hareketlenme hiç bitmedi. ABD’nin talebi doğrultusunda 2001 yılından itibaren NATO Afganistan’da güvenliği sağlamak ve Afgan ordusunu kurup, eğitmek için bu ülkede göreve başladı. Toplam 42 ülkeden 160 bin asker NATO şemsiyesi altında Afganistan’da bulundu. ABD ve NATO Afganistan ordusunu gerek mühimmat, gerekse son teknolojik teçhizatla donatmak için milyarlarca dolar para harcadı. Bu rakamın 2,2 trilyon dolar olduğu söyleniyor. Brown Üniversitesi tarafından yayımlanan rakamları Forbes şu ifadelerle paylaşıyor: “11 Eylül 2001’den bu yana geçen 20 yılda ABD, Afganistan’daki savaşa 2 trilyon dolardan fazla harcadı. Bu, yirmi yıl boyunca her gün, günde 300 milyon dolar demek. Veya Afganistan’ın 40 milyon insanının her biri için 50.000 dolar. Daha basit bir ifadeyle, Sam Amca Taliban’ı uzak tutmak için Jeff Bezos, Elon Musk, Bill Gates ve Amerika’nın en zengin 30 milyarderinin toplam servetinden daha fazlasını harcadı.”
- Resmi rakamlara göre 350 bin civarında olan Afgan ordusu, 20 yıl boyunca eğitildi. ABD, İngiltere ve Almanya yaptıkları tüm bu harcamalara rağmen başkent Kabil’de istikrarı bir türlü sağlayamadılar. Siyasi çekişmeler, adam kayırmalar, rüşvet ve yolsuzluk Afgan devletine olan güveni halk nazarında iyice zayıflattı. Özellikle devleti ele geçiren baronların gelen yardımları ülke dışına kaçırma hikayeleri yoksulluk içindeki halkta ciddi bir öfkeye ve umutsuzluğa neden oldu. Diğer tarafta ise Taliban ülkenin güneyinde, şehir merkezleri dışındaki bütün kırsal alanları yeniden kontrol eder hale geldi. Taliban’ın kontrol ettiği noktalarda halkı memnun eden en önemli nokta güvenlik idi. Taliban ele geçirdiği yerlerde sivillere ait silahları topluyor ve suç oranını azaltıyordu. Bu durum Afgan halkında, her ne kadar Taliban’a dair korkularını muhafaza etse de, yeni bir algıya sebep oluyordu. Elbette ki tek sebep bu değildi. NATO bünyesinde eğitim gören Afgan ordusunun ülkenin güneyine hakim olamaması bir başka önemli sebepti. Zira Taliban ait olduğu Peştu topraklarına artık tam olarak hakim olmuştu.
Afgan ordusu; askeri, teknoloji ve eğitim anlamında her ne kadar güçlü olsa da topraklarda varlık gösteremiyor, Taliban’ın bütün saldırıları karşısında ağır kayıplar veriyordu. Bu durum Afgan ordusundaki manevi çözülmeyi ve halkın da Afgan ordusuna olan bakışındaki kırılmayı beraberinde getirdi. Ayrıca ordu içindeki paralı askerlerin, özellikle ABD ordusu nezdinde kendilerini değersiz hissetmeleri, savaşma arzularını da bitirmişti. Bununla ilgili anlatılan bazı hadiseler ordu mensuplarının bu hislerinde yanılmadıklarını gösteriyor. Örneğin; bir pusu sırasında yaralanan askerlerin kurtarılması için yapılan çağrılara ABD ordusunun olumlu yanıt vermemesi gibi olayların sık sık yaşanması Afgan ordusunda önemli çözülmelere yol açtı. Aynı zamanda ABD’nin sık sık Afganistan’dan çekileceğini açıklıyor olması da, Taliban’ı halk nezdinde güçlendirdi. Şunu net olarak söyleyebiliriz ki, Taliban en az 15 yıldır coğrafi olarak, ülkenin yüzde 80’ini zaten kontrol altında tutuyordu.
- Bu süre zarfında harcanan trilyonlarca dolarlık bütçe işin bir tarafıydı. Diğer taraftan asıl ağır bilanço can kayıplarında, yok olan hayatlardaydı. Resmi rakamlara göre Afgan ordusu 66 bin mensubunu bu 20 yıl içinde kaybetti. 47,245 Afgan sivil öldü. ABD ordusu 2448 askerini, ABD’li savaş şirketleri 3846 çalışanını kaybetti. NATO ordularından 1144 asker, 444 yardım çalışanı ve 72 gazeteci bu 20 yılda hayatını kaybetti.
İLK DİYALOG VE TALİBAN’IN İLERLEYİŞİ
ABD Başkanı Barack Obama’nın Mayıs 2011’de Usame Bin Ladin’in öldürüldüğünü duyurması, bir ay sonra da ABD ordusunun Afganistan’dan çekileceğini açıklaması, Taliban için yeni bir siyasi sürecin başladığının da işaretiydi. Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai aşiret meclisleri üzerinden Taliban’a barış çağrısı yaparak ülkede silahların susmasını ve Taliban’ın siyasi süreçlere dahil olmasını istedi. Çağrı Taliban’da olumlu yankı buldu. Karzai, Taliban ile yapılacak barış görüşmelerinin Suudi Arabistan veya Türkiye’de olabileceğini söyledi ancak Taliban, bu iki ülkenin mevcut Afgan hükümetini desteklediğini ileri sürerek daha tarafsız olduğunu düşündüğü Katar’ı işaret etti. İşte bu durum Taliban’ı uluslararası toplumla diyalog sürecine soktu. 2011 yılında ABD ve Çin’in gözetiminde Taliban ile Afgan hükümeti Doha’da görüşmelere başladı. Bu görüşmeler 2013 yılında Taliban’ın Doha’da kalıcı ofisini kurmasına giden yolu açtı. Bundan sonra da bütün görüşmeler bu ofis üzerinden yürütüldü. Diyebiliriz ki yeni Taliban’ın var olmasında Katar devleti önemli bir katkı sunmuştur.
- Taliban’ın bir domino etkisiyle şehirleri neredeyse tek kurşun atmadan alarak Kabil’e ilerlemesi ve son olarak da başkenti ele geçirmesi işte bu 20 yılın yaşattığı psikolojik ortamda gerçekleşti. Gelinen noktada; Taliban girdiği şehirlerde hayatın normal akışında yürütülmesi çağrıları yapıyor, devlet kurumlarında hizmetlerin aksamaması için memurları göreve çağırıyor. Bu açıdan bakıldığında aldığı vilayetlerde hayatın normal akışında sürdüğünü görmek, bu çağrıların halk tarafından da kabul gördüğünü gösteriyor. Taliban Kabil’i ele geçirdikten sonra birbirinin benzeri açıklamalar yaptı. Bunlardan en önemlisi artık Afganistan’da savaşın bittiği ve bundan sonra Kabil merkezli bir İslam Emirliği kurulacak olmasıydı. Bununla birlikte kurulacak emirliğin hiçbir komşu ülke ile savaş yapmayacağı ve onlar için bir tehdit oluşturmayacağı da altı çizilerek duyuruldu. Kendileri için önemli olanın ülke güvenliği olduğu söylendi. Ayrıca şehirlere giren savaşçılarına halka karşı herhangi bir şiddet eyleminde bulunmamaları çağrısı yapıldı.
Bugün Taliban yetkililerinden 90’lı yıllarda duymadığımız açıklamalar duyuyoruz. Örneğin Taliban sözcüleri artık dünyadan soyutlanmak istemediklerini ve uluslararası toplumla yeni bir sayfa açmak istediklerini net bir şekilde söylüyorlar. Görünen o ki; Taliban bir diyalog zemini arıyor. Bunun gibi ifadeleri son günlerde sık sık duyar olduk. Reuters haber ajansına konuşan Taliban yetkilisi Süheyl Şahin de bunu açıkça ifade etti. Diğer yandan en çok eleştirildikleri; kızların okula gönderilmemesi konusunda da geçmişte hata yaptıklarını söylediler. BBC’ye konuşan Doha temsilcisi kızların başörtülü olarak okula gidebileceklerini, hatta okulu bitirince de çalışabileceklerini ifade etti. Taliban’ın iki liderinden biri olan Molla Birader “Halkla diyalog içinde, birlikte yaşayabileceğimiz noktasında onları ikna etmeye çalışacağız” diyor. Belli ki Taliban halka ‘biz değiştik, siz de bize olan bakışınızı değiştirin’ demek istiyor.
- Peki bu yeni durum karşısında uluslararası toplum ne yapmalı? Şunu net olarak görüyoruz ki özellikle Çin ve Rusya ABD’nin boşalttığı koltukları bir an önce doldurmak için yoğun bir çaba içinde. Çin, Taliban ile dostluk çerçevesinde ilişkiler kurmak istediğin açıkladı. Taliban’dan bir heyeti 10 gün boyunca temaslarda bulunmak için Pekin’e davet etti. Bu görüşmeler elbette Çin’in yatırımlarıyla devam edecek. Rusya ise Kabil’deki elçiliğini kapatmadı. Bilakis Rus Büyükelçi Taliban yetkilileriyle en yakın zamanda bir araya geleceklerini açıkladı. Diğer yandan İran, “Şii Hazara” kartını kullanıyor. Tahran yönetimi en uzun sınır hatlarından biri olan Afganistan’ın geleceğinde var olmak için Rusya, Çin, Hindistan üçlüsüyle birlikte hareket ediyor. Uluslararası toplum Kabil’de oluşacak yeni yönetimle kavga etmek ve onları dışlamak yerine, Taliban’ın bu yeni versiyonuyla bir diyalog zemini oluşturmalı ve Afganistan’ın savaşsız geleceği için yatırım yapmalı. Tabii bunların başında Türkiye gelmeli.