Yakın zamanda doğmuş veya o tarihlerde henüz küçük olan Müslümanlar için bu tarih çok şey ifade etmiyor olabilir. Zaten benim de buradaki hasbihalim onlara değil. O zalim, karanlık dönemi ta iliklerine kadar yaşayanlara… Bizimle o acı havayı teneffüs eden, duyarlı(!) ‘kardeşlere’dir bu cümlelerim.
Evet, bu satırlar o karanlık günleri yaşayan duyarlı, vefalı(!) kardeşleredir…
O dönemin zulmüne bizzat şahit olmuş, mağdur olmuş; siyasetçisiyle, medya sahipleriyle, köşe yazarlarıyla, iş adamlarıyla, sivil dernekleriyle… ‘Kardeş’ olduğumuzu düşündüğümüz, aynı yolun yolcusu olduğunu düşündüğümüz, aynı zulme maruz kaldığımız kardeşleredir bu kırık cümleler.
Öyle görülüyor ki bu tarih onlar için de çok bir şey ifade etmiyor artık. Zira onlar mağduriyetlerini gidereli çok oldu. Hükümet oldular, büyük iş adamları oldular, medya patronları, köşe yazarları oldular… Artık çok önemli, çok değerli işleri var… Yaklaşık çeyrek asırdır cezaevinde olan (bizim gibi önemsiz ve tali bir mesele olan) diğer yüzlerce mağdurdan onlara ne?
Henüz 18’inde, 19’unda içeri alınıp bugün saçları sakalları beyazlayan dedelere dönen, dört duvar arasında çile çeken kardeşlerinden onlara ne?
Katliam bile yapıp, en fazla 10-11 sene yatıp çıkılan bir ülkede, sırf islami kimliklerinden ve zulme karşı seslerini yükselttiklerinden dolayı laik-kemalist ve fetö basın ve yargısının çok ağır cezalara çarptırdığı ve hala (25,26 senedir) içeride yatan mazlumlardan onlara ne?
Çocuklukları, gençlikleri, umutları ellerinden alınan bu genç kardeşlerden onlara ne?
İçeriye girerken nişanlı olan ve hala nişanlısı, tam 24 yıldır kendisini dışarıda bekleyen Mustafa’dan ve cefakâr nişanlısından onlara ne?
İçerideyken, babalarını, annelerini, kardeşlerini, yakınlarını bir bir kaybeden, onların taziyelerine bile gidemeyen onlarca Müslümandan onlara ne?
Yıllardır cezaevi yollarında kahır çeken, cezaevi kapılarında yaşlanan analardan, babalardan, kardeşlerden, ailelerden onlara ne?
İçerideyken çocuğu büyüyen, delikanlı olan, genç kız olan, evlenen ve bunların hiçbirisine eşlik edemeyen, yanlarında olamayan kardeşlerden onlara ne?
Gözaltında felç olan, hiçbir şekilde kendisine bakamayan (ve çıktıktan kısa bir süre sonra vefat eden) Cengiz Sarıkaya kardeşimizin, o felçli haliyle tam 12 sene cezaevinde yatırılmasından onlara ne?
Cezaevindeki yardıma muhtaç, hasta, yaşlı kardeşlerimizden onlara ne?
Onlar kim ki? Biz kimiz ki?
Anaları mıyız, babaları mıyız, çocukları mıyız, işleri miyiz, kardeşleri miyiz onlara ne?
Biz onlara mı sorduk da bu kuyuya düştük, değil mi? Onlara ne?
Onların çok büyük işleri, önemli meseleleri var artık… Kaybedecekleri çok şeyleri var… Cezaevinde çile çeken yüzlerce mağdur gibi, onlara dokunmayan, çok da bir şey kazandırmayan bir meseleden onlara ne?
Onlar mağduriyetlerini giderdiler; çocukları, aileleri yanlarında, selametteler, rahattalar, bolluktalar… Onlar o karanlık günleri atlattı.
Hükümet oldular, iş adamları oldular, dernek sahibi oldular, medya patronları oldular, köşe yazarları oldular… Her bir şey oldular olmasına lakin bir ‘kardeş’ olamadılar maalesef.
Kardeşlerini kuyuda unutup, gittiler...
Karanlık bir dönemi anlatmaya, yazmaya harfler, kelimeler yetmez… 28 Şubat 1997 tarihi de bu ibretlik ve acı tarihlerden biri…
28 Şubat’ı sadece o günle anmak, o günden ibaret saymak da büyük bir eksiklik. Zira 28 Şubat, 90’lı yılların başından beri dindar kesime yönelik yoğunlaşarak devam eden bir sürek avının, bir postmodern darbenin adıdır.
Dine, dindarlara yönelik en ufak bir müsamahanın gösterilmediği; hakkını aramaya çalışanların, sesini yükseltenlerin basit bahanelerle, uydurma gerekçelerle en ağır cezalara çarptırıldığı; hak, hukukun rafa kaldırıldığı ve tamamen ideolojik ve siyasi bir refleks ve intikamla davranıldığı günlerin adıdır, 28 Şubat…
Bu kadar açık bir adaletsizliğin ve zulmün yaşandığı ve herkesçe kabul görüldüğü bir dönemde, hala o karanlık dönemden kalma taraflı yargılamalarla cezaevinde kalan Müslümanlardan kaç kişinin haberi var acaba?
28 Şubat, o dönemin militan laik-kemalist ve FETÖ yargı ve basınının değişik kumpas ve basit gerekçelerle içeriye attığı yaklaşık 600 Müslüman Yusuf’i için devam ediyor hala… Onlar için 28 Şubat bitmedi…
En azı 10-15 sene olmak üzere, 25-26 yıldır cezaevinde yatan yüzlerce Müslümanlardan haberiniz var mı acaba? Mısır’ın yâ da İsrail’in zindanlarından bahsetmiyorum. Ki onlarda bile bu kadar sayıda ve bu kadar uzun yatan Müslümanlar yoktur herhalde. İşin acı tarafı, bu cezaların yarısından fazlasının, kendisini muhafazakâr ve islami bir yapı olarak gören ve üstelik aynı karanlık döneme yakından tanıklık etmiş ve mağdur olmuş bir iktidarın döneminde geçmiş olmasıdır…
Sadece iktidarın değil aynı şekilde islami basın ve sivil kuruluşlarının en güçlü dönemlerini yaşadıkları bu süreçte dahi tüm bu mağduriyetlerin hala devam ediyor olmasıdır. Bu çok acı bir durum… İçeride çeyrek asırdır yatan Müslümanların bu mağduriyetlerinin, devamlı sür manşetlerinden inmeyen bir magazin haberi kadar kıymetinin olmamasıdır.
Sol parti ve basın, suçları sabit olduğu halde üç-dört yıl içeride yatan mahkûmları için kıyametleri koparırken, onlar için haykırmaktan, savaşmaktan çekinmezken, haksızca içeride yatan yüzlerce Müslüman mahkûm için son derece gevşek davranan herkes büyük bir vebal altındadır. Bu bir ayıp ve utançtır…
Çoğunun suçlu olduğu Ergenekon ve balyoz sanıkları bile taraftarlarının bu samimi sahiplenmesi sayesinde dışarıdalar şimdi. Üstelik yüklü tazminatlarla ihya ediliyorlar… Oysa bizi içeriye tıkan, bize bu 28 Şubat zulmünü yaşatan bu zihniyet değil miydi? Durum böyleyken onlar nasıl oluyor dışarıda, bizler içeride oluyoruz hala? Biz suçluyduk da onlar suçsuz muydu? Hayır, mesele burada suçlu olmak yada olmamak değil… Mesele sesinizin çıkması, bir koruyanınızın, kollayanınızın olması… Bütün mesele bu... Ve maalesef içeride bunca yıldır yatan Müslümanların sahipleri, kollayanları yok. İktidarda olmalarına, güçlü bir medyaya sahip olmalarına ve her yönüyle serbest olmalarına rağmen yok… Bunca sene içeride yatmalarının tek nedeni de bu; kardeşlerinin onları kuyuda unutması yada bildikleri halde susmalarındandır.
Bu sebeplerden hangisi hafif bilmiyorum. Hangisiyle avunurlar onu da bilmiyorum. Bildiğim şey, hala paslanmamışsa vicdanlar, bunun derin bir utanç olduğudur... Hala kardeşlik hukukuna inanan yürekler varsa bu hukukun neresinde olduklarını düşünmeleridir. Bir özeleştiri yapmalarıdır. Duyarlı kardeşler gibi en güçlü şekilde, “Yeter artık! Bu 28 Şubat son olsun!” diye haykırmaları ve bu iş neticeleninceye kadar bunu bir sorumluluk addetmeleridir.